I- GENEL OLARAK
1- Temel ölçü hukuksal değerlendirmelerdir
a) Haksız eylem ve hukuka aykırı olaylar sonucu insana verilen zararların parasal gideriminde iki aşama söz konusu olup, ilki ve asıl önemlisi "hukuksal değerlendirmeler"dir. Tazminat isteminin yasal dayanakları ve hukuksal gerekçeleri belirlenmeden, olay ile zarar arasında uygun nedensellik bağı kurulmadan hesaplama aşamasına geçilemez.
Zararı paraya dönüştürmede uygulanacak yöntem (formüller) ne olursa olsun, eğer hukuksal değerlendirmeler doğru yapılamıyorsa, sağlıklı bir sonuca ulaşılamaz. Tazminat isteme hakkı yasalarda sınırlanmış; ayrıca toplum yapıları, kişiler arası ilişkiler ve yaşam gerçekleri gözetilerek öğretide kurallar, yargısal inançlarda ilkeler oluşturulmuştur. Örneğin, ölüm nedeniyle destekten yoksunlukta, tazminat isteyebilecek olanlar belli nitelikleri taşımalıdırlar.
b) Her zararlandırıcı olay için maddi tazminat istenemezse de manevi tazminat istenebilir. Manevi zararın, maddi zarar gibi hesaplanmasının olanaksızlığı nedeniyledir ki, başlangıçtan beri yargıda bir ölçüsüzlük ve belirsizlik süregelmekte; benzer olaylar ve benzer davalarda hükme bağlanan tazminat miktarları arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. Uygulamada görülen bütün bu rasgelelikler, keyfilikler ve eşitsizlikler karşısında, ortak ve somut bir ölçü bulmak gerektiği kabul olunmalıdır. Her ne kadar acı ve üzüntüyü ölçmek olanaksız ise de, manevi tazminat, maddi tazminat benzeri bir yöntemle, zengin-yoksul ayrımı yapılmaksızın herkes için eşit ortak bir değer birimi üzerinden hesaplanmalı; bu hesaplamada Borçlar Yasası’ndaki indirim nedenleri gözetilmeli; yargıçlar, hesap sonucuna bakarak ve yasalarda öngörülen “özel durumları” da dikkate alarak manevi tazminata hükmetmelidirler.
c) Uyaralım ki, tazminat isteklerinin hukuksal gerekçeleri oluşturulurken, donmuş, kalıplaşmış ve çağın gerisinde kalmış kurallara saplanıp kalınmamalı; zaman içinde değişen koşullara, gelişen teknolojinin yarattığı yeni toplum yapılarına, geçim kaynaklarına, yaşam biçimlerine, iş ve çalışma olanaklarına, kültürel değişimlere göre kurallar ve ilkeler gözden geçirilmeli; geçerliği kalmamış olanlar bir yana bırakılıp yeni kurallar, ilkeler oluşturulmalı; ancak bunların dayanakları ve gerekçeleri gösterilmelidir.
Örneğin, destek tazminatında, bakım gücü-bakım ihtiyacı gibi geçerliğini yitirmiş, görece ve kesin olmayan değerlendirmeler bir yana bırakılmalı; kişiler arasında parasal olmanın ötesinde bir yaşam gerçeği olarak daha çok "yardım ve hizmet" biçiminde gerçekleşen dayanışmalar, destek tazminatının ölçütü kabul olunmalı; doğal ölümün sonucu edinimlerin, miras ve miras gelirlerinin, yeterli prim ödemenin karşılığı sosyal güvenlik aylıklarının, hayat ve ferdi kaza sigortalarından alınan paraların tazminattan indirileceği türünden, zarar sorumlularını tazminattan ödemekten kurtaran veya yükümlülüğü azaltan, böylece adaletsiz sonuçlar yaratan anamalcı çağını yitirmiş görüşlere asla yer verilmemelidir.
Bedensel zararlar konusunda da uzun yıllar önce terk edilmiş "kazanç kaybı" anlayışının yerini "güç kaybı" kavramı ve ölçütünün aldığının ayırdına varılmalıdır. Bugün ve uzun yıllardan beri yerleşen ve benimsenen görüş, kişiler hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bir iş ve kazançları olmasa bile, eğer haksız ve hukuka aykırı bir olay sonucu bedensel zarara uğramışlarsa "güç kaybı tazminatı" isteme hakları bulunduğu yönündedir. Çalışan kişilerin kazançlarında bir azalma olmasa bile, aynı işi yaparlarken sakatlıkları oranında zorlanacak olmaları "güç kaybı tazminatı" isteğinin haklı nedeni kabul olunmuştur. Bu konuda görüş değişiklikleri oldukça hızlı ve olumludur. Yaşlıların ve ev kadınlarının günlük yaşamlarını sürdürürlerken sakatlıkları oranında zorluk çekecek olmaları "güç kaybı tazminatı" isteğinin haklı nedeni sayılmış; biraz gecikme ile de olsa, çocuklar için de bu ilke benimsenmiştir. Kimileri bilinçsizce, küçük yaşta sakat bırakılan çocukların tazminatını, çalışıp kazanç elde etme yaşı kabul edilen onsekiz yaşından başlatmakta, üstelik bir de iskontoya tabi tutarak çok düşük miktarda tazminat hesaplamaktalar iken, Yargıtay'ın son kararlarıyla bu yanlış ve haksız uygulamanın önü alınmış; çocuk hangi yaşta sakat kalmışsa, bulunduğu yaştan "güç kaybı tazminatı" hesaplanacağı yönünde olumlu ve hakça kararlar verilmeye başlanmıştır.
d) Bir kez daha uyaralım ki, insan zararları nedeniyle tazminat istemlerine ölçü aranırken, kesin yargılardan kaçınılmalı; kurallar ve kuramlar ile olgular arasında bağlantı kurulmalı; geçmişte kimi hukukçuların (özellikle yabancı hukukçuların) bugün için geçerliğini yitirmiş yorum ve görüşlerinin etkisinde kalınmamalı; bunların yerine, toplum ve yaşam gerçeklerini yansıtan somut olaylara dayalı araştırma sonuçlarından yararlanılmalı; toplumun değişen değer ölçüleri sürekli gözlemlenmelidir.
2- Tazminat hesaplama yöntemleri ve hesap formülleri
a) Başlangıçta belirttiğimiz gibi, tazminat hesaplarının temel unsurunun “hukuksal değerlendirmeler” olmasına göre, bunların yaşam gerçeklerine ve ülkenin zaman içinde değişen toplum yapısına göre geliştirilmesi ve değiştirilmesi yönünde çalışmalar yapılması gerekirken, bazı çevrelerin tazminatın azlığı veya çokluğu türünden yakınmalarına çözüm arayışları içine girilmiş; hakça ve daha adaletli bir çözüm, yasal ve hukuksal düzenlemelerde aranacak yerde, hesap formüllerine takılıp kalınmıştır. Oysa, formüller içi boş kalıplardır; bunların içinin en doğru ve en nitelikli biçimde hukuksal gerekçelerle doldurulmaları gerekir. Tıpkı sanayi ürünlerinde olduğu gibi, kalıba dökülen ham madde kötüyse kötü ürün, ham madde iyiyse iyi ürün elde edilir. Hangi formül uygulanırsa uygulansın, tazminat isteminin (hukuksal) alt yapısı doğru ve sağlam bir biçimde oluşturulmamışsa, hesap unsurlarının hukuksal gerekçeleri yerli yerine konulmamışsa, her formül yararsızdır. Onun için formül tartışmalarına bir son verilmeli; haksız ve hukuka aykırı olaylardan kaynaklanan "zarar" kavramına uygun, en elverişli formül hangisi ise onda karar kılınmalıdır. Bize göre, yargıda 1993 yılından önce uzun yıllar düzenli bir biçimde uygulanmış olan "sabit rant formülleri" amaca uygun en uygun olanıdır. Ayrıca Yargıtay kararlarında denildiği gibi, hesaplama formülleri herkesin kolayca anlayıp kavrayabileceği, denetime elverişli açıklıkta olmalıdır.
b) Bugün ülkemizde tazminat hesaplama yöntemleri konusunda kurum ve kuruluşlar arasında bir uyum olmayıp, âdeta karmaşa (kaos) yaşanmaktadır. Bir yandan Hazine Müsteşarlığı, sigorta şirketlerinin istekleri doğrultusunda yayınladığı Genelge’yle (yargıdaki uygulamaları gözardı ederek) farklı bir formül ile Amerikan yaşam tablosunu ve tazminat hesaplarının aktüerler tarafından yapılması koşulunu dayatırken, öte yandan Sosyal Güvenlik Kurumu, rücu davalarından daha yüksek sonuç alabilme amacıyla ülkemiz koşullarını yansıtmaktan uzak bir yaşam tablosunu uygulamaya koyarak kurumlar arasında fark ve karmaşa (kaos) yaratmışlardır. Bu yüzdendir ki, insan zararları nedeniyle tazminat hesapları tutarlı ve düzenli bir sisteme kavuşamamaktadır.
Bugün üç ayrı kurumda üç farklı uygulama vardır:
1) Sigorta şirketleri “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü” ve %3 teknik faiz adı altında bir hesaplama yöntemi uygulamakta ve zarar sürelerini belirlemede CSO-1980 Amerikan tablosunu kullanmaktadırlar.
2) Sosyal Güvenlik Kurumu gelir bağlama işlemlerinde, %5 artırım ve iskonto değerini ve ülke gerçeklerine aykırılığı açıkça belli olan TRH-2010 adı verilen bir yaşam tablosunu kullanmaya başlamış bulunmaktadır.
3) Yargı’da ise, uzun yıllardan beri kullanılagelen PMF-1931 Fransız yaşam tablosuna göre ve “progressif rant” adı altında kazançların hiç artmadığı basit bir formülle tazminat hesaplanmaktadır.
Bu üç ayrı yöntem ve değişik uygulamalar yüzünden, her kurumun hesaplattığı tazminat tutarları (peşin değerler) arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Bunlardan hangisinin doğru olduğu konusu tartışılmalıdır.
3- İnsan zararları farklı bir hesaplamayı gerektirmektedir.
İnsan zararları nedeniyle tazminat hesapları, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun gelir bağlama işlemlerinden ve hayat sigortalarına ilişkin formüllerden farklı bir hesaplamayı zorunlu kılmaktadır. Çünkü:
a) Sosyal güvenlik ve hayat sigortaları yasalarla düzenlenmiş sözleşme ilişkileri olup, gelir bağlanması veya tazminat ödenmesi için haksız ve hukuka aykırı olayların varlığı koşul değildir. Sosyal Güvenlikte sigortalı veya belli bir statü içinde bulunmak, hayat sigortasında yeterli prim ödemiş olmak gerekir. Yasadaki ve sözleşmedeki koşullar gerçekleşmişse, Sosyal Güvenlikte gelir bağlanır, hayat sigortasında tazminat ödenir. Gelirin veya tazminatın hesaplama anı, rizikonun gerçekleştiği an değil, yasadaki veya sözleşmedeki koşullar oluştuktan ve işlemler tamamlandıktan sonraki "hesaplama tarihi"dir. Her ikisinde de işlemiş-işleyecek zarar dönemleri söz konusu değildir. Sosyal Güvenlikte gelir bağlanmasında gecikme (temerrüt) nedeni olmadığından faiz istenemez. Hayat Sigortasında da gecikme ayrı bir değerlendirme konusudur.
b) İnsan zararlarının tazminat olarak istenebilmesi için tek koşul, haksız ve hukuka aykırı bir olayın meydana gelmesi, zarar ile olay arasında uygun nedensellik bağının kurulabilmesi olduğundan, zararın parasal değerlendirmesi farklı bir hesaplamayı zorunlu kılmaktadır. Hesaplama başlangıcı her zaman için "olay tarihi"dir. Zarar sorumluları yönünden gecikme (temerrüt) olay tarihinden başlar; faiz olay tarihinden işler.
c) Sosyal güvenlikte gelirin, hayat sigortasında tazminatın ölçüsü, önceden belli olan tarifelerdir. İnsan zararlarında, önceden belirlenmiş sabit tarifeler yoktur. Zarara uğrayanın kişisel özelliklerine, zararın türüne, süresine, kusur durumuna, beden gücü kayıp oranına veya desteğin yaşam süresi ile destekleme biçimine göre ayrıntılı hesaplamalar yapılması gerekir. Bunların aşağıda ayrıntılarına gireceğiz.
II- HESAPLAMADA BİRLİK SAĞLAMANIN GEREKLİLİĞİ
1- Kurumlar arası farklılıklar giderilmelidir
Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılan davalarda, tazminat hesapları PMF-1931 tablosuna ve progressif rant yöntemine göre yapılmakta; Sosyal Güvenlik Kurumu ile sigorta şirketleri farklı hesaplamalar yaptıkları için, bu farklılıklar zarar görenleri haksızlığa uğratmakta; zarar sorumlularına yarar sağlamaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumu'nun rücu edebileceği, dolayısıyla sigortalının veya haksahiplerinin tazminatından indirilecek miktarlar, TRH-2010 tablosuna ve %5 artırım-iskonto değerli rant yöntemine göre hesaplandığı için arada önemli ve büyük miktarda farklar ortaya çıkmakta; bu farklılıklar yüzünden haksız sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Sigorta Şirketleri de, bizce insan zararları için uygun olmayan “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü” ile CSO-1980 Amerikan yaşam tablosuna göre tazminat hesaplatmakta; hukuksal değerlendirme içermeyen ve yargıda yerleşmiş ilkeleri dikkate almayan aktüer raporları ile aykırı ve uyumsuz bir durum yaratılmaktadır.
Kurumlar arası farklılıklar yüzünden, zarar görenlerin haksızlığa uğratılmalarının yanı sıra, davaların ardı arkası kesilmemekte; ayrıca kurumlar arası bu uyumsuzluk yüzünden yargıdan da farklı kararlar çıkabilmekte; orada da birlik sağlanamamaktadır.
2- Yargıda da uygulama birliği sağlanmalıdır
Yüksek mahkemeler (Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) arasında yöntem birliği bulunmadığı gibi, Yargıtay Özel Daireleri de birbirlerinden habersiz, birbirlerinden farklı kararlar verebilmektedirler.
Örneğin, Yargıtay'ın insan zararlarını inceleyen Dördüncü, Onbirinci, Onyedinci hukuk daireleri ile geçmişte benzer görevler üstlenmiş özel daireleri "kişiler varlıklı olsalar, bir ihtiyaçları bulunmasa bile, yakınlarının ölümünden dolayı destek tazminata isteyebilecekleri" yönünde görüş birliği içindeler iken,[1] iş kazalarını inceleyen Yirmibirinci Hukuk Dairesi, sigortalı veya sigorta emeklisi olan ana babalara SGK. tarafından gelir bağlanmamış olmasını gerekçe göstererek Borçlar Kanunu'nun tanıdığı destek tazminatı hakkını dikkate almamakta, tazminat isteklerini reddetmektedir. Oysa, öteki dairelerin ilke kararlarına göre:
a) Bir kimsenin bir yakınını kaybetmesinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı isteyemeyeceğinin kabulü, Borçlar Kanunu hükmünün amacına aykırı düşer.[2]
b) Hukuka aykırı olarak gerçekleşen zararın, zarar görenin kendi imkanlarıyla giderilmesi, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Aksi görüş, zarar gören yerine, hukuka aykırı eylemle zarar veren kişinin korunmasını ortaya çıkarır ki, bu da hak ve adalet ölçülerine ters düşer.[3]
c) Bir bilim adamının dediği gibi: “Tazminat alanı ile sosyal güvenlik alanı birbirinden ayrılmalıdır. Zararı giderme, kural olarak, zarara sebebiyet verenin yükümlülüğüdür. Buna karşılık sosyal güvenliği sağlama toplumun (Devletin) yükümlülüğüdür. Bu iki alan birbirinden ayrılmadığı sürece, hukukun tekdüze uygulanması amacına, adaletli bir çözüme ulaşamayız.”[4]
3- Uygulama birliği için tek çözüm "İnsan Zararları Mahkemesi"dir
Hukukça korunması gereken en yüce hakkın "yaşama hakkı" ve bunun özelinde "sağlıklı yaşama hakkı" olduğu, ülkemizde hukuk çevrelerinde ve yargı düzenimizde yeterince önemi kavranamamış, bir sorundur. İnsan zararlarının tazminat olarak değerlendirilmesinde, kurumlar arasında yöntem birliği sağlanamadığı gibi, toplum yapımızla ilgili bugüne kadar hiç bir çalışma yapılmamış; farklı ülkelerden alınan ve zamanla güncelliğini yitirmiş bir takım tablolarla, göstergelerle ve formüllerle yetinilmiş; bu yüzden öldürülen veya sakat bırakılan kişilerle ilgili davalarda verilen kararlar birbirinden farklı olmuş; hiç bir zaman adaletli sonuçlar alınamamıştır.
Öte yandan, öldürülen veya sakat bırakılan kişilerin "insan" olarak ^yaşama hakkı" bağlamında değerlendirilmeleri bir yana bırakılarak, kurumların, iş çevrelerinin ve sigorta şirketlerinin yoğun baskı ve etkileri altında hep tazminatın çokluğu-azlığı tartışılmış; iş kazalarının veya trafik kazalarının önlenmesi veya en aza indirilmesi yönünde çözümler üretilmek yerine, tazminatların yüksek hesaplandığından yakınılmış; özellikle işverenler ve sigorta şirketleri tazminat ödememek için her yola başvurmuşlardır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de, her kurum ayrı bir yöntem uygulamakta, her biri farklı amaçlar gütmektedirler. Sosyal Güvenlik Kurumu parasal denge sağlama amacı güderken, sigorta şirketleri daha az tazminat ödemenin yollarını aramakta; temel işlevi ve tek amacı “insan zararlarının hakça giderimi” olan yargı ise, her iki kurumunkinden farklı bir hesaplama yöntemi benimsemiş bulunmaktadır. Ancak ne var ki, uzmanlığa gereken önem verilmediği; tazminat hesaplarını gerçek uzmanlar değil, rasgele bilirkişi olarak görevlendirilmiş kişiler yaptıkları için, mahkemelerin verdikleri kararlar birbirlerinden çok farklı olabilmektedir. Kimi zaman toplumun ilgisini çeken bazı olaylarda mahkemelerce hükme bağlanan tazminat miktarları, yazılı ve görsel yayın organlarında yoğun ve sert tepkilere neden olmakta; yargıya güven sarsılmaktadır.
Başta da söylediğimiz gibi, hukukça korunması gereken en yüce hak yaşama hakkı olmasına göre, "insan zararları mahkemeleri" kurulması yönündeki yasa önerisine olumlu bakılmalı, bir an önce yasalaşması için çaba harcanmalıdır.
III-İNSAN ZARARLARININ TÜRÜ VE NİTELİKLERİ
Haksız eylem ve hukuka aykırı olaylardan kaynaklanan insan zararları:
1) Ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma
2) Yaralanma sonucu beden gücünün tam veya belli bir oranda yitimi (organ kaybı veya organ zayıflaması)
3) Yaralanma sonucu (kısa bir süre) geçici işgöremezlik kaybına uğranılması
4) Tedavi ve tüm iyileşme giderleri
5) Ölüm nedeniyle cenaze kaldırma ve defin giderleri
IV-TAZMİNAT HESABININ UNSURLARI
Ölümlerde destekten yoksun kalma tazminatının, yaralanmalarda beden gücü kayıplarının özelliklerine göre, tazminat hesaplarının nasıl yapılması gerekeceği ilerdeki bölümlerde açıklanmak üzere, tüm insan zararları için, tazminat hesaplarında izlenecek sıra ve hesabın temel unsurları şöyle olmak gerekir:
a) Zararlandırıcı olay
b) Olay ile zarar arasındaki neden-sonuç ilişkisinin (nedensellik bağının) belirlenmesi
c) Zarar sorumlularının belirlenmesi
ç) Kusur ve sorumluluk derecelerinin saptanması
d) Zararın türü ve nitelikleri (Destekten yoksunluk, geçici veya kalıcı sakatlık vs.)
e) Zarar görenlerin kimlikleri, kişilikleri, nitelikleri
f) Zarar süreleri
g) Zararın “parasal” değerlendirmesi (Tazminata dönüştürülmesi)
f) Zararın “tazminat” olarak, sorumlulardan istenebileceği “tutarın” hesaplanması
V- ZARARLANDIRICI OLAY VE NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİ
1- Olay incelemesi
Bir kimsenin ölümü veya yaralanmasıyla ilgili olay incelenirken, eylemin haksız ve hukuka aykırı olup olmadığı ya da yaratılan durumun (işletmenin, binanın, yapının, eserin, ürünün) yasalara, kurallara aykırı yönleri bulunup bulunmadığı öncelikle araştırılmalıdır.
Hukuka ve kurallara aykırılık saptandıktan sonra, zarara neden olan sorumlular araştırılmalı, eylem ve olayla doğrudan veya dolaylı yakınlıklarına göre sorumluluk dereceleri belirlenmelidir.
2- Olay ile zarar arasındaki “neden-sonuç” ilişkisinin belirlenmesi
Ölüme veya bedensel zarara yol açan olay içinde yer alan gerçek veya tüzel kişilerin sorumlu tutulabilmesi için, zarar ile olay arasında “nedensellik bağı” kurulabilmeli; zarar, haksız eylemin veya hukuka aykırı durumun bir sonucu olmalıdır. Eğer, zarar, haksız ve hukuka aykırı olduğu varsayılan eylem ve durumdan doğmuş gibi görünse de, başka bir etken ve eylemden kaynaklandığı anlaşılmışsa, artık ilk başta belirlenen kişiler değil, doğrudan veya dolaylı olarak zarara (ölüme, yaralanmaya) neden olan kişiler sorumlu olurlar. Nedensellik bağına (neden-sonuç ilişkisine) birkaç somut örnekle açıklık getirelim:
Örnek 1- Trafik kazasında hafif yaralanarak hastaneye götürülen kişinin, hekim hatası sonucu bacağı kangren olup kesilmişse, burada organ yitiminin sorumlusunun yalnızca hekim mi, yoksa trafik kazasında yayaya çarpan sürücü ve onun işleteni ile sigortacısı mı olduğu tartışılmalı; olayların akışı içinde “neden-sonuç” ilişkisi doğru kurulabilmelidir.
Örnek 2- Gene trafik kazasında bir aracın çarptığı yaya yerde yatarken, arkadan gelen ikinci aracın duramayarak üstünden geçmesi sonucu yaya ölmüşse, burada ölüm olayından her iki araç da ortaklaşa sorumlu olacaklar mıdır, yoksa birinci aracın yaralamadan dolayı, ikinci aracın ölümden dolayı sorumlu olacakları biçiminde bir çözüm mü yeğlenecektir.
Örnek: 3- Bir araç kurallara uygun bir biçimde caddeden geçmekte iken, bir inşaattan düşen kalasın aracın tavanını çökertmesi, bu arada sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybederek yayaya çarpıp bedensel zarara uğratması olayında, kim sorumlu tutulacaktır. İnşaat şirketi mi, araç sürücüsü mü ya da ortaklaşa her ikisi mi?
Örnek 4- Basit bir ameliyat geçirdikten sonra hastanın ölümünden dolayı hekimin yanlış bir tedavisinin söz konusu olmadığı, hastanenin kirliliği ve bakımsızlığı yüzünden hastanın mikrop kaparak öldüğü ileri sürülmüşse, burada sorumlunun kim olacağı titiz bir araştırma sonucu ortaya çıkarılmalı; ölüm ile eylem arasındaki nedensellik bağı duraksama yaratmayacak bir kesinlikle saptanmalıdır.
Bütün bu örneklerde nedensellik bağının (neden-sonuç ilişkisinin) doğru kurulması ve zarar sorumlularının bu çerçevede belirlenmesi gerekmektedir. Yukardaki örneklerde nasıl bir değerlendirme yapılıp sonuca varılacağını, üzerinde özgürce durulup düşünülmesi için, açıklamadık.
3- Zarar sorumlularının belirlenmesi
Bu, her zaman kolay olmamaktadır. Özellikle tüzel kişilerin ad ve ünvanlarının belirlenmesi, iş sahibi - yüklenici ya da asıl işveren - alt işveren ilişkilerinde yanıltıcı bilgiler verilmesi sorunlar yaratmakta, gerçek sorumlunun saptanması zaman almaktadır. Trafik kazalarında ruhsatnamede adı yazılı kişiye karşı açılan davada, uzun süreli kiralama savı nedeniyle hasım değiştirme sorunu ortaya çıkmaktadır. Çok yönlü kazalarda, bunun zincirleme bir kaza mı, yoksa aynı anda meydana gelen bir kaza mı olduğunun, hangi sürücünün eyleminin zarara yolaçtığının araştırılıp sorumluların belirlenmesi gerekmektedir.
VI- KUSUR VE SORUMLULUK DERECELERİNİN SAPTANMASI
1- Genel olarak
Tazminat hesapları genellikle “kusur oranları” üzerinden hesaplanır.Kusursuz sorumluluklarda dahi, bazı ayrık durumlar dışında, bir kusur (sorumluluk) ölçüsü belirlenmek gerekmektedir. Ayrık durumlara örnek olarak, bina ve yapı eseri sahibinin sorumluluğu, tehlikeli işletmelerden kaynaklanan sorumluluklar ve hekimlerin sorumluluğu gösterilebilir. Bu örneklerde dahi, zarar görenin kusura katılımı sözkonusu olduğunda. tarafların kusur oranlarının belirlenmesi gerekecektir. Gene aynı örneklerde “iç ilişki” varsa, zarar sorumluları arasında bir “kusur paylaşımı” değerlendirmesi yapılacaktır. Yargıtay, insan sağlığına verilen önem gereği, hekimi en hafif kusurundan tam kusurlu saymakta, hekim için bir kusur oranı belirlenmesini doğru bulmamaktadır. Kuşkusuz bu gibi durumlarda hastanın bir ihmali ve kusuru söz konusu olmamalıdır. Aksi takdirde kusur taraflar (hekim ile hasta) arasında paylaştırılmak gerekecektir.
Kusur değerlendirmesi yapılırken, nedensellik bağını kesen (mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru veya üçüncü kişinin kusuru gibi) etkenlerin özenle değerlendirilmesi ve yanlışa düşülmemesi gerekir. Örneğin, tehlike sorumluluklarında kaçınılmazlık, kötü tesadüf
gibi etkenlere yer verilmemeli, bunlar sorumluların kusurundan indirim nedeni olmamalıdır. Tıbbi elatmalarda da hastanın ihmali ve kusuru yoksa, komplikasyon gibi soyut nedenlerle hekim ve hastanenin az kusurlu veya kusuruz olduğu biçiminde bir sonuca varılmamalıdır.
2- Kusur ve sorumluluklar nasıl belirlenmeli
Kusur incelemesi yapılırken, eylemin yasa, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen kurallara aykırılığını saptamak yeterli olmayıp, ayrıca hangi eylem ve davranışın zararı doğurduğu üzerinde durulmalıdır. Bir eylem ve davranış, kurallara aykırı olmakla birlikte, zarar bu eylemin sonucu değilse, kurallara aykırı davranan zarardan sorumlu tutulamaz.
Örneğin, alkollü araç kullanmak kurallara aykırı ve yasaktır. Ancak kazanın nedeni alkol değilse, o kişi zararlı sonuçtan sorumlu tutulamaz. Bunun gibi, sürücü belgesi olmayan bir kimse kazaya karışmış olup da, kazanın nedeni, bir başka sürücünün tam kusurlu eylemi ise, ehliyetsiz sürücü zararlı sonucun sorumlusu olmaz.
Bir başka örnek: Trafik kurallarına göre, yan yoldan çıkan araç, ana yoldan geçene öncelik tanımalıdır. Ancak ana yoldan gelen çok hızlı araç, yan yoldan çıkan araca çarpıp içindekileri öldürmüşse, burada kazanın asıl sorumlusu hızlı araç kullanan olacaktır. Çünkü sürücü hız kurallarına uysaydı, maddi hasar ve yaralanma ile geçiştirilecek kaza, ölümle sonuçlanmazdı.
Trafik kazalarında kusur değerlendirmesi için görevlendirilen teknik bilirkişiler, hukuk bilgileri olmadığı için, yalnızca trafik kurallarına uyulup uyulmadığı yönünden değerlendirme yapmakta, eylem ile zararlı sonuç arasındaki nedensellik bağını, zararın hangi eylem ve davranıştan doğduğunu dikkate almamaktadırlar.
Trafik kazaları dışında, başka olaylarda da kusur incelemesi yapanlar, zararı doğuran eylem veya durumu doğru değerlendirememekte, incelemeyi teknik açıdan ve kurallara aykırılık yönünden yapıp yanlış sonuçlara varmaktadırlar. Örneğin, tüpgazla ısıtılan şofbenli banyolarda karbonmonoksit zehirlenmesinden ölümlerde, LPG tüpünü inceleyip imalat ve takma hatası bulunmadığını, detantörün ve bağlantının sağlam olduğunu saptadıklarını, bu nedenle tüpgaz imalat ve satıcısına kusur yüklenemeyeceğini, dolaysıyla tüpgaz zorunlu sorumluluk sigortasını yapan sigortacının da sorumlu tutulamayacağını söyleyip işin içinden çıkmaktadırlar. Oysa ölümün nedeni, ortamın elverişli olup olmadığına bakmadan tüpgaz satış elemanının banyodaki şofbene tüpgaz takmasıdır. Banyoya karbonmonoksit gazının dolması tüpgazdan kaynaklandığına göre, ölüm olayı ile LPG tüpü arasında doğrudan bağlantı bulunduğu dikkate alınmalı ve kusur paylaşımı buna göre yapılmalıydı.
3- Zarar görenin kusura katılımı yoksa, sorumlular arasındaki kusur oranlarının ayrıntılarıyla belirlenmesi gerekmez.
Ölen veya bedensel zarara uğrayan kişinin kusuru (kusura katılımı) yoksa, sorumlular arasındaki kusur oranlarının ayrıntılarıyla belirlenmesi gerekmez. Çünkü zarar görenler, ortaklaşa ve zincirleme sorumluluk kuralları gereği, sorumluların her birinden zararın tamamını isteme hakkına sahiptirler. (818/BK.50-51,142 vd.; 6098/TBK.61,163 vd.)
Sorumluların zarar görene karşı ortaklaşa sorumluluğuna “dış ilişki” denilmektedir. (6098/TBK.m.61)
Sorumlulardan biri, zararın tamamını öderse, öteki sorumlulara “kusurları oranında” rücu hakkına sahip olup buna da “iç ilişki denilmektedir. (6098/TBK.m.62)
4- Trafik ve taşıma kazalarında kusur ve sorumluluk
Trafik kazalarında “kusur”ögesi temel ölçüdür ve bu genellikle sürücü veya yardımcı kişilerin kusurudur. 2918 sayılı KTK’nun 85/Son maddesine göre “işleten, sürücünün veya yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu” olduğundan ve bu sorumluluk Yasa’nın 91 ve devamı maddelerine göre belli bir sınıra kadar sigortacı tarafından üstlenilmiş bulunduğundan, tümü için sorumluluğun ölçüsü “kusur oranı”dır.
Taşımacının yolculara karşı sorumluluğunda da “taşımacı, sürücünün ve yardımcı kişilerin kusurlarından kendi kusuru gibi sorumludur.” (6762/TTK.782, yeni 6102 TTK.879)
Ayrıca motorlu araç işletenler ve taşımacılar teknik arıza nedeniyle de sorumludurlar.
5- İş kazaları ve meslek hastalıklarında kusur ve sorumluluk
İş kazalarında kusur ve sorumlulukların saptanmasında önemli yanlışlar yapıldığı; çoğu bilirkişi raporlarının 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası'nın 4-5-6 maddeleri ile 15.maddesi, 6098 sayılı TBK'nun 70-71 maddeleri ile 417.maddesi 2.fıkrası hükümlerine uygun düzenlenmediği; yasalardaki bu hükümlerin henüz yeterince kavranmamış olduğu, bu iki yasadan önceki dönemdeki anlayışın sürdürüldüğü; özellikle kötü tesadüf, kaçınılmazlık gibi değerlendirmelere sıkça yer verilmesinin doğru olmadığı düşüncesindeyiz.
İş kazalarında ve meslek hastalıklarında işçinin de kusuru, ihmali, dikkatsizliği ve tedbirsizliği, savsaması söz konusu olabilir. O zaman kusur paylaştırılacaktır. Eğer işverenin başka işçisinin kusuru varsa, zarar gören işçi, işveren ile zarara neden olan işçinin toplam kusuru üzerinden tazminat isteme hakkına sahip olacaktır. Burada da dış ilişki-iç ilişki söz konusu olacaktır.
VII-KİMLER TAZMİNAT İSTEYEBİLİR
1- Ölümlerde ((6098/TBK.m.53 ve 818/BK.m.45)
Ölenin desteğinden yoksun kalanlar, mirasçı olmasalar dahi, eğer ölen kişinin sağlığında yardımını ve her türlü desteğini görmüşlerse veya ilerde üstün olasılıkla destek göreceklerse, maddi tazminat isteyebilirler. Buna “destekten yoksun kalma tazminatı” denilmektedir. Birbirlerinden destek tazminatı isteyebilecek başlıca kişiler eş, çocuklar, ana ve babadır. Kardeşler genellikle tazminat isteyemezler; bunun için tazminat isteyecek olanın sakat, zeka özürlü, bakıma muhtaç olması; desteğin ise varlıklı olması gerekir. Çocuklar genellikle çalışma yaşamına atılıncaya kadar destek görürler.
Genel kuralların dışında, her zaman gerçek, varsayımlara üstün tutulur. Örneğin, hiç evlenmeyip birlikte yaşlanmakta olan, aynı evde yardımlaşarak yaşayan kardeşler birbirlerinin desteği sayılmalıdır. Evlenme çağını geçmiş, bir işi ve kazancı bulunmayan, babasının veya annesinin geliriyle geçinen kız evlât, bunlardan birinin ölümü halinde destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilir. Aralarında hiç akrabalık bağı bulunmayan kişiler birbirlerine maddi destek sağlamakta iseler, birinin ölümü halinde öteki destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilir. Varlıklı bir kimseden burs alan öğrenci, onun ölümüyle bu yardımdan yoksun kalmışsa, okulunu bitireceği güne kadar zarar sorumlularından tazminat ödenmesini isteyebilir. Her zaman için yaşam gerçeklerine bakılarak bu tür destekten yoksunluklar kabul edilmelidir.
Öldüğü sırada yakınlarına yardım etmekte olan kişilere “gerçek destek”, ilerde destek olacağı bilinen ve yaşam gerçeklerine göre destek olması gereken kişilere “varsayımsal destek” denilmektedir.
2- Bedensel zararlarda (6098/TBK.m.54 ve 818/BK.m.46)
Geçici veya sürekli iş gücü kaybına uğrayan kişiler, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, maddi tazminat isteyebilirler. Uzun yıllar önce, bedensel zarara uğrayanların bir işi ve kazancı olup olmadığına bakılıyordu.Bu yanlış görüş elli yıl önce terkedildi. Bugün kalıcı sakatlıklarda, kişinin bir işi ve kazancı olup olmadığına bakılmadığı gibi, kazançlarında bir azalma olmasa bile, aynı işi yaparken sakatlığı oranında zorlanacağından, daha fazla güç (efor) sarfedeceğinden tazminat isteme hakkı bulunduğu; giderek, ev kadınlarının ev hizmetlerini yaparken, küçük çocukların okullarına gidip gelirken, yaşlı ve emekli kişilerin günlük yaşamlarını sürdürürlerken sakatlıkları oranında zorluk çekecek olmaları tazminat isteğinin haklı nedenleri kabul edilmekte; buna “güç kaybı tazminatı” denilmektedir.
Eğer kişi kalıcı bedensel zarara uğramışsa buna “sürekli işgöremezlik”, sakat kalmamış olup da geçici olarak bir süre çalışamamış veya belli bir süre tedavi görmüş ve iyileşme süreci geçirmişse buna “geçici işgöremezlik” denilmekte, bunun süresine göre tazminat istenebilmektedir.
Bedensel zarara uğrayan kişinin tedavi masrafları ile iyileşme sürecinde harcamak zorunda kaldığı her türlü giderler ayrı bir zarar türü olarak dava edilebilmektedir.
VIII-ZARAR SÜRELERİNİN BELİRLENMESİ
Zararın ne kadar süre için (kaç yıllık) hesaplanacağı, tazminatın ana unsurlarından biridir. Destekten yoksunlukta desteğin yaşam süresi ile aktif ve pasif dönemi, destekten yoksun kalanların yaşam süreleri ile her birinin özelliğine göre ne kadar süre ile destek görecekleri; bedensel zararlarda zarar görenlerin yaşam süreleri tazminat hesabının temel unsurlarından biri olacaktır.
Süre belirlemelerinde “yaşam tabloları”ndan yararlanılmaktadır. Bu tablolara bakılarak, kişilerin olay tarihindeki yaşlarına göre, daha kaç yıl yaşayacakları (kalan yaşam süreleri) belirlenmektedir. Aşağıda bu tablolar açıklanacaktır.
1- Yaşam tabloları
a) Ülkemizde, yargıda ve sosyal güvenlik kurumlarının gelir bağlama işlemlerinde uzun yıllardan beri PMF-1931 Fransız yaşam (mortalite) tablosu kullanılmakta, yaşam süreleri bu tabloya göre belirlenmektedir. Bu tablonun yasal dayanağı, 506 sayılı Yasa’nın 22.maddesi olup, İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Hakkında 4772 sayılı Kanuna ek olarak (Çalışma Bakanlığı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından birlikte) hazırlanmış ve 1965 yılında yürürlüğe konulmuştur. 5510 sayılı yeni Sosyal Güvenlik Yasası’nda, yürürlükten kaldırılan 506 sayılı Yasa’nın 22.maddesi benzeri bir hüküm bulunmadığından, yeni bir yasal düzenleme yapılıncaya ve kurumlar arasında birlik sağlanıncaya kadar PMF-1931 yaşam tablosunun kullanılması gerekmektedir.
Bu konuda 5510 sayılı Yasa’nın Geçici 3.maddesinde “Bu kanuna göre çıkarılması gereken yönetmelikler ile diğer düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar, mevcut tüzük ve yönetmelikler ile diğer düzenlemelerin, bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanmaya devam edilir” denilmiş olmakla, ilgili Bakanlıkların ve tüm yetkili kurulların birlikte hazırlayıp yürürlüğe koyacakları yeni ve ortak düzenleme yapılıncaya kadar, PMF-1931 yaşam tablosunun tazminat hesaplarında ve Sosyal Güvenlik Kurumu gelir bağlama formül ve işlemlerinde uygulamasının sürdürülmesi gerektiği kanısındayız.
b) Her ne kadar Bakanlar Kurulu’nun 2006/ 11345 sayılı kararının 2/d maddesinde ve Hazine Müsteşarlığı Genelgesinde (ülkemizdeki ortalama ömür sürelerine uygun olmayan) CSO-1980 Amerikan tablolarından sözedilmiş ise de, SGK’nun 25.09.2012 gün 2012/32 sayılı Genelgesi ekinde Türkiye koşullarına göre düzenlendiği açıklanan TRH-2010 (Kadın Erkek Hayat) tabloları yer almış ve peşin değerlerin buna göre hesaplandığı açıklanmıştır. Yargıtay uygulamasında ise PMF-1931 yaşam tablosundan vazgeçildiğine ilişkin bir işaret henüz alınmamıştır.
Bu durumlar karşısında, kurumlar arasında ortak görüş ve uyum sağlanıncaya, “ulusal mortalite tablosu” oluşturuluncaya ve Yargıtay’ca görüş değişikliği yapılıncaya kadar PMF-1931 yaşam tablosunun kullanılması gerektiği düşüncesindeyiz.
c) Bu konuda şunu da ekleyelim ki, sigorta şirketlerinin istekleri doğrultusunda Hazine Müsteşarlığı’nca yayınlanan 05.02.2010 gün 2010/4 sayılı Genelgesinde, okyanusötesi CSO-1980 Amerikan yaşam tablolarının kullanılmasının istenmesini doğru bulmuyoruz. Çünkü, hem bunun yasal dayanağı yoktur, hem de Amerika’daki yaşam koşulları ile ülkemizdekiler aynı değildir.
d) Sosyal Güvenlik Kurumu, iki üniversitenin aktüerya bölümlerinden oluşan bir kurula TRH-2010 tablosunu hazırlatıp, bunu kullanmaya başlamıştır. Türkiye koşullarına uygun olduğu savıyla uygulamaya konulan TRH-2010 tablosunun hazırlanışına ilişkin raporu okuduğumuzda, bunun hiç de inandırıcı olmadığını saptadık. Nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
aa)Raporda, 1927-2000 yılları nüfus sayımı sonuçlarından yararlanıldığı açıklanmıştır ki, bizce bu asla sağlıklı bir veri değildir. Çünkü, Osmanlı’nın çöküş yıllarından süregelen ve 1960’lı yıllara kadar ancak önü alınabilen sıtma, verem, tifo, tifüs, frengi, cüzzam gibi hastalıklar yüzünden pek çok yurttaşımız kırk yaşına varmadan ölüp gitmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Sıtmayla Savaş Derneği ve Veremle Savaş Derneği gibi kuruluşların ve Sağlık Bakanlığı’nın yoğun çabalarıyla bu hastalıkların kökü kurutulmuş ve kişilerin yaşam süreleri ancak 1960’lardan sonra artırılabilmiştir.
bb)Raporda, günümüz koşullarına uygun olmayan geçmiş yıllar nüfus sayımı sonuçlarının yanı sıra, ikinci veri olarak sigorta şirketlerinin “hayat sigortaları”ndan yararlanılmıştır ki, ülkemizde varlıklı kişilerin pek azı dışında halkımızın yüzde doksandan fazlası hiçbir zaman hayat sigortası yaptırmadığına göre bu da sağlıklı bir veri değildir.
cc)Raporu hazırlayanlar kaynak olarak bir de SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı kayıtlarından yararlandıklarını açıklamışlardır ki, çalışanların ve kırsal kesim insanlarının yüzde yetmişinin kayıt dışı olduğu bir ülkede bunlar da sağlıklı veriler değildir.
dd)Raporda oldukça tuhaf bulduğumuz bir başka bölüm, Hatay’ın 1938 yılında Türkiye’ye katılmasından önce ve sonrasının değerlendirme ölçüsü olarak alınmasıdır. Bunu öyle sanıyoruz ki, ne kadar titiz ve bilimsel çalıştıklarını kanıtlamak amacıyla koymuş olmalıdırlar. Oysa, bunun günümüz yaşam koşullarına bir etkisi olmadığı açıktır.
ee)Bütün bu inandırıcı olmayan verilere göre düzenlendiği açıklanan TRH-2010 tablosu, CSO-1980 ve CSO-2001 Amerikan tabloları ile karşılaştırılarak adeta bir teste tabi tutulmuş; ama bize yakın Avrupa ülkelerinin yaşam tablolarından nedense hiç söz edilmemiştir.Karşılaştırma sonuçları da, tablonun inandırıcı olmadığını açıkça göstermektedir.
Birkaç örnek:
0-45 yaş arası TRH-2010’da bakiye yaşam süreleri daha uzun, CSO-1980’de kısa.
50-55 yaşlarında her iki tabloda kadın-erkek bakiye yaşam süreleri eşit.
60-75 yaş arası erkeklerin her iki tabloda da bakiye yaşam süreleri eşit
60-75 yaş arası kadınların bakiye yaşam süreleri CSO-1980’de daha uzun.
80-90 yaş arası kadın-erkek yaşam süreleri CSO-1980’de uzun, TRH-2010’da kısa.
Yukardaki tespitlere göre, 1980’li yıllarda 0-45 yaş arası Amerikadaki yaşam sürelerinin Türkiye’dekinden daha kısa, 45-75 yaş arası her iki ülkede de yaşam süreleri eşit olarak gösterildiğine göre, TRH-2010 tablosunun inandırıcı olmaktan uzak olduğu açıkça görülmektedir.
e) Sosyal Güvenlik Kurumu'nun TRH-2010 tablosuna ve % 5 artırım değerine göre hesaplattığı (rücua tabi) peşin değerlerin çok yüksek olması; buna karşılık iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle iş mahkemelerinde açılan tazminat davalarında PMF-1931 tablosuna ve kazançların hiç artmadığı progressif rant formülüne göre (asgari ücretler üzerinden) hesaplanan tazminat tutarları çok daha düşük miktarda olduğu için, çoğu davalar retle sonuçlanmakta; bu da , son derece haksız ve adaletsiz bir durumlar yaratmaktadır.
2- Destekten yoksun kalan çocuklar yönünden “süre” ölçüsü
Ana ve babalarının desteğinden yoksun kalan çocuklar yönünden yaşam tablosu söz konusu değildir. Çünkü çocukların destekten yoksunluk süreleri sınırlıdır. Genel olarak erkek çocuklar 18 yaşına kadar, ortaöğretimde iseler 20 yaşına kadar, yüksek öğrenim görüyorlarsa 25 yaşına kadar; kız çocuklar 22 yaşına kadar, yüksek öğrenimde iseler 25 yaşına kadar destek görürler. Bunların dışındaki kişilerin destek tazminatı isteyebilmeleri sıkça görülen durumlardan değildir. Ancak her zaman için “gerçek” durumların gözetilmesi gerekmektedir. Örneğin, belli yaşı geçmiş olmasına karşın, evlenmemiş olan ve bir işi ve kazancı bulunmayan kız evlât için, evlenme şansı cetvellerine bakılarak belli bir oranda tazminat hesaplanması hakça ve yaşam gerçeklerine uygun bir değerlendirme olacaktır.
3- Çocukların ana babalarına destekliği yönünden “süre” ölçüsü
a) Ölen çocukların ana ve babalarına destekliği söz konusu olduğunda, bilirkişiler tazminat hesabını, çocuğun belli bir yaşa gelip çalışmaya ve kazanç elde etmeye başlayacağını varsaydıkları genellikle 18 yaşından başlatmakta, bundan yetiştirme giderlerini indirip, olay tarihine iskonto etmekte, böylece ana ve babanın tazminatını çok düşük miktarlarda hesaplamakta; çıkan sonuç son derece az olduğu gibi, bazı bilirkişiler (anlaşılmaz bir mantıkla) yetiştirme giderlerini, destek tazminatından daha yüksek hesaplayarak, davacı anne ve baba, tazminat almak şöyle dursun, borçlu bile çıkarılmaktadırlar.
Küçük yaşta ölen çocuklar için yapılan bu biçim hesaplamalar, birkaç kez görsel ve yazılı yayın organlarında (medyada) yer almış, yoğun ve sert tepkilere neden olmuştur.
b) Elbette ki, bu tür hesaplamalar yanlış ve yaşam gerçeklerine aykırıdır. Çünkü, çocukların çok küçük yaşlardan başlayarak anne ve babalarına “yardım ve hizmet etmek” suretiyle destek oldukları yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu konuda yasa hükümleri gözden kaçırılmaktadır. 4721 sayılı Medeni Yasa’mızın “karşılıklı yükümlülükler” başlıklı 322’nci maddesinde: “Ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmekle yükümlüdürler” denilmiştir. Önceki Medeni Yasa 260.maddesi de aynı biçimde olduğu içindir ki, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1977 yılında verdiği bir kararında, çocukların küçük yaşlardan başlayarak beden güçleriyle “yardım ve hizmet ederek” ailelerine maddi destek sağladıkları, köy okuluna giden sekiz yaşındaki çocuğun tatilde ve okul saatleri dışında babasına yardım ederek kendisine yapılan masrafların karşılığını ödediği, bu nedenle “bakım ve yetiştirme giderleri” adı altında tazminattan bir indirim gerekmeyeceği sonucuna varılmıştır.[5]
c) Yargıtay’ın son otuz yılda yerleşik hale gelen kararlarında, destekliğin yalnız “parasal” olmayacağı, özellikle çocukların anne ve babalarına destekliğinin daha çok “yardım ve hizmet ederek” gerçekleşeceği kabul olunmaktadır.[6]
d) Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile İLO Türkiye Ofisinin birlikte yaptıkları 2006 yılı çocuk işgücü araştırma sonuçlarına göre, çocukların "ev işlerinde" çalışmaları altı yaşından başlamaktadır. Raporda, 6-17 yaş grubundaki bütün kız çocukların %53'ünün ve erkek çocukların %33'ünün yemek yapma, çamaşır yıkama, temizlik, alışveriş ve küçük kardeşlere bakma gibi ev işleri yaptıkları; 15 -17 yaş grubundaki kız çocukların hemen hemen dörtte üçünün gerek kırsal, gerekse kentsel yerleşimlerde ev işleri yaparak ailelerine yardımcı oldukları açıklanmıştır. Daha önce 1994 ve 1999 yıllarında yapılan araştırmalarda da aynı sonuçlar alınmıştır. DİSK-AR'ın araştırmasına göre de, "ev işlerinde" çalışan çocukların sayısı 1999 yılında 4 milyon civarında iken, 2006 yılında bu sayının 7 milyona ulaştığı saptanmıştır. Kırsal kesimde yapılan incelemelerde çocukların 8-9 yaşlarından başlayarak tarım ve hayvancılık işlerinde çalıştırıldıkları saptanmıştır.[7]
e) Yukardan beri yaptığımız açıklamalara ve en son TÜİK ve İLO ile DİSKAR’ın araştırma sonuçlarına göre, kim nasıl bir hesaplama yaparsa yapsın, kim nasıl bir hesaplama isterse istesin, artık bugüne kadar sürdürülen yanlış uygulamayı terketmek; yaşam ve ülke gerçeklerine, yasalardaki hükümlere, Türk toplumunun aile yapısına uygun bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
4- Eşlerin yaşlılık günlerinde birbirlerine destekliği
Eşler yaşlılık ve emeklilik günlerinde (yaşam sürelerinin sonuna kadar) birbirlerine yardım ve hizmet ederek, bakıp gözeterek destek olacaklardır. Bu konuda Yargıtay kararlarında şu açıklamalar yapılmıştır:
Destek” kavramının yalnızca parasal katkı şeklinde anlaşılması gerekmez. Yaşlılık veya hastalıkta ya da ihtiyaç duyulan diğer durumlarda yapılan ev işleri, bakım gibi hizmet ve yardımlar da destek kavramı içerisinde sayılır. 79 yaşında ölen desteğin olay tarihinde gelir getiren bir işte çalıştığı ispatlanamasa bile yukarıda belirtilen şekilde eşine vereceği desteğin asgari ücret üzerinden hesaplanması gerekir.
4.HD.17.04.2008, E.2007/8981-K.2008/5368
Desteğin, emekli de olsa, kalan ömrü süresinde, ev ve çarşı pazar işleri gibi günlük işleri yaparak, aile bütçesine asgari ücret düzeyinde katkı sağlayacağı göz önüne alınıp net asgari ücret üzerinden davacı eş yararına destekten yoksun kalma tazminatı hesaplattırılması gerekir
4.HD.17.06.2010 E. 2009/10653 K. 2010/7338
Destek emekli olduktan sonra bu dönemde başka bir işte çalıştığı kanıtlanırsa o gelirin esas alınması, böyle bir iddia ileri sürülmez veya kanıtlanmaz ise mirasçısı olan eşe emekli maaşı dışında ancak asgari ücret düzeyinde bir destek sağlayabileceğinin kabulü gerekir.
4.HD.16.10.2008, E.2008/11467 K.2008/11898
“Davacı eş için destek zararı ölenin pasif dönemini de kapsar. Desteğin davacı eşine pasif dönemde destek vermeyeceğinin kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır.”
4.HD.20.02.2009, E.2008/7818 - K.2009/2466
Desteğin emeklilik dönemindeyken yaşamını yitirdiği anlaşıldığına göre, ev işlerine yapacağı katkı (hizmet) gözetilerek net asgari ücret esas alınmak suretiyle hesaplanacak destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmelidir.
4.HD.24.06.2008 E. 2007/11168 K. 2008/8629
Desteğin ileri yaşta olması, yardım ve hizmet ederek, ev işlerini yaparak destek sağlamasına engel değildir. Yerleşmiş içtihatlara göre, bedelsiz olarak başkasının bakımını sağlayan ya da ona yardım eden kimse destek sayılmıştır.
11.HD.13.9.1999, E.1999/4689 - K.1999/6755
Emekli iken yaşamını yitiren desteğin, emekli de olsa, kalan ömrü süresinde, ev ve çarşı pazar işleri gibi günlük işleri yaparak, aile bütçesine asgari ücret düzeyinde katkı sağlayacağı göz önüne alınıp net asgari ücret üzerinden davacı eş yararına destek tazminatı hesaplattırılması gerekir.
4.HD.17.06.2010, E.2009/10653 K.2010/7338
5- Beden gücü kaybına uğrayan çocuklar yönünden “süre” ölçüsü
a) Bu konuda da bilirkişiler yanılmakta, küçük yaşta sakat kalan çocukların “güç kaybı” tazminatını, bulundukları yaştan değil, ilerde çalışma yaşamına atılacakları varsayılan 18 yaşından başlatmaktadırlar. Bunun hiç mantığı yoktur. Kimileri “Yargıtay böyle istiyor” demekte iseler de, Yargıtay’ın bu konuda olumsuz bir kararı yoktur. Aksine Yargıtay, bir işi ve kazancı bulunmayan, örneğin yaşlılık ve emeklilik günlerini sürdüren kişilerin “günlük yaşamlarını sürdürürlerden sakatlıkları oranında zorlanacak olmaları nedeniyle” tazminat isteme hakları bulunduğunu kabul etmektedir. Bu konuda pek çok karar örneği vardır.
b) Yargıtay’ın artık yerleşik hale gelmiş kararlarıyla, bir işi ve kazancı olmayanların veya yaşlılık ve emeklilik günlerini sürdürenlerin, günlük yaşamlarında sakatlıkları oranında zorlanacak olmaları nedeniyle “güç kaybı tazminatı”isteme hakları bulunduğu kabul olunmasına göre, küçük yaşta sakat bırakılan çocukların da günlük yaşamlarını sürdürürlerken, okullarına gidip gelirlerken sakatlıkları oranında zorlanacak olmaları nedeniyle, onların da “güç kaybı tazminatının” bulundukları yaştan hesaplanmasında zorunluluk ve gereklilik bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay 17.Hukuk Dairesi son kararlarıyla bunu kabul etmiştir.[8]
c) Ayrıca,Yargıtay kararlarında, ileri derecede sakat bırakılan çocukların yaşam boyu bakım giderlerinin bulundukları yaştan hesaplanacağı öngörülmüş olmasına göre, güç kaybı tazminatının da aynı biçimde bulundukları yaştan hesaplanması gerekmektedir.
6- Geçici işgöremezlik durumunda “süre” belirlemesi
Uygulamada çoğu kez ceza mahkemesinde verilen “iş ve güçten kalma” raporu ile yetinilmekte, gerçek “iyileşme süresi” gözardı edilmektedir. Oysa, Ceza Hukuku yönünden alınan “iş ve güçten kalma” raporu ile Tazminat Hukuku yönünden alınması gereken ve yaralanan kişinin “mesleki işten kalma” süresini saptayan raporlar nitelikleri, işlevleri ve yasal dayanakları yönünden birbirlerinden farklıdır. Şöyle ki:
a) Ceza davasındaki iş ve güçten kalma raporları, tazminat davalarında geçerli değildir. Çünkü, ceza mahkemesinde ceza uygulaması yönünden geçerli “iş ve güçten kalma” raporları, yaralanan kişinin bu süreler içerisinde (yeme-içme, yatıp-kalkma, soyunup-giyinme türünden) hareket kısıtlılığını dikkate almaktadır.
Oysa, tazminat davalarında önemli olan, geçici ve kısa süreli hareket kısıtlılığı değil, haksız eylem sonucu yaralanan kişinin, bu yaralanma nedeniyle bir süre işinden ve mesleğinden uzak kalması ve zarara (kazanç kaybına) uğramasıdır. Geçici işgöremezlik olarak nitelenen bu sürenin saptanması, ceza davasındaki değerlendirme ölçülerinden ayrı, özel bir değerlendirme yöntemini zorunlu kılmaktadır. Kişinin iş ve uğraş alanına, mesleğini yaparken ve kazanç elde ederken beyin gücünü veya bedenini daha fazla kullanıyor olmasına, en fazla kullandığı vücut organının iyileşme sürecine, işi ile evi arasındaki uzaklığa ve buna benzer kişiye özel durumlara göre işgöremezlik (mesleki işten kalma) süresinin özel bir yöntemle belirlenmesi gerekmektedir.[9]
b) Ceza davasında iş ve güçten kalma raporlarındaki süreye “adli şifa” süresi ve hukuk mahkemesinde tazminat hesabına esas süreye “tıbbi şifa” süresi denilmektedir.
Adli şifa, hastanede yatış veya hekimin tedaviyi tamamlama süresi ile sınırlıdır.
Tıbbi şifa ise, bütünüyle iyileşme ve eski sağlığına kavuşma süresidir. Bu süre, kişiden kişiye değişir. Örneğin beden gücüyle çalışan bir işçi için, masa başında çalışan bir kişiye oranla daha uzun olmak gerekir. Yapılan işte hangi organ daha fazla kullanılıyorsa, iyileşme (geçici işgöremezlik) süresi de ona göre belirlenecektir. Kolu kırılan bir kimse yazarak çalışıyorsa, onun geçici işgöremezlik süresi, kolunu kullanabilecek duruma gelinceye kadar olan iyileşme süresidir.
c) Açıklanan bu nedenlerle, yaralanan ve geçici işgöremezlik kaybına uğrayan kişilerin, tazminat hesabına esas süreleri, yaptıkları işe, hangi organlarının zarar gördüğüne, yaşlarına ve meslek durumlarına göre belirlenecektir.
d) Şunu ekleyelim ki, kalıcı sakatlıklarda olduğu gibi, geçici işgöremezlik durumlarında da, yaralanan kişilerin tazminat isteyebilmeleri için bir iş ve kazançlarının bulunması koşul değildir. Bu kimseler, bir süre için günlük yaşamlarını olağan biçimde sürdürememekte iseler, en azından yasal asgari ücretler düzeyinde bir tazminat hesabı yapılması gerekecektir.
IX-TAZMİNATIN (PARASAL) DEĞER ÖLÇÜSÜ
1- Genel olarak
Türk hukukunda tazminat, Türk Lirası cinsinden “para” olarak değerlendirilmekte; desteğin veya zarar görenin ücret ve kazançları yabancı para cinsinden ise, hesaplamada Türk Lirasına çevrilmektedir. Haksız eylemden zarar gören kişilerin bir işleri ve kazançları varsa, bu kazançların olay tarihinden rapor tarihine kadar yıllara ve dönemlere göre “bilinen” tüm artış miktarları “işlemiş dönem” zarar hesabına esas tutulacak; geleceğe yönelik “işleyecek dönem" zararları için, en son bilinen kazanç tutarı birim alınarak her yıl için belli bir oranda artırılacaktır.
Bir işi ve kazancı olmayanların tazminatı, asgari ücretler üzerinden hesaplanacak; gene olay tarihinden rapor tarihine kadar yürürlüğe girmiş olan tüm asgari ücretler “işlemiş dönem” zarar hesabına esas alınacak; “işleyecek dönem” zararları da, en son yürürlüğe giren asgari ücretin her yıl belli bir oranda artırılması suretiyle hesaplanacaktır.
Destekten yoksun kalma tazminatı hesabında, parasal yardım söz konusu ise, desteğin işi ve kazancı üzerinden değerlendirme yapılacak; eğer yaşasaydı olay (ölüm) tarihinden rapor tarihine kadar yıllara göre ne kadar bir kazanç elde edebileceği, ya ilgili meslek kuruluşundan sorulacak, ya da meslek kuruluşu bilgi veremiyorsa, olay tarihindeki kazancının asgari ücretin kaç katı olduğu saptanıp, bulunan katsayı dönemlere göre asgari ücret artışlarına uygulanarak “işlemiş” zarar hesabı yapılacaktır.
Eğer desteklik, para yardımı biçiminde değil de “yardım ve hizmet” ederek gerçekleşmişse, tazminat hesabı asgari ücretler üzerinden yapılacaktır.
Henüz bir işi ve kazancı olmamakla birlikte, ilerde hangi mesleği yapacağı bilinen ve halen öğretim görmekte olan kişilerin tazminatı, okullarını bitirdiklerinde alabilecekleri ücret üzerinden hesaplanacak; bunun için ilgili meslek kuruluşundan yeni işe başlayan bir kimsenin alabileceği ücret sorulup, ileriye doğru belli bir oranda artırılmak suretiyle tazminat hesabına esas kazançlar belirlenecektir.
2- Tazminat hesaplarına esas alınacak veya alınamayacak “parasal” değerler
a) Ölümlerde destekten yoksunluğun “parasal” değerlendirmesi yapılırken, desteğin bir işi, işyeri ve mesleği varsa, çalışarak “beden ve beyin gücüyle” elde ettiği kazançlar üzerinden tazminat hesaplanacak; desteğin o güne kadarki birikimlerinin ürünü olan “gelirler” hesaba alınmayacaktır. Daha açık bir anlatımla, desteğin mirası, taşınır taşınmaz malvarlıklarından elde edilen gelirler, şirket kâr payları, banka hesapları ve kıymetli evrak gelirleri, hayat ve kaza sigortasından alınan paralar, emekli aylığı vb. gibi durağan gelir ve kazanımlar tazminat hesabına katılmayacaktır. Örneğin, desteğin bir şirketi varsa ve onu yönettiği sırada ölmüşse, şirket ve kâr payları mirasçılara kalacağından, tazminat hesabının ölçüsü yalnızca desteğin o şirkete “bedensel ve düşünsel katkısı” olacak; destek yerine aynı işi bir başkasının yapması durumunda ona verilecek ücret, işleyecek dönem zarar hesabına esas alınacaktır. [10]
b) Bedensel zarara uğrayan kişilerin tazminatı hesaplanırken de, o güne kadarki para ile ölçülebilen birikimleri ve bunlardan gelen gelirler tazminat hesabına katılmayacak, beden ve beyin gücüyle elde etmekte oldukları kazançlar tazminat hesabının ölçüsü olacaktır. Örneğin, beden gücünü yitiren kişinin kira gelirleri varsa, bunlar çalışarak ve güç harcayarak elde edilen kazançlardan olmadığından tazminat hesabına esas alınmayacaktır. Bunun gibi, çalışmayan ve gelirleriyle geçinen zengin bir kimsenin güç kaybı tazminatı yasal asgari ücretler üzerinden hesaplanacak; bu hesaplamada kira gelirleri, banka faiz gelirleri, şirket kâr payları vb. hesaba katılmayacaktır.
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan işçilerin tazminat hesabına esas ücretleri belirlenirken, bir yıl içinde para ile ölçülebilen ve süreklilik taşıyan tüm ödemelerin toplamı alınacak; fazla çalışma, özendirme primi, yolluk gibi süreklilik taşımayan ödemeler hesaba katılmayacaktır.
3- Kazanç belirlemede dikkate alınacak hususlar
a) Çalışanlar yönünden tazminat hesabına esas kazançlar belirlenirken,“gerçek kazanç” araştırılacak; ücret bordroları, vergi bildirimleri, ticari defterler gerçeği yansıtmıyorsa, bunlar dikkate alınmayacaktır. O kadar ki,işçi ücret bordrolarını koşulsuz imzalamış bulunsa dahi, nitelikli işçi ise, yaptığı işin özelliğine, kıdemine ve ustalık derecesine göre gerçek kazancı araştırılıp tazminat hesabı ona göre yapılacaktır. Tüm resmi belgelerde, yazılı sözleşmelerde, sigorta hesap cetvellerinde, vizite kağıtlarında, müfettiş raporlarında yer alan ücretler, eğer gerçeği yansıtmıyorsa, aksinin kanıtlanması durumunda geçersiz sayılacaktır.
b) Tüccar ve sanayiciler ile serbest meslek sahiplerinin vergi bildirimlerini düşük göstermeleri durumunda da, gerçek kazançları araştırılacaktır. Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre, vergi kamu düzeniyle ilgili olup, kişinin gelirini düşük göstermesi ve gerçeğe aykırı bildirimde bulunması vergi mevzuatını ilgilendirir; kazanç kaybının hesaplanmasında esas alınamaz. Gerçek zarar saptanarak hüküm altına alınmalıdır.[11]
c) Ahlâka aykırı olmamak koşuluyla, kayıt dışı ve çeşitli yollardan elde edilen kazançlar da, kanıtlanmak koşuluyla tazminat hesabına esas alınabilir. Örneğin, izinsiz çalışan sokak satıcıları elde ettikleri kazançları kanıtlayabilirlerse, tazminat hesabı bu kazançlar üzerinden yapılır.
d) Ev hizmetlerinde çalışan, evlere temizliğe giden kadınların tazminat hesabına esas kazançları da tanık dinletilerek kanıtlanabilir. Yeter ki, bu tür iddialar düzmece olmasın ve yöntemince kanıtlanabilsin.
4- Destekten yoksunlukta “parasal” ölçü
Destekliğin parasal olması koşul değildir. Yardım ve hizmet ederek de destek olunabilir. Örneğin, ev kadınlarının ev hizmetlerini yaparak aileye maddi destek sağladığı kabul edilmektedir. Bunun gibi, evlâdın yaşlı anne ve babasını bakıp gözetmesi, koruyup kollaması, hastalıklarında veya ihtiyaç duyduklarında yardım ve hizmetlerine koşması destek sayılmak için yeterli görülmektedir. Eşler de yaşlılık günlerinde birbirlerine yardım ve hizmet ederek destek olurlar. Son dönemde ülke çapında yapılan araştırmalarda, çocukların çok küçük yaşlardan başlayarak aileye türlü biçimlerde ekonomik katkı sağladıkları, anne ve babalarına yardım ve hizmet ettikleri saptanmıştır.
Parasal desteklikte tazminatın ölçüsü, ya belli zamanlarda yapılan para yardımlarıdır ya da ölen desteğin beden ve beyin gücüyle çalışarak elde ettiği kazançlardan destek görenin payına düşmesi gereken miktardır. Buna “destek payı” denilmektedir.
Yardım ve hizmet ederek desteklikte tazminatın ölçüsü yasal asgari ücretlerdir. Bu bir asgari değer ölçüsüdür.
Yukarda belirttiğimiz bir hususu önemi nedeniyle bir daha yineleyelim ki, ölen destekten mirasçılarına kalan taşınır taşınmaz malvarlıkları, banka hesapları, hayat veya ferdi kaza sigortasından ödenen paralar, sosyal güvenlik kurumlarının (yeterli miktarda prim ödenmiş olmanın karşılığı) ölüm dalından bağladığı dul ve yetim aylıkları destek tazminatıyla ilişkilendirilmez ve tazminat hesabında dikkate alınmaz; bütün bu gelirler ve edinimler tazminat hesabının parasal ölçüsü olamaz. Bunun gerekçesi, eğer destek olan kişi, haksız ve hukuka aykırı bir olay sonucu değil de, normal ölümle ölmüş olsaydı, nasıl olsa mirasının ve haksız eylem dışı kazanımların mirasçılara kalacak olmasıdır.
Öte yandan, normal koşullarda elde edilen miras ve benzeri kazançlar tazminattan düşülerek veya destek tazminatının karşılığı sayılarak zarar sorumlularının bundan yararlandırılmaları ve tazminat ödemekten kurtarılmaları kabul edilemez. Bu konuda Yargıtay BGK 06.03.1978 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile bugüne kadar düzenli ve tutarlı bir biçimde oluşturulan yerleşik kararların yanı sıra, 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesi bu konuya kesin bir açıklık getirmiştir.
5- Bedensel zararlarda “parasal” ölçü
Haksız ve hukuka aykırı eylem sonucu sakat kalan kişinin kazançlarında bir azalma olmasa bile, aynı kazancı elde ederken sakatlığı oranında zorlanacak olması nedeniyle “gerçek kazançları” üzerinden “güç kaybı tazminatı” hesaplanacaktır.
Bir işi ve kazancı olmayan kişilerin “güç kaybı tazminatı”, yasal asgari ücretler üzerinden hesaplanmaktadır.
X-TAZMİNAT HESAPLAMA İLKELERİ
1- Haksız eylemlerde zarar başlangıcı olay tarihidir.
“Gasbeden daima temerrüt halindedir” (Fur semper in moro) evrensel bir hukuk kuralıdır. Haksız eylemden doğan zarar, daha sonra öğrenilmiş olsa dahi, olay tarihinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle, tazminat hesabının da olay tarihinden başlatılması gerekir. Öyle olunca da zarar görenlerin olay tarihindeki yaşlarına göre zarar süreleri belirlenecek; olay tarihindeki koşullar öncelikle dikkate alınacaktır. Bunun tek ayrığı, parasal değerlendirmede rapor (hüküm) tarihine kadar belli olan ücret ve kazançların hesaplamaya esas alınmasıdır.Bu kuralı aşağıda açıklayacağız.
2- Gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz
a) Tazminat hesaplarında olay tarihi başlangıç alınmakta ise de, rapor (hüküm) tarihine kadar geçen zaman içerisinde hesaplamaya esas kazançlar belli olduğundan, geleceğe yönelik zarar hesaplarında olduğu gibi varsayımlara dayanılamayıp, o güne kadar “bilinen” ücret ve kazançlara göre “işlemiş dönem” zararlarının hesaplanması gerekmektedir. Bu uygulama, Yargıtay kararlarında sıkça yinelendiği gibi, “gerçek belli ise varsayımlara dayanılamaz” ilkesinin bir gereğidir.
b) Aynı ilke, dul eşin yeniden evlenme şans oranı belirlenirken de dikkate alınmaktadır. Destekten yoksun kalan dul eş, olay tarihinden epeyce bir zaman geçtikten sonra ve hesap raporunun düzenlendiği yıla kadar evlenmemişse, yeniden evlenme şansı olay tarihindeki yaşına göre değil, rapor (hüküm) tarihindeki yaşına göre belirlenmektedir.[12]
c) Tazminat hesaplarında çalışma yaşı (işgörebilirlik çağı) için genellikle (60) yaş sınırı konulmakla birlikte, kişi eğer ilerlemiş yaşına karşın çalışmasını sürdürmekte ise, burada da “gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz” ilkesi söz konusu olmakta, destek eğer yaşasaydı yaptığı işe ve genel yaşam deneyimlerine göre daha kaç yaşına kadar çalışabileceği belirlenip “aktif dönem” zararı buna göre hesaplanmaktadır.
Aynı biçimde ileri yaşta çalışmasını sürdürmekte iken, haksız eylem ve olay sonucu sakat kalan kişinin, eğer sakat kalmasaydı daha kaç yıl çalışabileceğinin belirlenmesi ve buna göre “aktif dönem” zarar hesabının yapılması gerekmektedir.
3- Tazminat, yaşam sürelerinin sonuna kadar hesaplanmalıdır.
Tazminat hesapları, “aktif dönem” ve “pasif dönem” diye iki bölüme ayrılmakta ve aktif dönem zararı, iş ve mesleğinden elde ettiği veya elde etmesi olası kazançlara göre; yaşlılık ve emeklilik sürelerine ilişkin “pasif dönem” zararı ise, yasal asgari ücretler üzerinden hesaplanmaktadır.
Yargıtay’ın iş kazalarını inceleyen Özel Dairesi çok eski yıllarda işçinin yaşlılık aylığına hak kazanacak olması nedeniyle pasif dönem zararı hesaplanmayacağı yönünde kararlar vermekte iken, yıllar önce bu kararlarını değiştirmiş; “işçi, yaşlılık aylığını elde etmek için sakatlığı oranında daha fazla güç (çaba) harcayacağından “pasif dönem” zararı da hesaplanmalıdır” denilmeye başlanmıştır.[13]
Zaten Yargıtay’ın insan zararlarını inceleyen öteki daireleri de öteden beri “kişi yaşlılık ve emeklilik döneminde günlük yaşamını sürdürürken sakatlığı oranında zorluk çekeceğinden pasif dönem zararı da hesaplanmalıdır” biçiminde kararlar vermekte olduğuna göre, pasif dönem zarar hesapları kesinlikle yapılmalıdır.[14]
4- Desteğin (olası) yaşam süresinin sonuna kadar yakınlarına destek olacağı kabul olunarak “aktif dönem” ve “pasif dönem” zararları hesaplanmalıdır.
Yargıtay’ın artık süreklilik kazanmış kararlarına göre, emeklilik dönemini sürdüren kişiler, yaşlılık günlerinde birbirlerine “yardım ve hizmet” ederek destek olurlar. Bu nedenle “pasif dönem” zararları asgari ücretlerin geçim indirimsiz net tutarları üzerinden hesaplanacaktır. Çünkü bu bir değer ölçüsüdür.
5- Gerçekleşmiş zarar kavramı
Tazminat hesabı olay ve zarar tarihinden çok sonra yapıldığı için, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki süreye “gerçekleşmiş zarar” denilmekte ve bu süreye ilişkin tazminat tutarı iskontoya tabi tutulmamakta; “vadesi geldiği halde ödenmemiş bir alacağın iskontoya tabi tutulması, iskonto kavramı ile bağdaşmaz” denilmektedir.
6- Bilinen (işlemiş) dönem kazançları veya parasal ölçütü
Olay tarihi ile (hüküm tarihine en yakın) rapor tarihi arasında tazminat hesabına esas kazançlara “bilinen dönem kazançları” veya “işlemiş dönem kazançları” denilmekte; bu dönem kazançlarının olabildiğince “gerçek kazançlar” olmasına özen gösterilmekte, bu dönemde varsayımlara yer verilmemektedir. Bu konuda ilke kararlardan biri, tazminatın “en son verilere” en son kazanç unsurlarına hesaplanması olup, “gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz” denilmektedir.
7- Bilinmeyen (işleyecek) dönem kazançları veya parasal ölçütü
Bilinen dönem kazançları iskonto edilmeksizin hesaplandıktan sonra, her bir hak sahibinin bakiye (işleyecek dönem) zarar sürelerine göre, en son yıla ait kazanç unsuru birim alınarak, her yıl için %10 artırılmak ve %10 iskonto edilmek suretiyle işleyecek dönem zarar hesabına esas kazançlar belirlenmektedir.
8- Pasif dönemin parasal ölçütü
Pasif dönemde bir kazanç söz konusu olmayıp, bu dönem için zarar hesabının parasal unsuru bir "değer ölçüsü"dür. Ölümlerde desteğin yakınlarına yardım ve hizmet ederek destek olduğu kabul edilir. Bedensel zararlarda kişinin günlük yaşamını sürdürürken sakatlığı oranında zorluk çekeceği varsayılır. Her ikisinde de tazminat hesabı için bir "değer ölçüsüne" gereksinim bulunduğu için, asgari ücretlerin geçim indirimsiz net tutarları birim alınır. Şu kadar ki, pasif dönem zararı (n) yıl sonrasının parasal değerine göre hesaplanmakla birlikte, (n) yıl önceden alınacağı için iskontoya tabi tutulur.
9-Peşin değer hesabı
Eğer, hesaplanan tazminat, alınması gerektiği yıldan çok önce alınacaksa, yıl sayısının karşılığı iskonto katsayısı uygulanarak tazminatın peşin değeri belirlenmektedir.
XI-TAZMİNAT HESABINA KATILMAYACAK VE TAZMİNATTAN
İNDİRİLMEYECEK OLAN EDİNİMLER
1- Miras ve miras gelirleri tazminattan indirilmez.
Ölümlerde, tazminatın parasal değerlendirmesinde ölçü alınacak olan yalnızca ölenin “bedensel ve düşünsel üretimi” ile “yardım ve hizmet ederek” sağladığı desteklik olup, bu hesaba:
a) Ölenin mirası ile miras gelirleri ve malvarlığından kaynaklanan gelirler (kira gelirleri, işyeri gelirleri, şirket kâr payları, banka faizleri, değerli kâğıtların getirileri vb) katılmayacak ve tazminattan indirilmeyecektir. Çünkü, mirasçılık zarar verici olayın sonucu olmayıp, doğal ölümle de elde edilebilen ve yasadan doğan bir haktır. Bu yüzden zarar veren, zarar görenin yasadan doğan haklarından yarar sağlayamaz. Öte yandan, zarar veren, ölenin malvarlığında meydana gelebilecek olası artışları, bir başka deyişle, terekenin artma olasılığını da önlemiştir. Zarar gören, erken mirasa kavuşması şöyle dursun, haksız ve hukuka aykırı ölüm sonucu, ölenin malvarlığındaki olası artışlardan da yoksun kalınmıştır. Bu açıdan da bir yarar değil, bir zarar sözkonusudur.
b) Şirket ortaklık ve kâr payları tazminattan indirilmez ve tazminat hesabının ölçüsü olmaz. Ölenin ortak olduğu şirketten mirasçılara geçen şirket ortaklığı ve kâr payları da destekten yoksun kalma tazminatı ile ilişkilendirilmez, tazminattan indirilmez ve tazminat hesabında "kazanç" unsuruna katılamaz; başka bir deyişle “tazminat hesabının ölçüsü” olamaz. Tazminat hesabının ölçüsü, şirket gelirleri değil, desteğin şirkete "bedensel ve düşünsel katkısı"dır.
2- SGK'nun ölüm sigortasından bağladığı "aylıklar" tazminattan indirilmez
Sosyal Güvenlik Kurumu'nun ölüm sigortası dalından eş ve çocuklara bağladığı dul ve yetim aylıkları ile ana ve babaya bağlanan aylıklar tazminatın ölçüsü olamayacak ve tazminat tutarlarından indirilmeyecektir. (6098 sayılı TBK m.55, 5510 sayılı Yasa m. 32-34; 506 sayılı Yasa m.65,66 ve 69; 1479 sayılı Yasa m.40 ve Yarg. 06.03.1978, 1/3 İçt.Bir.K.)
3- SGK'nun kaza sigortasından bağladığı "gelirlerin" indirimi sınırlıdır
5510 sayılı Yasa’nın 21.maddesine ve ondan önce 506 sayılı Yasa’nın 26.maddesinin bir cümlesini iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin 23.11.2006 gün E.2003/10 K. 2006/106 sayılı kararından sonraki düzenlemeye göre, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun “iş kazası ve meslek hastalığı sigortası” dalından bağladığı gelirlerin:
a) Sorumlu (davalı) işveren ise, sigortalıya bağlanan gelirin “ilk peşin değerinin kusura karşılık gelen tutarı” kadar indirim yapılacaktır. (5510/m.21,f.1)
b) Sorumlu (davalı) üçüncü kişi ise, sigortalıya bağlanan gelirin “ilk peşin değerinin yarısının (1/2’sinin) kusura karşılık gelen tutarı” kadar indirim yapılacaktır. (5510/m.21,f.4)
Ayrıca bu konuda, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesinde: “Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar ve tazminattan indirilemez” denildiğini anımsatalım.
4- Kamu görevlerinin neden oldukları iş kazalarında, hak sahiplerine bağlanan SGK. gelirleri tazminattan indirilmez.
5510 sayılı Yasa'nın 21.maddesi 5.fıkrası ilk cümlesine göre, " kamu görevlileri, er ve erbaşlar ile kamu kuruluşları tarafından görevlendirilen diğer kişilerin görevlerini yaparken ölümlü iş kazası meydana gelmişse, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan gelirler için kurumuna veya ilgililere rücû edilmez. Bu nedenle ölen kişinin hak sahiplerine bağlanan gelirler, destekten yoksun kalma tazminatından indirilmez.(6098/m.55)
5- İş kazasında kusuru bulunan haksahiplerine rücu edilemeyeceği için, bağlanan gelirler tazminattan indirilmez.
5510 sayılı Yasa'nın 21.maddesi 5.fıkrası son cümlesine göre, "İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücû edilmez." Bu nedenle de SGK. gelirleri tazminattan indirilmez. (6098/m.55)
5510 sayılı Yasa'daki bu düzenleme, önceki 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın 26.maddesi 3.fıkrasında ve 1479 sayılı Bağ-Kur Yasası'nın 63.maddesi 3.fıkrasında da bulunuyordu.
6- Yaşam sigortasından ve kişisel kaza (can) sigortasından alınan paralar da tazminat hesabıyla ilişkilendirilmeyecek ve bunlar tazminattan indirilmeyecektir.
7- Bunun gibi, bir kaza (can) sigortası türü olan Karayolu Yolcu Taşımacılığı Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigortası’ndan alınan tazminat tutarları da, destekten yoksun kalma veya işgöremezlik tazminatından indirilmeyecektir.
8- Destekten yoksun kalanların kendi kazançları, malvarlıkları, her türlü gelirleri, başka kişilerden kalan miras ve miras gelirleri, destek tazminatı hesabı ile ilişkilendirilmeyecek ve destekten yoksun kalan kişilerin, malvarlıkları ile kazanç ve gelirleri tazminattan indirilmeyecektir. Çünkü, Yasa’nın anlam ve amacına, Yargıtay’ın yerleşik kararlarıyla oluşan ilkelere aykırı, bugün artık tazminatın ölçüsü kavramıyla bağdaşmayan (bakım gücü-bakım ihtiyacı, varlıklı olma, destek ihtiyacı bulunmama türünden) bir takım yanlış görüşlerin uygulamada yeri bulunmamakta, bu tür görüşler yaşam gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Bilindiği gibi, “gerçek belli iken varsayımlara dayanılamayacağı” temel bir hukuk ilkesidir.
Bu sayılan malvarlığı değerleri ve gelirler (uygulamada) tazminatın kazanç öğesine katılmadıkları için, bunların tazminattan indirilmesi de sözkonusu olmamaktadır.
XII-TAZMİNAT HESAPLAMA YÖNTEMLERİ VE FORMÜLLER
1- Genel açıklama
a) En başta söylediğimiz gibi, İnsan zararlarına (ölüm ve bedensel zararlara) ilişkin tazminat hesaplarında, formüller önemli olmayıp, önemli olan, hesap unsurlarının “hukuksal” değerlendirmesidir. Gene yukarda belirttiğimiz gibi, formüller içi boş kalıplardır. Onların içi hukuksal değerlendirmelerle doldurulacaktır. Ne yazık ki, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat haklarına sağlam ve hakça gerekçeler oluşturulmak, bu yönde güncel ve kapsamlı araştırmalar yapmak, çözümler üretmek yerine formül tartışmalarına takılıp kalınmaktadır. Bu asla doğru değildir.
b) İnsan zararlarının parasal değerlendirmesinde kullanılacak formüller, herkesin kolayca anlayıp kavrayabileceği açıklıkta olmalı; Yargıtay kararlarında denildiği gibi, "denetime elverişli" formüller kullanılmalıdır.
c) Bu tür zarar hesaplarının, hayat sigortalarında veya sosyal güvenlik kurumu gelir bağlama işlemlerinde kullanılan formüllerden ayrı bir yöntemle gerçekleştirilmesi gerekir.
d) Tazminat hesaplama yöntemleri konusunda, yıllardan beri bir karmaşa (kaos) sürüp gelmektedir. Hele son yıllarda bu konu iyice çığırından çıkarılmış, kurumlar arasında uyum ve birlik ortadan kalkmış; hiçbir ülkede görülmeyen bir başıbozukluk ve sorumsuzluk ortamı, bir otorite boşluğu yaratılmıştır. Bu karmaşa (kaos) ortamından kurtulup, ülke koşullarına en elverişli hesaplama yöntemini belirleme yönünde tüm kurumları uyarmak amacıyla, geçmişten bugüne yaratılan karmaşanın (aşağıda) bir özetini vermeye çalışacağız.
2- Yargı’da geçmişten bugüne hesaplama yöntemleri
Tazminat hesaplama yöntemleri konusunda, geçmişten bugüne yargıda benimsenmiş olan uygulamaları kısaca açıklayalım:
a) Ortalama kazanç ve sabit rant yöntemi (%5 artırım ve iskonto değerli dönem)
Türk yargısında, sosyal güvenlik gelir bağlama işlemlerine koşut olarak, elli altmış yıl boyunca “ortalama kazanç ve sabit taksitli rant tekniği” denilen yöntemle tazminat hesapları yapılmış ve geleceğin kazançları % 5 oranında artırılıp iskonto edilmiş olup, bunun anlamı şudur:
aa)Geleceğe dönük tazminat hesaplarında kazançların her yıl %5 artacağı kabul olunmuştur.
bb)Kazançlar yıl yıl %5 oranında artırıldıktan sonra, bunlar toplanarak yıl sayısına bölünüp zarar hesabına esas yıllık ortalama kazanç bulunmuştur.
cc)Yıllık ortalama kazanç üzerinden hesaplanan zarar tutarı, peşin olarak ve toptan ödeneceğinden, zarar süresi (yıl sayısı) kadar %5 iskonto edilmiştir.
dd)Sermayeleştirme (kapitalizasyon) işlemi denilen bu yöntemle toptan ödenecek tazminatın peşin değeri bulunmuş;buna kusur oranı, sakatlık derecesi veya destek payı gibi unsurlar uygulanarak net zarar ortaya çıkarılmıştır.
ee)Formüller:
Yıllık kazanç artışları için Kn fomülü kullanılmıştır.Uygulama:
1+5/100 = 1.05 veya 1 x 1.05 = 1.05 şeklindedir. Ve dizi (5 yıllık örnekte) şöyle sürmektedir:
Yıllar |
%5 artırım işlemi |
Katsayı |
1 |
1.0000 x 1.05 = |
1.0500 |
2 |
1.0500 x1.05 = |
1.1025 |
3 |
1.1025 x 1.05 |
1.1576 |
4 |
1.1576 x 1.05 |
1.2155 |
5 |
1.2155 x 1.05 |
1.2763 |
Yıl yıl iskonto formülü 1/Kn olup,1/1.05=0,95238 biçiminde başlayan hesaplamanın örnek olarak (5) yıllık dizisi şöyledir:
Yıllar |
%5 artırım işlemi |
Katsayı |
1 |
1.00000 / 1.05 = |
0.95238 |
2 |
0.95238 / 1.05 = |
0.90703 |
3 |
0.90703 / 1.05 = |
0.86384 |
4 |
0.86384 / 1.05 = |
0.82270 |
5 |
0.82270 / 1.05 = |
0.78353 |
Yukardaki örneklerdeki yıllara göre kazanç artışlarını hesaplamak ve ortalama kazançları belirlemek için uzun uzun tablolar düzenlemek yerine Kn-1/K-1formülü kullanılmıştır. Bu formülde (K) bir katsayıyı simgeler. Bu katsayı, yukarda da gösterildiği gibi (1) liranın her yıl %5 artırımı ve artırımların birbirine eklenerek (1) liranın (n) yıl sonraki ulaşım değerinin bulunması biçiminde ortaya çıkan rakamlardır. Yani birinci yıl için 1+5/100 = 1.05, ikinci yıl için 1.05 + 5 / 100 = 1.1025, üçüncü yıl için 1.1025 + 5 / 100 = 1.1576’dır... vb. (Diziyi izlemek için yukardaki artırım tablosuna bakınız.) Formülde (n) yıl olarak zarar süresini simgeler.Bu formülle kazanç artışları kısa yoldan hesaplanmakta; zarar süresine göre ortalaması tazminat hesabının birimi olmaktadır.
Kısa yoldan iskonto işlemleri ve peşin değer hesabı için de Kn-1/ Kn (K-1) formülü kullanılmıştır.Bu formülde de yukardaki ikinci tablodaki gibi yıl yıl iskotolama tabloları yerine kısa yoldan sonuca ulaşılmaktadır.
b) Ortalama kazanç ve sabit rant yöntemi (%10 artırım ve iskonto değerli dönem)
1982 yılına kadar, Sosyal Sigortalar Kurumu gelir bağlama işlemlerine koşut olarak yukarda açıklanan %5 artırım ve iskonto değerli ortalama ücret ve sabit rant tekniğine göre tazminat hesaplanmakta iken, formüllerde değişiklik yapılmaksızın, geleceğin kazancının saptanmasında geometrik artış oranı %5’den %10’ çıkarılmıştır. Başka bir deyişle, sermayeleştirme işlemi sabit rant yöntemiyle yapılmakla birlikte kazanç artış ve iskonto oranları %5 iken %10 olmuştur. Bu noktaya, özellikle sosyal güvenlik kurumlarının rücu davalarını incelemekle görevli Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin kararlarıyla gelinmiş; (bugün de olduğu gibi) işçinin yararı değil, sosyal güvenlik kurumlarının rücu davalarında daha yüksek miktarlı sonuçlar almaları amaçlanmıştır. Bu konuda, 1982 yılından başlayarak oluşturulan kararlarda genellikle şöyle denildiği görülmüştür:
“Sigortalının çalışabilirlik süresi içinde, kazançlarında gerçekleşen ve bilinen artışlar, hesapta aynen nazara alınacak ise de, gelecek yıllardaki kazancın bilinen yıl kazancından başlayarak, her yıl %5 artırılmak suretiyle saptanmasına çalışılmaktadır. Oysa ekonomik konjonktür, iş hayatındaki toplu sözleşme ve pazarlık düzeni, sigortalının zamanla uzmanlaşma ve meslekte ilerleme olasılığı, işçi ücretlerinin henüz milletlerarası normların altında olması, ülke gerçekleri, milli gelirdeki artış ve bu artıştan çalışanlara ayrılabilen pay oranları gibi unsurlar gözönünde tutulunca %5 artışın yetersiz kaldığı söylenebilir. Bu konulardaki teknik ve bilimsel incelemelerin ortaya koyduğu sonuçlar da dikkate alınarak, gelecek yıl kazançlarının %5 yerine, uygun ve gerçeğe yakın bir oranda artırılması yoluyla saptanması, adalet ve nesafetin gereğidir” türünden açıklamalarla değişiklik savunulmuştur.
Aşağıda, %10 artırım ve % 10 iskonto biçimindeki uygulamanın işleyişini göstermek için (%5 uygulamasında olduğu gibi) artırım ve iskonto tablolarından 5’er yıllık örnekler verilmiştir.
%10 artırım tablosu
Yıllar |
%10 artırım işlemi |
Katsayı |
1 |
1.0000 x 1.10 = |
1.1000 |
2 |
1.1000 x 1.10 = |
1.2100 |
3 |
1.2100 x 1.10 |
1.3310 |
4 |
1.3310 x 1.10 |
1.4641 |
5 |
1.4641 x 1.10 |
1.6105 |
Yıllara göre kazanç artırımlarını, kısa yoldan hesaplama için (%5 artırım değerli uygulamada olduğu gibi) bu dönemde de Kn–1/K–1 formülünden yararlanılmıştır. Örneğin yukarda 5’inci yılın ulaşım değeri olan 1.6105 katsayısını (1 liranın 5 yılın sonundaki ulaşım değerini) formülde yerine koyarsak (5) yılın katsayısını bulabiliriz:
1.6105 - 1 / 1.10 - 1 = 6.1051
%10 iskonto tablosu
Yıllar |
%5 artırım işlemi |
Katsayı |
1 |
1.0000 / 1.10 = |
0.9090 |
2 |
0.9090 / 1.10 = |
0.8264 |
3 |
0.8264 / 1.10 = |
0.7513 |
4 |
0.7513 / 1.10 = |
0.6830 |
5 |
0.6830 / 1.10 = |
0.6209 |
Yıllara göre iskonto ve peşin değer hesabını, kısa yoldan (%5 iskontolu uygulamada olduğu gibi) %10 iskotolamada işleminde de Kn–1 / Kn(K–1) formülünden yararlanılmıştır. Örneğin yukardaki %10 artırım tablosunda 5’inci yılın artırımlı kazancı olan 6.1051 TL’yı 5’inci yılın 0.6209 olan %10 iskonto katsayısını çarparsak, (5) yılın peşin değerini bulmuş oluruz. İşlem şöyledir:
6.1051 x 0.6209 = 3.7907
Daha somut anlatımla, 1.000 TL. aylık kazancın (5) yıl sonraki ulaşım değeri olan 6.105,10 TL’yı, 5 yılın (0.6209) iskonto katsayısı ile çarparsak , tazminatın peşin değerini buluruz. Buna göre davacının kusur indirimsiz tazminatının peşin değeri:
6.105,10 x 0.6209 = 3.790,66 TL. olur.
c) Progressif rant hesabı dönemi
1993 yılında Ankara’da Banka Ticaret Enstitüsünde işveren temsilcilerinin, sigortacıların, SSK. yöneticilerinin, Yargıtay üyelerinin, yargı çevresinden bazı yargıç ve avukatlar ile akademisyenlerin katılımıyla düzenlenen sempozyumda, daha çok işverenlerin “tazminat hesaplarının yüksekliğinden” yakınmalarına çözüm arama çabası içinde olunmuş; uzun tartışmalardan ve birbirinden farklı bildirilerin sunumundan sonra, üç akademisyen tarafından önerilen “progressif rant” adı altında, aynı kazanç unsurunun her yıl için eşit oranda artırılıp eşit oranda iskonto edildiği, aslında kazançların hiç artmayıp aynı kaldığı, bilimsellikten uzak basit bir yöntem, Yargıtay’ın ilgili dairelerince benimsendiği için, sabit rant formülleri bir yana bırakılıp bu yeni hesaplama yönteminin uygulanması istenmeye başlamış; bu yeni yönteme uymayan mahkemelerin kararları art arda bozulmuştur. Öyle ki, aynı rakamın her yıl ayrı ayrı %10 artırılıp % 10 eksiltilmesinin aynı sonucu verdiği matematiksel bir gerçeklik olmasına karşın, hesaplamayı kısa foırmülle yapan ve (aynı sonucu veren) tablolar yapılmaksızın düzenlenen bilirkişi raporlarına göre verilen mahkeme kararları sırf bu yüzden bozulup davaların yıllarca uzamasına neden olunmuştur.
Halen “progressif rant” adı altında uygulanmakta olan, kazançların hiç artmayıp hep aynı kaldığı her yıl için %10 artırım %10 indirim biçimindeki hesaplamanın işleyişi aşağıdaki örneklerde gösterilmiştir:
%10 artırım - iskonto tablosu
Dönem başındaki kazanç: 300,00 x 1.10 = 330,00 TL
Yıllar |
Kn |
1/ Kn |
Tutar |
1 |
330,00 |
0.9090909091 |
300,00 TL |
2 |
363,00 |
0.8264462810 |
300,00 TL |
3 |
399,30 |
0.7513148009 |
300,00 TL |
4 |
439,23 |
0.6830134554 |
300,00 TL |
5 |
483,15 |
0.6209213231 |
300,00 TL |
Toplam |
1.500,00 TL |
Eşit oranda artırım ve indirimin her yıl için aynı sonucu vereceği (matematiksel) gerçeği yıllarca bir türlü kabul ettirilememiştir. Artırım oranı ne olursa olsun %5, %10, %30, %50… hatta %120 her durumda eşit oranda artırım ve indirimin aynı sonucu vereceğini göstermek için aşağıdaki iki tablo düzenlenmiştir.
Yukarda (3) ayrı örnekte görüldüğü gibi, artırım ve iskonto oranı ne olursa olsun, başlangıçtaki rakamın her yıl için ayrı ayrı eşit oranda artırımı ve indirimi hep aynı rakamı vermekte; başka bir deyişle, bu hesaplama biçiminde kazançlar hiç artmamaktadır. O halde böyle tablolar düzenlemenin hiçbir anlamı ve gereği yoktur. Şu kısa formül, işleyecek dönem zarar hesabına esas kazanç unsurunu bulmak için yeterlidir:
Kazanç x Zarar süresi (yıl sayısı)= İşleyecek dönem kazançları
Formülü yukardaki örneğe uygularsak, kısa yoldan sonuca ulaşırız. Buna göre (5) yıllık zarar süresinin kazançlar toplamı:
300,00 x 5 yıl = 1.500,00 TL. olur.
Uzun çabalardan sonra, Yargıtay’ın bazı dairelerine kısa formül kabul ettirilip, gereksiz ve anlamsız tablolardan vazgeçilmesi sağlanmış ise de, işin aslını bilmeyen ve birbirlerinden kopyalamalarla bilirkişilik yapan bazı kişiler, raporlarında bu gereksiz tablolara yer vermeyi sürdürmektedirler.
3- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ve Sigorta Şirketlerinin yarattıkları karmaşa ve kurumlar arasında uyumsuzluk
a) Sigorta şirketleri “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü” ve %3 teknik faiz adı altında bir hesaplama yöntemini yeğlemekte ve yaşam sürelerinin belirlenmesinde CSO-1980 Amerikan tablosunu kullanmakta; kurumlar arasında uyum sağlama ve ortak bir formülde buluşma girişiminde bulunmamaktadırlar.
b) Sosyal Güvenlik Kurumu da (geçmişte olduğu gibi, rücu davalarından daha iyi sonuç alabilmek ve kurumun parasal gücünü artırmak amacıyla) bir takım akademisyenlere hazırlattığı, aslında ülke gerçeklerine aykırılığı açıkça belli olan TRH-2010 adı altında bir yaşam tablosunu kullanmaya başlamış bulunmaktadır.
c) Yargı’da ise, Yargıtay’ın öngörmesiyle, PMF-1931 Fransız yaşam tablosuna göre ve “prognressif rant” adı altında kazançların hiç artmadığı ve zarar sürelerinin sonuna kadar hep aynı aldığı, bilimsellikten ve matematiksel gerçeklikten uzak basit bir formülle tazminat hesaplanmasında direnilmektedir.
d) Böylece, yargıda PMF-1931 Fransız yaşam tablosu, sigorta şirketlerinde CSO-1980 Amerikan tablosu ve Sosyal Güvenlik Kurumu gelir bağlama işlemlerinde TRH-2010 yaşam tablosu kullanılmak suretiyle tam bir kargaşa (kaos) yaşanmaktadır.
Bu uyumsuzluk (kaos), daha doğrusu başıbozukluk, yaşam tablolarıyla sınırlı kalmamakta; yargıda ”progressif rant” adı altında kazançların hiç artmadığı %0 (sıfır) bir uygulama sürdürülmekte, sigorta aktüerleri “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü” ve %3 teknik faiz uygulamakta, Sosyal Güvenlik Kurumu ise geçmişten bugüne %5 oranı üzerinden ve sabit taksitli rant formüllerine göre gelir bağlamaktadır.
Öyle sanıyoruz ki, böylesi bir durum ve kurumlar arası uyumsuzluk hiçbir ülkede yoktur.
4- Sigorta şirketlerinin uyguladıkları hesaplama yöntemi
a) Sigorta şirketleri, kurumlar arasında uyum sağlama ve ortak bir formülde buluşma girişiminde bulunmaksızın, uzun yıllar herbiri geldiği veya yakın ilişkide bulunduğu Avrupa ülkesinin yaşam tablolarını ve hesap formüllerini kullanmışlar; son yıllarda ise ortak bir görüşte birleşerek ve ülkemizdeki Amerıka Birleşik Devletlerine bağlılık akımına uyarak (yaşam koşulları son derece farklı) ABD’nin bundan yirmiüç yıl önce terkettiği CSO-1980 yaşam tablosunu benimsemişlerdir.
Hesap formülü olarak da, ülke koşullarını, ekonomik göstergelerdeki dengesizliği, para değerindeki sürekli düşüşleri dikkate almaksızın, aktüerlere yaptırdıkları (hukuksal değerlendirmelerden yoksun) hesap raporurlarında, uluslararası bir formül olduğu savı ile “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü”nü kullanmakta; kimselere danışmadan %3 teknik faiz uygulamakta; Sosyal Güvenlik Kurumu’nun %5 artırım ve iskonto değerini dikkate almamaktadırlar.
Sigorta şirketleri bu hesaplama yöntemini, Hazine Müsteşarlığı’na yayınlattıkları 2010/4 sayılı Genelge ile geçerli kılmak ve özellikle yargıya dayatmak istemişlerse de, yargı çevrelerine kabul ettirememişlerdir.
Halen kargaşa sürmekte, trafik kazalarından zarar görenler, aktüerlere yaptırılan tazminat hesap sonuçlarını çoğu kez kabul etmemekte; yargıya başvurmayı yeğlemektedirler.
b) Sigorta şirketlerince benimsenen ve aktüerlerin düzenledikleri raporlarda kullanılan “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü” hakkında, tanıtıcı nitelikte kısa açıklamalar yapalım:
Devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü şöyledir:
ax.n = (Nx – Nx + 1 /Dx
Formülü açarsak: (N şimdiki yaş – N yaşam süresi / D şimdiki yaş) x yıllık kazanç)
Örnek: 30 yaşındaki bir kişinin 60 yaşına kadar 30 yıl boyunca alacağı iratların peşin değeri bu formülle hesaplanmaktadır. Örneği formüle uygularsak: A30,60 = N30 – N60 /D30 olur.
Bu yöntemde, destekten yoksun kalma süresi içinde rantı olacak hak sahibinin yaşama olasılığı alınmadan “serten” yani mutlak ödeme koşuluna bağlı peşin değer hesabı yapılmaktadır. İratlar hemen başlayacak, ancak belirli bir süre (n yıl) devam edecektir. Örneğin, bir sigorta şirketinin (x) yaşındaki bir kimseye (n) yıl süre ile (sağ kaldığı sürece) her yıl başında (1) lira ödemek için sigortalıdan peşin olarak alacağı (a) ile gösterildiğinde peşin değer yukardaki formülle bulunacaktır.
Örnek: 30 yaşındaki bir kimseye 20 yıl süre ile her yılbaşında ödenecek 1.000 TL. iradın peşin değerini %5 oranı üzerinden düzenlenen komütasyon tablosuna bakarak hesaplayalım:
a = N30 –N30+20 / D30 x 1000
a = 3.881.722,3 – 1.017.105,23 / 221.215,1 x 1000 = 13.040 TL.
Bu formül somut olaya uygulanırken, bedensel zarar söz konusu ise, beden gücü kayıp oranına ve davalının kusur durumuna göre; destekten yoksunluk söz konusu ise destek paylarına ve kusur oranına göre tazminat tutarları belirlenecektir.
XIII- HESAPLAMADA İZLENECEK SIRA VE RAPOR DÜZENLEMESİ
1- Ölümlerde destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması
Yukarda genel bölümlerdeki tazminat hesap unsurları da belirtilmek suretiyle, destekten yoksun kalma nedeniyle tazminat hesapları yapılırken rapor planı şöyle olmalıdır:
Birinci bölüm: Tazminat hesabına esas bilgiler:
a)Olayın açıklanması ve nedensellik bağı
b)Kusur ve sorumluluk
c)Ölen desteğin yaşı, yaşam ve destek sağlama süresi, ne tür destek olacağı, işi, mesleği, kazancı
d)Destekten yoksun kalanlar, desteğe yakınlık dereceleri, yaşları, yaşam ve destekten yoksunluk süreleri
e)Destek payları
f)Tazminatın “parasal” unsuru
İkinci bölüm: Tazminatın parasal unsurunun hesaplanması
a) İşlemiş veya bilinen aktif dönem
b) İşleyecek veya bilinmeyen aktif dönem
c) Aktif dönem parasal değerler toplamı
d) Pasif dönem
Üçüncü bölüm: Tazminatın hesaplanması
a)Tazminatın (brüt olarak) hesaplanması
b)Tazminattan indirimler ve indirim nedenleri
c) Kusura göre tazminat tutarları
Açıklamalar:
a) Olay açıklanırken, zararın doğuşu ile eylem arasındaki nedensellik bağı kısaca belirtilmelidir.
b) Kusur ve sorumluluk değerlendirmesi, bu konuda uzman bilirkişiler tarafından yapılacaktır. Davanın tarafları kusur raporlarına soyut itirazda bulunmamalı; haklı nedenler bulmalıdırlar.
c) Desteğin ve destekten yoksun kalanların yaşam süreleri, yargı’da PMF-1931 Fransız yaşam tablosuna bakılarak belirlenmektedir. Belli yaşa göre destek gören çocuklar yaşam sürelerinin tespitine gerek yoktur.
d) Destek ev kadını ise, ev hizmetleri yaşam boyu yapılacağından, “aktif dönem-pasif dönem” ayrımı yapılmamalıdır. Yaşlıların destekliğinde de, aktif dönem olmadığından tek bir hesaplama yapılacaktır.
e) Ölüm nedeniyle destekten yoksunlukta, destek payları, miras paylarından farklı ölçülerle belirlenmektedir. Örneğin, mirasta eş ve çocuklar arasındaki paylaşımda eşin payı 1/4 ve çocukların payı 3/4 iken, destek tazminatında eşin payı her bir çocuğun payının en az iki katı olmaktadır. Çünkü, eşlerden birinin ölümüyle ailenin zorunlu gereksinmelerini ve çocukların bakımını sağ kalan eş üstlenecektir.
f) Destek paylarının, Sosyal Güvenlik Kurumlarının gelir bağlama oranlarına göre belirlenmesi doğru değildir. Hele desteğin payı % 30 sabit tutularak % 70 oranı üzerinden paylaştırma yapılması son derece yanlıştır. Bunun dayanağı olarak bugün yürürlükten kalkmış olan 506 sayılı Yasa'nın 23.maddesi gösterilmiş ise de, 5510 sayılı yasada değişik gelir bağlama hükümleri yer almış; %70 oranından hiç söz edilmemiştir.
g) Destekten yoksun kalanların sayısına, yaşam sürelerine ve destekle olan bağlarına göre belirlenen “destek payları”, başka bir deyişle destekten yoksun kalanlar arasındaki paylaşım oranları belirlenirken, paydalar eşitlenmeli, açıkta pay bırakılmamalıdır. Örneğin, iki çocuklu bir ailede gelirin paylaşımında ölen eşin payı (2), dul eşin payı (2), çocukların payı 1’er olmak üzere destek payları (6) payda üzerinden hesaplanmakta, çocuklardan biri belli yaşa gelip destekten çıkınca payda (5) olmakta, ikinci çocuk da destekten çıkınca eşlerin payları 1/2’şer (yarı yarıya) olmaktadır.
h) Dul eşin yeniden evlenme şansının belirlenmesinde, yaşam tablosunda olduğu gibi, ülkemiz koşullarında araştırılıp düzenlenmiş bir tablo yoktur.Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından kullanılan tablo, ülkemiz koşullarına uygun bir tablo sanılmakta ise de, İsviçre kaynaklı tablolardan yararlanılarak ortalama bir çizelge olarak düzenlenmiştir. TÜİK veya SGK’da bu tür çalışmalar yapılmadığı için zorunlu olarak, dul eşin yeniden evlenme şansını belirlemede, İsviçre Federal Sigortalar Bürosu tarafından düzenletilen Hans Moser ve
Stauffer/Schaetzle evlenme olasılık tablolarından yararlanmaktayız. Bu tablolar yalnızca kadınlar için düzenlenmiş olduğundan, DİE’nin (TÜİK’in) erkeklerin kadınlara oranla %77,13 daha fazla evlenme şansları bulunduğuna ilişkin 1997 yılında yaptırdığı araştırma sonuçlarından yararlanarak, bu oranı kadınlar için düzenlenen tablolara uygulayıp dul erkeğin yeniden evlenme şansını belirliyoruz.
i) Çocuk ölümlerinde, ana ve babaya tazminat hesaplanırken “yetiştirme ve eğitim giderleri” adı altında bir indirim yapılmakta ve bunun gerekçesi olarak ana ve babanın çocuğun ölümüyle bu masraflardan kurtuldukları ileri sürülmekte ise de, bu uygulama toplumda yoğun tepkilere neden olduğu gibi, İLO’nun TÜİK ile işbirliği yaparak yurt çapında yaptıkları araştırma sonuçlarına göre 6-17 grubu çocukların büyük bir bölümünün çalışarak aile bitçesine katkı sağladıkları, çalışmayanların ise çok küçük yaşlardan başlayarak ev hizmetlerinde ailelerine yardımcı oldukları saptanmış olmasına göre, 6 yaşından sonraki çocukların ölümlerinde, ana babalarının destek tazminatı hesaplanırken yetiştirme giderleri adı altında bir indirim yapılmaması gerektiği hususunda ilgilileri sürekli uyarıyoruz. 6 yaş öncesi içinse, madem ki, çocuğun ölümüyle anne babanın onu yetiştirme giderlerinden tasarruf etmiş sayılacakları ileri sürülüyor, o halde bu maliyet hesabına çocuğun doğum masrafları ile öldüğü güne kadar boşa giden yetiştirme giderleri de katılmalı; böylece boşa giden masraflar ile tasarruf edilen giderler denkleştirilmelidir. Hukuk ve mantık bunu gerektirir.
2- Bedensel zararlarda tazminat hesabı
Yukarda genel bölümlerdeki tazminat hesap unsurları da belirtilmek suretiyle, beden güücü kayıpları nedeniyle tazminat hesapları yapılırken rapor planı şöyle olmalıdır:
Birinci bölüm: Tazminat hesabına esas bilgiler:
a)Olayın açıklanması ve nedensellik bağı
b)Kusur ve sorumluluk
c)Beden gücü kayıp oranına ilişkin Sağlık Kurulu Raporu
d)Beden gücü kaybına uğrayan davacının yaşı, yaşam süresi, aktif ve pasif dönem süreleri, işi, mesleği, kazancı
e)Tazminatın “parasal” unsuru
İkinci bölüm: Tazminatın parasal unsurunun hesaplanması
a)İşlemiş dönem
b)İşleyecek dönem
c) Pasif dönem
d)Tazminat hesabına esas kazançlar toplamı
Üçüncü bölüm: Tazminatın hesaplanması:
a)Tazminatın (brüt olarak) hesaplanması
b)Tazminattan indirimler ve indirim nedenleri
c) Kusura göre tazminat tutarı
Açıklamalar:
a) Olay açıklanırken, zararın doğuşu ile eylem arasındaki nedensellik bağı kısaca belirtilmelidir.
b) Kusur ve sorumluluk değerlendirmesi, bu konuda uzman bilirkişiler tarafından yapılacaktır. Davanın tarafları kusur raporlarına soyut itirazda bulunmamalı; haklı nedenler bulmalıdırlar.
c) Beden gücü kayıp oranı, Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü (SSİT) hükümlerine veya 11 Ekim 2008 gün 27021 sayılı RG’de yayınlanan Çalışma ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliği’ne göre belirlenmelidir. İşlevi farklı olan Özürlülük Ölçütü Yönetmeliği bu konuda geçerli sayılmamalıdır.
d) Beden gücü kaybına uğrayan kişinin bir işi ve kazancı yoksa, yaşlı bir kimse veya çocuk ise, kendi ev hizmetlerinin yapan bir ev kadını ise, “aktif dönem-pasif dönem” ayrımı yapılmadan tüm yaşam süresi üzerinden tazminat hesaplanmalıdır.
e) Geçici işgöremezlikte, tedavi ve iyileşme süresine göre değerlendirme yapıldığı için, yaş ve kalan yaşam süresi söz konusu değildir. Ancak özellikle yaşlı kişilerle çocukların iyileşme sürecinde başkalarının bakımına ihtiyacı varsa, bu ayrı bir değerlendirme konusudur.
f) Ölümlerde olduğu gibi, bedensel zararlarda da, Sosyal Güvenlik Kurumu maluliyet dalından gelir bağlamışsa, bu yeterli miktarda prim ödemiş olmanın karşılığı olduğu ve Kurum’un rücu hakkı bulunmadığı için bu tür gelirler tazminattan indirilmeyecektir. Eğer “kaza sigortası” dalından gelir bağlamışsa, bunun (rücua tabi) ilk peşin değerinin kusura isabet eden tutarı işverenin ödeyeceği tazminattan, ilk peşin değerin kusura isabet eden tutarının yarısı üçüncü kişinin ödeyeceği tazminattan indirilecektir.
[1] Karar örnekleri: “Kişilerin varlıklı olmaları destek tazminatı istemelerine engel değildir. Bugün varlıklı olan ilerde yoksulluğa düşebilir. O nedenle tazminat isteği kabul olunmalıdır.” (HGK.12.12.1989, E.1989/11-1233-K.1989/2757) “Davacıların maddi durumlarının iyi ve gelirlerinin fazla olması, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel değildir.” (11.HD.11.10.2005, E.2004/10735-K.2005/9566)“Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmek için davacının yardıma muhtaç durumda olması zorunlu (şart) değildir.
[2] Yargıtay 11.HD.06.12.1974, E.1974/3301 - K.1974/3477 sayılı kararı.
[3] Yargıtay 4.HD. 19.04.1982, E.1982/3059 K.1982/3938 sayılı kararı
[4] Prof.Dr.Hüseyin Hatemi, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Tazminatın Hesaplanması Sempozyumu, (Ankara,1993, Batider Yayını,sf.5)
[5] Yargıtay 4.HD.27.01. 1977,906) (Kaynak:Ahmet Necdet Sezer, Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Hesaplanmasında Gözönünde Tutulacak Esaslar, Yasa Hukuk Dergisi,1980/Eylül,sf.1259)
[6] Bu konuda Yargıtay’ın pek çok kararı vardır. (Birkaç örnek: Desteklik mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmaz. Yardım ve hizmet ederek de destek olunabilir.(4.HD.29.11.2007, E.2007/13191-K.2007/15103) - Destekten yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evlâdın evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşması maddi desteklik kapsamında değerlendirilmelidir. (11.HD.11.10.2005, E.2004/10735 - K.2005/9566) -Çeşitli hizmet ve yardımlarla da destek olunabilir. (4.HD.01.04.2003, E.2002/13497 - K.2003/3904)
[7] (Sosyolog Aygül Fazlıoğlu ile Ekonomist Nilüfer Dersan’ın GAB Bölgesinde yaptıkları araştırma ile ilgili rapor, Cumhuriyet Gazetesi, 15.08.2005, sf. 17)
[8] Yargıtay 17.Hukuk Dairesi'nin 25.12.2014 gün E. 2013/13485 K.2014/19487 sayılı kararında, 9 yaşında sakat kalan çocuğun tazminat hesabının, çalışmaya ve kazanç elde etmeye başlayacağı varsayılan 18 yaşından değil, bulunduğu yaştan (9 yaşından) başlatılması gerektiği sonucuna varılmış; buna gerekçe olarak "Çalışma yaşına gelmemiş küçükler yönünden de bedensel zarar sonucu oluşan maluliyet nedeni ile evde ya da dışarıda aileye yardımcı olma, eğitim alma, yeme, içme vb gibi tüm yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesinde emsallerine göre sarfetmesi gereken fazla çaba veya güç (efor) bir ekonomik değer olarak görülmeli ve bu nedenle bir zarar oluştuğunun kabulü gerekmektedir" denilmiştir. - Aynı biçimde küçük yaşta geçici işgöremezlik kaybına uğrayan çocuklar için de tazminat hesaplanacağına ilişkin 17.Hukuk Dairesi'nin 29.05.2014 gün E.2013/9064 K.2014/8672 sayılı kararında ""Zarar gören küçüğün maluliyetinin bulunmadığı, iyileşmesinin 9 aya kadar sürebileceği ve bu dönemde %100 malul olduğu belirtilmiştir. Davacının geçici iş göremezlik tazminatına ilişkin talebi, efor kaybı ile ilgilidir. Davacı küçüğün iyileşme döneminde başkalarına göre daha fazla efor sarf ederek hayatını idame ettireceği ve bu nedenle bu dönem için zarar hesabı yapılacağı, Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ile kabulündedir. Bu durumda mahkemece, davacının iyileşme dönemi içinde efor kaybı talep edebileceği kabul edilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekir" denilmiştir.
[9] Yargıtay’ın çeşitli kararlarına göre: “Ceza davasında ceza hukuku ilkeleri esas alınarak düzenlenen işten kalma süresine ilişkin raporlar, hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasında esas alınamaz. (4.HD.20.02.1989, E.1989/9527 K.1989/1413) Ceza davalarında söz konusu iştigale engel sürelerle tazminat hukuku açısından işgöremezlik süreleri içerik ve nitelikçe farklı olup, hukuk hakimi bunu gözetmek durumundadır.(4.HD.14.05.1990, E.1989/9435 K.1990/4101) Tazminatın belirlenmesinde ceza hukuku bakımından işten kalma süresi değil, mesleki işten kalma süresi esas alınmalıdır.(4.HD. 14.11.1985, E.1985/8125 K.1985/9368) Kazanç kaybının hesabında ceza hukuku bakımından verilmiş iş ve güç kaybı değil, bu olay nedeniyle çalışılamayan süre’yi belirleyen rapor esas alınmalıdır. (4.HD.04.02.1988, E.87/8498 K.88/1135.) Meslekte kazanma gücünden kayıp ile iş ve güçten kalma farklı şeylerdir (11.HD.31.01.1995, E.1995/6577 K.1995/682) Geçici işgöremezlikte, iyileşme süresinin, bir başka deyişle fiilen çalışamama süresinin esas alınarak tazminat hesabının yapılması gerekir. (19.HD.21.03.1996, E.1996/8808 K.1996/2672)
[10] Bu konuda Yargıtay kararlarında şu açıklamalar yapılmıştır: "Ticari bir alanda çalışan kişinin tazminata esas alınacak geliri, işletmenin gelirine göre değil, kişinin kişisel yetenek ve emeğinin işletme gelirine katkısı belirlenerek, bu katkının parasal değeri üzerinden destekten yoksun kalma zararının belirlenmesi gerekir" (4.HD.09.11.2010, E.2009/14285 K.2010/11605) - "Destekten yoksun kalma tazminatı, nakliyecilik yapan desteğin bu işinden elde ettiği gelire göre değil, yapılan işe “kişisel katkısı” esas alınarak hesaplanmalıdır" (4.HD.28.09.2007, E.2007/13086 K.2008/7984) - Desteğin, bir şirkette pay sahibi bulunmasına göre, destek yerine başka bir kişinin çalıştırılması halinde elde edilebilecek gelire göre destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmalı ve bu miktara hükmedilmelidir. (4.HD.06.12.2001, 11942-12312) - Destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında temel alınacak gelir, desteğin çiftçilik ve hayvancılık yaparak elde ettiği gelir olmayıp bu gelirin elde edilmesi için desteğin bedeni ve fikri katkısı belirlenerek o miktarın hesaplamaya esas alınması gerekir. (4.HD.29.04.2004, E.2003/16064 K. 2004/5720) - Desteğin bedeni ve fikri çalışması sonucu elde ettiği geliri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirlenerek destekten yoksun kalma tazminatı hesabında esas alınmalıdır. (4.HD.13.06.2002, 4903-7347)
[11] Karar örnekleri: Vergi kamu düzeniyle ilgili olup, kişinin gelirini düşük göstermesi ve gerçeğe aykırı bildirimde bulunması vergi mevzuatını ilgilendirir; kazanç kaybının hesaplanmasında esas alınamaz. (11.HD.27.06.1986, 170-1983) - Kazanç kaybının tespitinde, davacının vergi beyannamesi esas alınamaz. Gerçek zararın ne olduğu araştırılmalıdır. (11.HD.09.02.1984,306-653) - Mahkemece, zarar hesabına esas alınacak kazanç, vergi kayıtlarıyla bağlı kalmaksızın, tanık ifadeleri de dikkate alınarak tayin ve tespit edilmelidir. (19.HD.09.03.1995, E.1994/7459 K.1995/2055)
[12] Karar örnekleri: 21.Hukuk Dairesi'nin 28.04.2009, 1753-5913 sayılı, 26.05.2009, 3166-7102 sayılı, 05.11.2002, E.2002/7987 K.2002/9192 sayılı, 10.Hukuk Dairesi’nin 02.04.2002, E.2002/2367 K.2002/2962 sayılı, 12.06.2003, E.2003/4112 K.2003/4878 sayılı, 9.Hukuk Dairesi’nin 27.12.1988, 12374-12582 sayılı Hukuk Genel Kurulu’nun 506 s. SSK/26 31.03.1971, E.1971/9-943 K.1971/211 sayılı ve 17.03.1971, E.1971/9-1153 E.1971/170 sayılı kararları.
[13] Karar örnekleri:Yargıtay 4.HD.28.12.1998,E.1998/7858-K.1998/10906 sayılı,14.02. 2002, E.2001/10857-K.2002/1844 sayılı,30.06.2004,E. 2004/1812 - K.2004/853 sayılı, 11.HD.19.02.2001 E.2000/ 10331-K.2001/1305 sayılı, 21.HD.07.07.2004, E.2004/6281-K.2004/6772 sayılı, 09.02.2006, E. 2005/11283 - K. 2006/969 sayılı kararları.
[14] Karar örnekleri: 21.HD.22.06.2004, 5352-6075 sayılı, 11.12.2006, E.2006/16464 -K.2006/ 15348 sayılı, 12.10.2004, 7811-8395 sayılı, 15.05.2008, E.2007/23396-K.2008/7923 sayılı, 09.02. 2006, E.2005/11283-K.2006/969 sayılı, 05.04.2007,E.2006/17139-K.2007/5679 sayılı, 03.05. 2007,E.2007/2485-K.2007/7459 sayılı, 23.06.2008,E.2008/3536-K.2008/9673 sayılı, 10.04.2008,E. 2007/20152 K. 2008/5565 sayılı, HGK. 07.03.2007, E. 2007/21-112 - K. 2007/114 sayılı kararları.