Menu

Arama Yapın

HMGS PANELİMİZİN DEMOSUNU İNCELEMEK İÇİN TIKLA

Menu


ÖLÜM VE BEDENSEL ZARARLAR NEDENİYLE TAZMİNAT DAVALARINDA HESAPLAMA FARKLILIKLARININ GİDERİLMESİ HAKKINDA GÖRÜŞLER

01 Kasım 2024

Bu makale 46 kez okundu.

Yazar Çelik Ahmet ÇELIK
Makaleyi PDF olarak İndir

ÖZET:

1) Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılan tazminat davalarında, yargıda fazla bir sorun yoktur. Yargıdaki uygulama ve kararlar, bazı küçük farklılıkların dışında, her zaman bir ve aynı olmuş; genellikle Yargıtay’ın uzun yılların ürünü yerleşmiş ve ilkeleşmiş kararlarına uyulmuştur. Özel Daireler arasındaki içtihat uyuşmazlıkları zaman zaman Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla veya İçtihadı Birleştirme yoluyla giderilmiş ve giderilmektedir.

Özetle, yargıda tazminat hesapları konusunda, az da olsa, bazı yanlış kararlar verilmesi ve yerleşik içtihattan sapmalar dışında,  önemli bir sorun yoktur.

2) Tazminat hesaplarında sorun, yargıda değil, yargıyı etkilemeye çalışan sigorta çevrelerindedir. Sigorta şirketlerinin, yüksek miktarda tazminat ödedikleri ve kârdan zarar ettikleri yakınmalarına çözüm arayışı içinde, önce yeni bir Sigorta Genel Şartları yürürlüğe konulmuş; daha sonra Genel Şartları uygulanması zorunlu hale getirmek amacıyla, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun bazı maddeleri 6704 sayılı Torba Yasa ile değiştirilmiştir.

3) Böylece, yasa değişiklikleriyle ve Sigorta Genel Şartlarına konulan “tazminat ödeme koşulları” ile yargıdaki uygulamalara el atılmış; hukukun genel ve evrensel kurallarına, insan haklarına, Anayasaya, temel yasalara, Yargıtay’ın uzun yıllar boyunca ve büyük emeklerle oluşturulmuş, yerleşik ve ilkeleşmiş kararlarına aykırı olarak, (sektörün yüzde doksanını ele geçirmiş olan) yabancı sigorta şirketlerine hukukun üstünde bir “ayrıcalık” tanınarak, ülkemizin onuruna, saygınlığına, egemenlik haklarına, yargının bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğüne aykırı tehlikeli bir durum yaratılmış; adeta kapitülasyonlar hortlatılmıştır.

İşte sorun budur ve bunun tartışılması gerekmektedir.

I- KONUYA BAKIŞ

1- Konu, yaşama ve sağlık hakkı olup, bu bir insan hakları sorunudur.

Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat istemleri bir “insan hakları” sorunudur. Çünkü hukukça ve Devletçe korunması gereken en yüce haklar “yaşama hakkı” ve “sağlık hakkı”dır.

Anayasa’ya göre, Devletin temel amaç ve görevlerinden en başta geleni “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” (m.5) Çünkü,“Herkes, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme; sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” (m.17 ve m.56/1) Bu nedenle, “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla” yükümlüdür. (m.56-3)

Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde, tüm hak ve özgürlüklerin kullanılmasında “yaşama hakkı” ön koşuldur. Çünkü insan yaşadığı sürece bu hakları kullanabilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3.maddesine göre “Yaşamak, özgürlük ve güvenlik her kişinin hakkıdır.” İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 2.maddesine göre "Herkesin yaşama hakkı yasayla korunur."

Bu nedenlerle Devlet, zarar gören tüm kişileri korumak; suç işleyenleri cezalandırmak, maddi ve manevi zararların sorumlularca giderilmesini sağlamak; zarar görenlerin adalete erişimi kolaylaştırmak ve adil yargılanma koşullarını oluşturmak için etkin yasal düzenlemeler yapmakla yükümlüdür. Bunun için bağımsız, güçlü ve güvenilir bir yargı düzeni kurulmalı; ayrıcalıklara ve haksız uygulamalara yol açan yasal düzenlemelerden sakınılmalıdır.

2- Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesapları, tüm haksız fiiller için bir ve aynı olmalı; Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olarak, sorumlular arasında fark ve ayrıcalık yaratılmamalıdır.

a) Bir insan hakları (yaşama ve sağlık hakkı) konusu olan, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesapları, tüm haksız fiillerde bir ve aynı olmalı; sorumlular arasında fark ve ayrıcalık yaratılmamalıdır.

b) Trafik kazalarında “ortaklaşa sorumluluk” (TBK.m.61) gözardı edilerek, Trafik Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ve uygulanması zorunlu tutulmak istenilen Sigorta Genel Şartları ile sigorta şirketlerine hukukun üstünde bir “ayrıcalık”  tanınmak istenmiştir.

Sigorta şirketlerine tanınan bu ayrıcalık, Anayasa'nın 10.maddesi 4.fıkrasındaki “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmüne, 5.fıkrasındaki “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırıdır.

c) Aynı trafik kazasında “ortaklaşa sorumlu” olan işleten-sürücü-sigortacı arasında fark yaratılması; sigortacı şirketlerine “ayrıcalık” tanınması, yukarda açıklanan Anayasa hükmüne aykırıdır.

d) Bir ülkede tüm haksız fiillere uygulanacak sorumluluk kurallarının ve tazminat hesaplama yöntemlerinin bir ve aynı olması gerekir. Sigorta Genel Şartları tüm haksız fiillere uygulanamayacağına göre, sigorta şirketlerine tanınan ayrıcalıklara son verilmeli; hukuk sistemimizi bozmaya yönelik bu düzenlemelerin önüne geçilmeli; tümüyle ortadan kaldırılmalıdır.

II- TRAFİK KANUNU’NDAKİ DEĞİŞİKLİKLER VE SİGORTA GENEL ŞARTLARI, SORUMLULUK HUKUKU İLKELERİNE VE TEMEL YASALARA AYKIRIDIR

1- Yasalara ve hukuka aykırılık

Tazminat hesap unsurlarının Hazine Müsteşarlığı tarafından yürürlüğe konulan ve gerektiğinde (diledikleri biçimde ve sigorta şirketlerinin çıkarları doğrultusunda) değiştirilecek olan sigorta genel şartlarına göre belirleneceğine ilişkin 90.maddede yapılan değişiklik, Anayasa’nın “kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre ödeneceği”ne ilişkin 19/Son maddesine; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesinin "Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır” hükmüne; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1451.maddesindeki "Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır" hükmüne aykırıdır.

2- Genel Şartlar tüm haksız fiillere uygulanamaz    

a) Bir ülkede haksız fiil türlerine birbirinden farklı hesaplama yöntemleri uygulanması ve birilerine (sigorta şirketlerine) ayrıcalık tanınması, Anayasa’nın 10.maddesi 5.fıkrasındaki “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırıdır.

b) Başta trafik kazaları olmak üzere, birçok olayda “ortaklaşa sorumluluklar” söz konusu olabilmektedir. Ortaklaşa sorumlular için tazminat hesaplarının bir ve aynı olması gerekmektedir. Örneğin, trafik kazasında zarar görenlerin işletene, sürücüye ve sigortacıya karşı ortaklaşa sorumluluk hükümlerine göre açtıkları davada, sigorta şirketi için genel şartlara göre, işleten ve sürücü için TBK 55.maddesine göre hesaplama yapılırsa, ortaklaşa sorumlular arasında fark yaratılmış ve sigorta şirketine ayrıcalık tanınmış olur.

c) 2918 sayılı KTK’nun, 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek sigorta şirketlerine ayrıcalık tanınmış olup, bu hükmün uygulanması “zorunlu sigortalarla” sınırlı tutulduğuna; işleten ile sürücüye uygulanamayacağına göre, “işleten-sürücü-sigortacı”dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında, TBK’nun 61.maddesine aykırı olarak fark yaratılmış olmayacak mıdır ?

d) Trafik-İş kazalarında görevli mahkemenin iş mahkemesi olacağı Yargıtay’ın yerleşik kararları gereğidir. Kaza sorumluları arasında işveren ve ona ait aracın sürücüsü ile birlikte üçüncü kişi konumundaki karşı araç işleteni ve sürücüsü sorumlu olsalar ve kazaya karışan her iki aracın sigorta şirketi de dava edilmiş bulunsa dahi, eğer trafik kazası aynı zamanda “iş kazası” ise görevli mahkeme iş mahkemesi olacaktır.

Böyle bir durumda iş mahkemesi hakimi, sigorta şirketleri için ayrı, işveren-işleten-sürücüler için ayrı tazminat hesapları mı yaptıracaktır ?

e) Trafik-İş kazalarına başka yönlerden de bakarsak, sorumlular arasında bir de Sosyal Güvenlik Kurumu vardır. Bedensel zarara uğrayan işçinin veya ölmüşse yakınlarının trafik-iş kazası nedeniyle dava açabilmeleri için, dava şartının oluşması gerekmektedir. Dava şartı, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun olayı incelemesi ve zarar görenlere gelir bağlama konusunda bir karara varmasıdır. Eğer gelir bağlanmışsa bunun hesabı farklıdır. Bu nedenle de trafik-iş kazalarında sigorta şirketleri için farklı bir hesaplama söz konusu olamaz.

f) Trafik-İş kazasında beden gücü kaybına uğrayan işçinin sürekli işgöremezlik oranı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliğine göre belirlenir. Bu nedenle Sigorta Genel Şartları  “sürekli sakatlık tazminatı hesaplanması” başlıklı 3 no.lu ekinde yer alan “maluliyet aralığı” tablosu trafik-iş kazalarına uygulanamaz.    

g)   Ayrıca, 20.02.2019 gün 30692 sayılı RG’de yayınlanan Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmeliğin “kapsam” başlıklı 2.maddesi 1.fıkrasında, trafik kazalarından zarar görenlerin bu yönetmeliğe göre rapor alabilecekleri kabul edilmiş ise de, maddenin 3.fıkrasında “5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa tabi sigortalılara bağlanacak sürekli iş göremezlik geliri, malullük aylıkları ile ölüm sigortasından bağlanacak aylıklar için sağlık kurulu raporları bu Yönetmelik kapsamında değerlendirilemez” denilmiştir.

Görüldüğü üzere, trafik-iş kazalarında, işveren-işleten-sürücü gibi ortak sorumlularla birlikte araçların trafik sigortasını yapan sigorta şirketlerine karşı açılan tazminat davalarında Sigorta Genel Şartları’nın uygulanması mümkün değildir.

3- Tüm haksız fiillerde özel yasa Türk Borçlar Kanunu’dur.

6704 sayılı Torba Yasa ile değişiklik yapılmadan önce KTK’nun 90.maddesinde “Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır” deniyordu.

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1451.maddesinde de “Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır" denilmesine ve ondan önceki 6762 sayılı TTK’nun 1264.maddesinde de aynı hüküm bulunmasına göre,

Tüm haksız fiillerden kaynaklanan tazminat davalarında, (özellikle ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında) özel yasa Türk Borçlar Kanunu olup, tazminat hesaplarının 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesine göre yapılması gerekmektedir. Bu madde Anayasa’nın 19/Son maddesi ile de uyumlu olup, bu iki yasa hükmüne göre tazminat hesaplarının “Sorumluluk Hukukunun evrensel ve temel ilkelerine göre” yapılması; hesaplamalarda Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına uyulması gerekmektedir

III- TRAFİK SİGORTASI GENEL ŞARTLARINA UYULMASI ZORUNLU DEĞİLDİR

1- Trafik Yasası’ndaki değişiklikler, Genel Şartların uygulanmasını zorunlu hale getirmiş değildir.

6704 sayılı Torba Yasa ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 90-92-97-99 maddeleri değiştirilerek, özellikle 90.maddede “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek Sigorta Genel Şartlarına yasal dayanak sağlanmak istenmiş ise de, 

Tüm haksız fiillere uygulanamayacak olan ve sigorta şirketlerine ayrıcalık tanıyan bu madde, özellikle ölüm ve bedensel zararlarda özel hüküm olan 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesine, 61-62 maddelerindeki ortaklaşa sorumluluk hükümlerine, Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve 19/Son maddesine, Türk Ticaret Kanunu’nun sigortalara ilişkin hükümlerine ve KTK’nun 95.maddesine aykırıdır. Bunun ayrıntılarını aşağıda vereceğiz.

2- Yasa değişikliği ile Hazine Müsteşarlığı’na verilen sınırsız yetki, son derece sakıncalı ve hukuka aykırıdır.         

2918 sayılı KTK’nun 6704 sayılı Yasa ile değiştirilen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilmiş olması, Sigorta Genel Şartlarına ve eklerine konulan tazminat ödeme koşullarına yasallık ve işlerlik kazandırmaz. Bu konuda, yani Sigorta Genel Şartlarını dilediği gibi düzenleyip yürürlüğe koyma konusunda Hazine Müsteşarlığı’na sınırsız yetki verilmiş olması, yukarda belirtilen başta Anayasa olmak üzere temel yasalara ve Sorumluluk hukukunun uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle perçinlenmiş evrensel ilkelerine aykırıdır.  Hazine Müsteşarlığı’nın,  Sigorta Genel Şartlarına ve eklerine koyduğu tazminat ödeme koşullarını her zaman ve keyfi biçimde değiştirebilecek olması, son derece sakıncalı, tehlikeli bir durumdur. Tümüyle hukuk dışıdır.

3- Sigorta genel şartları “genel işlem şartı” olup, yasalara aykırı hükümleri geçersizdir.

Genel Şartların hukuksal niteliği “genel işlem şartı” olup, 6098 sayılı TBK’nun 20.maddesi 4.fıkrasına göre, “Kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülüyor olsa dahi, genel işlem şartı niteliğindeki sigorta genel şartlarının yasalara aykırı hükümleri geçersizdir.” 

Bazıları sigorta genel şartlarının “genel işlem şartı” olmadığını ileri sürmekte iseler de, bu doğru değildir. Bu konuda yazılmış tüm kitaplarda ve öğretideki ortak görüş, genel şartların genel işlem şartı olduğu yönündedir.

Bir an için sigorta genel şartlarının genel işlem şartı olmadığı, TBK.20.maddesinin uygulanamayacağı ileri sürülse bile, sigorta genel şartlarına konulan tazminat ödeme koşulları yasalara aykırı ise geçersizdir. Nasıl ki, tüzükler, yönetmelikler, genelgeler, tebliğler yasalara aykırı olamazsa, aynı biçimde sigorta genel şartları da yasalara aykırı olamaz. 

4- KTK’nun değişen 90.maddesi ve Sigorta Genel Şartları, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişiler için uyulması zorunlu değildir.

a) Bir an için (Anayasayı, TBK 55 ve 20. maddelerini, TTK.1451.maddesini yok sayıp) KTK’nun 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesini uyulması zorunlu bir hüküm kabul etsek bile, bunun karşısına gene uyulması zorunlu KTK’nun 95.maddesini koymamız gerekmektedir. Çünkü KTK 95.maddesi 1.fıkrasına göre “Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez."

b) Sigorta şirketlerinin çıkarlarını korumayı amaç edinmiş bazı kişiler, KTK 95.maddesi 1.fıkrasını farklı  yorumlama çabası içinde “Trafik Sigortası kapsamının tüm taraflarca bilindiği; tazminatın kaldırılması veya azaltılmasının geçersiz sayılması için tarafların özgür iradesi ile poliçe düzenlenmiş olması gerektiği” biçiminde açıklamalar yapmakta iseler de, bu açıklamalar tam bir zorlama ve mantık dışıdır.

Özellikle “Trafik Sigortası kapsamının tüm taraflarca bilindiği” gerekçesi bir hukuk ayıbıdır. Çünkü, kanunu bilmemek özür değildir ama, trafik kazalarından zarar gören kişiler, sigorta sözleşmesinin tarafı olmadıkları için, sigorta genel şartlarına konulan tazminat ödeme koşullarını bilmek zorunda değillerdir. 

c) KTK. 95.maddesi 1.fıkrasına göre, sigortacı, “tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran halleri zarar görene karşı ileri süremez.ise de, 95.maddenin 2.fıkrasına göre “Ödemede bulunan sigortacı, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene başvurabilir.”  Bunun anlamı şudur:

1. Sigortacı, trafik kazasından zarar gören ve sigorta sözleşmesinin tarafı olmayan üçüncü kişilere, Genel şartlardaki ödeme koşullarına göre değil, tüm haksız fiillere uygulanan ve yargıda geçerli olan yöntemlere göre hesaplanan tazminatı ödeyecektir.

Çünkü, ölümlerde (TBK m.53) ve bedensel zararlarda (TBK.m.54) uygulanacak özel yasa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu olup, tazminat hesabı TBK 55.maddesinde belirtildiği gibi "Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre” hesaplanacaktır. Anayasa’nın 19/Son maddesinde de  ”Kişilerin uğradıkları zararlar tazminat hukukunun genel ilkelerine göre” ödenecektir.

 

2. Trafik kazalarından zarar görenler, sigorta sözleşmesinin tarafı olmadıkları için, sigorta genel şartlarındaki yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel kurallarına ve Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına aykırı tazminat ödeme koşulları, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyecek, onlar yönünden geçerli olmayacaktır.

3. TBK.55.maddesi ile Anayasa m.19/Son maddesi uyarınca,  sorumluluk ve tazminat hukuku ilkelerine ve yargıda geçerli yöntemlere göre hesaplanan tazminat tutarlarını “trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişilere” ödeyen sigortacı, KTK 95.maddesinin 2.fıkrası uyarınca sigorta genel şartlarına dayanarak fazla ödemesi varsa bunu rücuen sigorta ettirenden isteyebilecektir. Başka bir anlatımla, yargıda geçerli yöntemlere göre hesaplanan tazminat tutarı ile genel şartlara göre hesaplanan tazminat tutarı arasında fark varsa ve sigortacı bu farka göre üçüncü kişilere fazla ödeme yapmışsa, bu fazlalığı sigortalısından isteyebilecektir.

4. Yukardaki belirlemelerden çıkan sonuç: 2918 sayılı KTK’nun 6704 sayılı Yasa’nın 3.maddesiyle değişen 90.maddesindeki “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” hükmü, sigortacı ile sigorta ettiren arasında geçerli olup, sigorta genel şartlarının yasalara, sorumluluk hukuku ilkelerine ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına aykırı hükümleri, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişiler yönünden geçerli değildir. (KTKT m.95/1)

5- Trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişilere, Sigorta Genel Şartları’nın uygulanabileceği haller        

a) Eğer trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişiler, sigorta şirketinin dava dışı ödemesini kabul etmişlerse, arada bir sözleşme ilişkisi oluşmuş olacağından, yapılan ödemeyi sonradan “yetersiz” bulan üçüncü kişi KTK’nun 111.maddesi 2.fıkrasına dayanarak sigorta şirketine karşı (ibranamenin iptali ile bakiye zararın ödenmesi” istemiyle) dava açtığında, (kısmi ödemeye dayalı sözleşme ilişkisi nedeniyle) açılan davada Sigorta Genel Şartları uygulanabilecek; bu durumda dahi Genel Şartların yasalara aykırı hükümleri geçersiz olacaktır.

b) Trafik kazasından zarar gören üçüncü kişi, sigorta şirketine karşı açtığı tazminat davasında, tazminatın Sigorta Genel Şartlarına göre hesaplanmasına itiraz etmemişse, artık bu durumda sigorta şirketi yararına kazanılmış hak oluşacak; mahkemece Genel Şartlara göre hesaplanan tazminat tutarına hükmedilmek gerekecektir. 

6- Sonuç olarak, Genel Şartların uygulanacağı veya uygulanamayacağı haller ve kişiler   

Karayolları Trafik Kanunu’nun 6704 sayılı Torba Yasa ile değişik 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek, Genel Şartlar’ın uygulanması “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar ile sınırlı tutulduğuna göre:

a)   Genel Şartların uygulanamayacağı yerler ve kişiler:

1. İşletene ve sürücüye uygulanamayacaktır.

2. Trafik-iş kazalarında hem “işveren” hem “işleten” konumunda olan kişilere uygulanamayacaktır.

3. Taşımacıya ve yardımcılarına uygulanamayacaktır.

4. KTK’nun 95.maddesi 1.fıkrasına göre, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişilere uygulanamayacaktır.           

5. Zarar görenlere tazminat ödeyen sigorta şirketinin veya Güvence Hesabı’nın, kazanın sorumlusu üçüncü kişilere karşı açtıkları “rücu davalarında” da Sigorta Genel Şartları uygulanamayacaktır.

b) Genel Şartların uygulanabileceği yerler ve kişiler:

1. Sigorta şirketinin, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişilere tazminat ödemesinden sonra, Genel Şartlarda sınırlı olarak sayılmış olan rücu sebeplerinden biri varsa, sigortalısı olan işletene karşı açtığı davada Genel Şartlar uygulanabilecektir.

2. Aynı biçimde, zarar gören üçüncü kişilere tazminat ödeyen araç sahibi (işleten), henüz tazminat ödememiş olan ve aracın Trafik Sigortasını yapan sigorta şirketinden, üçüncü kişilere ödediği miktarı isterken, Sigorta Genel Şartlarına göre değerlendirme yapılabilecektir.

3. Yukarda (5) no.lu bentte açıklandığı gibi, trafik kazasından zarar gören üçüncü kişiler, dava öncesi yapılan ödemeyi kabul etmişlerse, arada sözleşme ilişkisi oluşacağından, sonradan KTK’nun 111/2.maddesine dayanarak açtıkları ibranamenin iptali ve bakiye zararın ödenmesi davasında Genel Şartlar uygulanabilecek; ancak Genel Şartların yasalara aykırı hükümleri geçersiz olacaktır.

4. Trafik kazasından zarar gören kişi, Sigorta Genel Şartlarına göre tazminat hesaplanmasına itiraz etmemişse, Genel Şartlar geçerli olacaktır.

IV- GENEL ŞARTLARDA, YARGITAY’IN İLKELEŞMİŞ KARARLARINA AYKIRI DÜZENLEMELER VE TAZMİNAT ÖDEME KOŞULLARI          

01 Haziran 2015 tarihli Genel Şartları yürürlüğe koyanlar,  hukukun ve yasaların yanı sıra, Yargıtay'ın yerleşik kararlarını da yok saymışlardır.

Genel Şartlar ve eklerinde, Yargıtay'ın elli altmış yıl boyunca oluşturduğu, evrensel sorumluluk kurallarıyla ve öğretideki görüşlerle uyumlu, yasaların yorumunda yolgösterici,  ilkeleşmiş kararlarına aykırı düzenlemeler yapılmıştır.

Eğer yargı bunlara uyacaksa, yüksek mahkemeler Genel Şartlarda dayatılan kurallara göre karar ve içtihat oluşturmaya başlayacaksa, yapmamız gereken bugüne kadar yazılmış tüm kitapları, Yargıtay’ın bugüne kadar oluşturduğu tüm kararları çöpe atmamız ve yoksaymamız gerekecektir. Önce bu uyarıyı yapalım.

Aşağıda, Genel Şartlar’daki ve eklerindeki düzenlemelerden bazılarını ele alıp, Yargıtay’ın ilke kararlarıyla karşılaştırarak,  bunlara uyulmasının hukuk sistemimize vereceği zararları anlatmaya çalışacağız.

1- Genel Şartlar ekindeki, vergilendirilmiş gelire göre tazminat hesaplanacağı koşulu, Yargıtay’ın “gerçek kazanç”ların araştırılacağı ilkesine aykırıdır.                   

Genel Şartlar’ın 2 ve 3 no.lu eklerindeki “Ölen veya bedensel zarara uğrayan kişilerin "vergilendirilmiş gelirine göre tazminat hesaplanacağına, belge sunulmamışsa asgari ücretin uygulanacağına" ilişkin koşul, "gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz" evrensel hukuk ilkesine ve Yargıtay'ın "gerçek kazançlar"ın araştırılacağına ilişkin yerleşik ve ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır. Yargıtay kararlarına göre:

a) Vergi kayıtları tazminat hesabının ölçüsü olamaz.

Vergi kamu düzeniyle ilgili olup, davacının gelirini düşük göstermesi veya gerçeğe aykırı beyanname vermesi vergi mevzuatını ilgilendirir, kazanç kaybının hesabında dikkate alınmaz. (11.HD. 27.06.1986, 3111-3213) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defterler ve vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (HGK. 21.03.1990, E.1990/ 4-67 K.1990/197) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defter ve verdikleri vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (4.HD. 29.05.1989, 662-4892) - Kazanç kaybının tespitinde, davacının vergi beyannamesinin esas alınması isabetsizdir. Mahkemece, gerçek zararın neden ibaret olduğunun tesbitinde zorunluluk vardır. Vergi beyannamesindeki miktar üzerinden karar verilmesi doğru değildir. (11.HD. 09.02.1984, 306-653) - Mahkemece zararın hesaplanmasında gözönünde tutulacak kazanç, vergi kayıtlarıyla bağlı kalmaksızın, tanık ifadeleri de gözönünde tutularak tayın ve tespit edilmelidir. (19.HD. 09.03.1995, 94/7459-95/2055)

b) İşçi, ücret bordrolarını koşulsuz imzalamış olsa dahi, yaptığı işe, uzmanlığına, ustalığına ve kıdemine göre "gerçek kazançların" araştırılması gerekir.

Yargıtay’ın buna ilişkin kararları, ülkemizdeki iş ve yaşam koşullarını, ekonomik sıkıntıları, vergi adaletsizliklerini dikkate alan, öte yandan insan yaşamının kutsallığını öne çıkaran gerçekçi kararlardır. Herkesçe bilindiği gibi, çoğu işyerleri, ustalık ve uzmanlık isteyen nitelikli işçilerin, hatta üniversite mezunlarının, örneğin mühendislerin ücret bordrolarını asgari ücretten ödemekte, sigorta primlerini buna göre yatırmaktadırlar. Böyle bir ülkede, ölen veya beden gücü kaybına uğrayan kişilerin tazminatının asgari ücretten hesaplanması, haksız ve adaletsiz sonuçlar doğurur. 

 

İşte bu nedenlerle, Yargıtay’ın çok uzun yıllar öncesinden beri düzenli ve tutarlı bir biçimde sürdürdüğü kararlarında, tazminat hesaplarının “gerçek kazançlar” üzerinden yapılması gerektiği yerleşik bir ilke haline gelmiştir. Aşağıda geçmişten ve en son kararlardan örnekler verilmiştir.

Çalışma hayatında daha az vergi ya da sigorta primi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek, ilgili meslek kuruluşlarından ve TÜİK’in internet sitesinde bulunan “kazanç bilgisi sorgulama” ekranından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir. (22.HD. 03.12.2018, E. 2017/18493 K. 2018/25862)

Ücret bordrolarının önkoşulsuz imzalanmış olması, bordrolardaki ücretin gerçek ödenen ücret olduğunu kabul etmek için yeterli değildir. İşçinin yaptığı işin niteliğini, hizmet süresini, iş deneyimini ve işyerinin özelliklerini gözönünde tutan bir incelemeyle gerçek ücretinin saptanması gerekir. (9.HD. 14.03.1988, 873-2968) - İşçi ücretlerinin bordrolarda gösterilen ücretler olmadığı ve daha yüksek miktarlar olarak ödendiği saptanmışsa, işçilik alacaklarının gerçek ücret üzerinden hesaplanıp ödettirilmesine karar verilmesi gerekir. (HGK. 25.12.1987, E.1987/ 9-523 K.1987/ 1106) - İmzalı bordrolar gerçeği yansıtmıyorsa, ilgili meslek kuruluşundan gerçek ücret araştırılmalıdır. (9.HD. 27.10.2004, 8503-24277) - Asgari ücret üzerinden düzenlenen bordrolarda davacının imzasının bulunmasının, nitelikli işçiler açısından bağlayıcılığı söz konusu olamaz. (9.HD. 03.10.2000,  8614-13106) - İşçinin gerçek ücretinin bordrolara yansımadığı anlaşıldığı takdirde, gerçek ücretinin tespiti yoluna gidilerek, işçinin hakları buna göre hesap edilmelidir. (9.HD. 17.09.1987, 7164-8103) - Vasıflı işçinin yaşı, yaptığı işin niteliği ve kıdemi nazara alındığında, asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun olmayacağından, bordrodaki ücretin gerçek ücreti yansıttığı söylenemez. Emsalinin aldığı ücretin ilgili meslek kuruluşlarından saptanarak buna göre tazminatın hesaplanması gerekir. (21.HD. 29.09.1998, 5889-6025) - Yaş, kıdem ve yapılan işe göre gerçek ücret saptanmalıdır. (21.HD. 19.11,1996, 5673-6384) 

İlgili meslek odasından ve TÜİK'den davacının alabileceği ücretler sorularak gerçek ücret belirlenmelidir. (21.HD. 16.05.2019, E.2018/2459 K. 2019/3825) - Davacılar murisinin yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından olay tarihinde alabileceği emsal net ücretler sorulmalı; gerçek ücret bu şekilde tespit edildikten sonra, tazminat hesaplanmalıdır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4005 K. 2019/2707) - İzolasyon ustasının asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına aykırıdır. Yapılacak iş, sigortalının yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından ve TÜİK’den bilinen devrede alabileceği ücretleri sormak, gerçek ücreti tereddütsüz olarak belirlemek, hesap bilirkişisinden rapor almaktır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4218 K. 2019/2711) - Davacının yaşı ve kıdemi dikkate alındığında bordrolar ve sigortalı kayıtlarında belirtilen asgari ücret ile çalışmasının hayatın olagan akışına aykırı olacağı gözetilerek, yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından emsal net ücretleri sormak,  gerek ücretin tespit edilerek davacının maddi zararını yeniden hesaplatmaktır. (21.HD. 05.05.2015, E.2014/23880 K.2015/9932) - Pres operatörü olan davacının asgari ücretle çalışmayacağı kabul edilerek, ilgili meslek kuruluşundan sigortalının alabileceği ücretler sorulmalı, gerçek ücret üzerinden işçinin tazminatı hesaplatılmalıdır. (21.HD. 08.07.2014, E. 2013/21080 K. 2014/16200) - Sigortalının olay tarihinde kepçe operatörü olarak çalıştığı dikkate alınarak yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından alabileceği emsal net ücretler sorularak, hakkaniyete ve hayatın olağan akışına uygun olacak şekilde ücreti tespit edilmelidir. (21.HD. 22.03.2016, E. 2015/8804 K. 2016/4969)

 

2- Genel Şartlardaki tazminat hesaplama yöntemleri

Genel Şartlar 2 ve 3 no.lu eklerinde, tazminat hesabı yapılırken, yaşam sürelerinin TRH-2010 tablosuna göre belirleneceği, “Devrebaşı ödemeli belirli süreli rant formülü” ve %1.8 teknik faiz (iskonto oranı) uygulanacağı açıklanmış olup, bunlar Yargıtay kararlarına aykırıdır. Şöyle ki:

a) TÜİK’in görüşü alınmadan, verilerinden yararlanılmadan aktüerlere hazırlatılan ve Avrupa ülkelerinin tabloları incelenmeksizin CSO-1980 Amerikan tablosu örneksenerek oluşturulan TRH-2010 tablosuna ilişkin 90 sayfalık rapordaki açıklamaları inandırıcı bulmadığımızı; bu raporun ülkemiz gerçeklerine uygun olmadığını, Amerikan tablosunun küçük değişikliklerle bir kopyası niteliğinde olduğunu “Yaşam Tabloları” konulu yazımızda açıklamıştık. Bizce, tazminat hesaplarında bu tablo asla kullanılmamalıdır. 

Gördüğümüz kadarıyla Yargıtay kararlarında (10.Hukuk Dairesi dışında) TRH-2010 tablosu kabul görmemiş; PMF-1931 tablosunun kullanılmaya devam edilmesi uygun görülmüştür. Bu tablonun eskiliğinden ve ülkemizdeki yaşam sürelerini yansıtmadığından sürekli sözedilmesine karşın, kimse bu konuda bir çalışma yapılması yönünde girişimde bulunmamış; TÜİK bugüne kadar bu konuya el atmamıştır.

Bizce yapılması gereken, şimdilik bir Avrupa ülkesinin (örneğin Fransa, İtalya, İsviçre)  yaşam tablosunu kullanmak; daha sonra TÜİK’ten son on yılın koşullarını gözeterek ülkemiz koşullarına uygun tablolar düzenlemesini istemektir.

b) Sigortacılar, hesaplamada “Devrebaşı ödemeli belirli süreli rant formülü”nün uygulanmasını istemekte iseler de sorun formül sorunu değildir. Devrebaşı veya devre sonu ya da yargıda uygulandığı gibi eşit artırım-indirim biçimi olmuş, bunların hiçbiri önemli değildir. Önemli olan kurumlar arası birlik ve uyum sağlanmasıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu, sigortalar ve yargıdaki uygulamalar aynı olmalı; ortak bir formülde birleşilmelidir.

Bize göre, en uygun formül, yargıda çok uzun yıllar kullanılmış, Sosyal Sigortalar Kurumu gelir bağlama ve peşin değer hesaplarıyla uyumlu “Devre sonu belirli süreli rant formülü” ve %5 artırım ve iskonto oranıdır. Bu uygulama, 1993 yılında, işverenlerin isteğiyle sona erdirilip, onun yerini aynı rakamın eşit oranda artırılıp-eksiltildiği ve kazançların hiç artmadığı “progressif rant” yöntemi almıştır.

c) Genel Şartlardaki %1.8 teknik faiz uygulamasında ise, yalnızca iskonto söz konusudur. Öyle ki, oran arttığında, örneğin % 3 veya % 5 olduğunda, hesaplanan tazminat daha da az olmaktadır. Şimdilik teknik faiz %1.8 olarak kabul edilmekle insaflı davranılmıştır. Ama Genel Şartlar eklerindeki son maddeye göre Hazine Müsteşarlığı hesaplama yönetmelerini (dilediği gibi) her zaman değiştirebilir ve teknik faiz oranını da artırabilir. Yani insafa kalmıştır. 

3- Destek süresi ile aktif ve pasif dönem sürelerinin Hazine Müsteşarlığı’nca belirleneceğine ilişkin açıklama, ölçünün kaçırıldığı bir yetki aşımıdır.  

Genel Şartlar 2 no.lu eki 7.bendinde “Destek süresi ile aktif ve pasif dönem süreleri, Hazine Müsteşarlığının belirleyeceği esaslara göre hesaplanır” denilmiş olup, bir devlet dairesine tanınan bu sınırsız yetki, hukuk sistemine saygısızca bir tecavüz niteliğindedir.

Destek süreleri ile aktif ve pasif dönem süreleri, Sorumluluk Hukuku ilkelerine göre belirlenir; Hazine Müsteşarlığı (konusu insan zararları olmayan bir devlet dairesi olarak) bu konuda yetkili kılınamaz.

Öğretide ve Yargıtay kararlarında, bu konuda kesin kurallar konulmamış, yaşam gerçekleri gözetilmiştir. Aktif dönem sonu genel olarak 60 yaş kabul edilmekte ise de, eğer kişi ileri yaşlarda çalışmasını sürdürüyorsa, "aktivite tablolarından" yararlanılmakla birlikte, kişinin yaptığı işe ve mesleğinin özelliğine göre daha kaç yıl çalışabileceği uzman bilirkişilerce saptanmakta ve aktif dönem süresi buna göre belirlenmektedir. Burada önemli olan nüfus kaydı değil, biyolojik yaştır. Yaşam gerçekleri sınırlanamaz, kesin kurallar konulamaz. Hele Hazine Müsteşarlığı bir devlet dairesi olarak, bu sürelerin tespitini yapamaz, bu konuda kendini yetkili kılamaz. 

Aktif dönem tespiti konusunda Yargıtay kararlarından örnekler verelim:

 

Desteğin çalışabilme gücü, fiziki ve beden yapısı, çalıştığı işin özellikleri gözönüne alınarak daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği araştırılmalıdır. Destekten yoksun kalma tazminatında ölenin çalışabilme gücü yani “faal çalışma süresi” esas alınmalıdır. O halde, davacıların ölen desteğinin çalıştığı işin özelliklerine, ölenin fiziki ve beden yapısına göre, mahalli koşullar da gözönüne alınarak, olası yaşam süresi içinde “daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği” tespit edilmeli ve buna göre zarar belirlenmelidir.  (4.HD. 25.09.1979, 4602-10323) - Desteğin çalışabileceği süreye göre tazminat hesaplanmalıdır. Memleketin iktisadi durumu, çalışma şartları, yapılan işin niteliği, sağlık endeksleri ve istatistikler gözönünde tutulmak suretiyle miras bırakanın tespit edilecek çalışabileceği süreye göre (davacıların destekten yoksun kaldıkları tazminat) hesaplanmalıdır. (9HD. 05.06.1970, 727-5963) - Tazminat hesabında çalışabilme ve kazanç sağlayabilme olanağı esas alınmalıdır. Destekten yoksunluk tazminatında “çalışabilme ve kazanç sağlayabilme olanağı” esas alınmalıdır. Memleketin ekonomik durumu, çalışma koşulları, yapılan işin niteliği ve özellikleri, ölenin yaşı, medeni ve fiziki yetenekleri tespit edilip, bu yönler gözönünde bulundurulmak suretiyle daha ne kadar süre “eylemli” olarak çalışabileceği hususu bilirkişiye tespit ettirilmeli ve hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmelidir. (4.HD. 12.03.1981, 1960-3054) -  İşgörebilirlik çağının 60 yaş esasını aşması olanak dışı değildir. Böyle durumlar, anılan kuralın ayrığıdır ve kabulü için de dayanakları saptamak ve nedenleri hüküm yerinde göstermek gereklidir. (10.HD. 4.3.1975, 806-1227) - İşgörebilirlik çağının daha az ya da daha çok kabulü için işçinin kişiliğine göre, çalıştığı işyeri ile işe ait özel durumların varlığı şarttır. (10.HD. 17.4.1975, 2673-2229) - Davacının işinin özelliği, kişisel nitelikleri gözönünde tutulup gerekçeleri açıklanmak suretiyle tazminatın hesabı gerekir. (HGK. 28.4.1976, 135-1276)  

4- Genel Şartlarda “sakatlık tespitine” ilişkin düzenlemeler hakkında

a) Genel Şartlar A.5 maddesinin (c) bendi ikinci paragrafında "Sürekli sakatlık tazminatına ilişkin sakatlık oranının belirlenmesinde, sakatlık ölçütü sınıflandırılması ve özürlülere verilecek sağlık kurulu raporlarına ilişkin mevzuat doğrultusunda hazırlanacak sağlık kurulu raporu dikkate alınır" denilerek, trafik kazasında yaralanan kişilerin sigortaya başvurularında (kısa adıyla) Özürlülük Ölçütü Yönetmeliğine göre rapor almaları gerektiği açıklaması yapılmıştır.

Söz konusu yönetmelik yürürlükten kalkmış olup, onun yerini, 20.02.2019 gün 30692 sayılı RG’de yayınlanan “Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik” almıştır

Yeni Yönetmeliğin “kapsam” başlıklı 2.maddesi 1.fıkrasında, trafik kazalarından zarar görenlerin bu yönetmeliğe göre rapor alabilecekleri kabul edilmiş ise de, maddenin 3.fıkrasına göre, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından gelir bağlama işlemlerinde ve dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarında bu yönetmelik geçerli olmayacak; bu bağlamda “trafik-iş” kazalarında, dava açılmadan önce SGK. tarafından gelir bağlanma söz konusu olduğundan, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Yönetmeliği’ne göre işgöremezlik oranı belirlenecek;  sigorta şirketleri, olayın trafik kazası yönünü ileri sürerek Genel Şartlara göre yeniden sakatlık oranı belirlenmesini isterlerse, bu istek 5510 sayılı Yasaya aykırı olacaktır.

b) Şu hususu önemle belirtelim ki, amacı ve işlevi farklı olan ve engelliler için düzenlenen Özürlülük Ölçütü Yönetmeliği’nde ve onun yerini alan Erişkinler İçin Engellilik Yönetmeliği’nde yaş ve meslek grupları yer almamakta; sakatlık oranları belirlenirken kişiler arasında fark gözetilmemektedir. 

Oysa, yargıda geçerli yöntemlere, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına, sorumluluk hukuku ilkelerine ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gelir bağlama işlemlerinin devamı niteliğindeki iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan tazminat davalarındaki uygulamalara göre, sürekli işgöremezlik oranlarının tespitinde yaş ve meslekler dikkate alınmaktadır. Bu iki husus, sorumluluk hukukunun ve tazminat hesaplarının vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yönden de gerek trafik kazalarında ve gerek trafik-iş kazalarında Engelliler Hakkında Yönetmeliğe göre alınacak raporların, tazminat davalarında geçerliği bulunmamaktadır.

Görüldüğü gibi, Genel Şartların A.5 maddesinin (c) bendi ikinci paragrafındaki “sakatlık tespitine” ilişkin düzenleme, doğrudan trafik kazaları ile trafik-iş kazaları arasında farklılık yaratmakta, bir karmaşaya (kaosa) neden olunmakta; hukuk sistemimize zarar verilmektedir.  

c) Yargıtay kararlarına göre, Genel Şartlarda uygulanması istenilen Özürlülük Ölçütü Yönetmeliği ve onun yerini alan Engelliler Yönetmeliği geçerli olmayıp,  trafik kazasında beden gücü kaybına uğrayan kişilerin güç kaybı (sakatlık) oranlarının, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliğine göre belirlenmesi; bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önceki olaylarda Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’ne göre ve bu yönetmelikten sonra yayınlanan Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre rapor alınması gerekmektedir. Kararlardan birkaç örnek, özetle:

Davacı tarafça dosyaya sunulan Özürlü Sağlık Kurul Raporu'na göre davacının daimi maluliyetinin bulunduğu kabul edilerek aktüer hesabı yaptırılması doğru olmamıştır.

Mahkemece, maluliyet oranının olay tarihinde yürürlükte bulunan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşleri Yönetmeliğine uygun şekilde tespiti için Üniversite hastanelerinin Adli Tıp kürsüsünden veya Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.

17.HD. 21.03.2017,  E.2014/19206 K.2017/2847

Maluliyet raporu, olay tarihinde yürürlükte olan “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği” hükümlerine göre düzenlenmeli; Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan veya Üniversite Hastanelerinin yetkili kurullarından rapor hazırlanması istenmeli, rapor sonucuna göre zarar kapsamı belirlenip hüküm kurulmalıdır.

4.HD. 17.09.2018,  E. 2018/1879 K. 2018/5457

Mahkemece, kaza tarihinde yürürlükte olan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine uygun rapor alınmalıdır.

17.HD. 22.03.2018,  E. 2015/8667 K. 2018/3221

 

Kaza tarihinde yürürlükte olan Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine uygun rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

17. HD. 16.10.2019, E. 2016/14025 K. 2019/9516

Mahkemece, Eğitim Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen Özürlü Sağlık Kurulu raporu benimsenmiş olup bu raporda, davacının kaza sebebiyle kalıcı maluliyetinin bulunmadığı bildirilmiş; mevzuata uygun maluliyet değerlendirmesi yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’ne göre, Adli Tıp Kurumu’ndan veya Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıkları'ndan, davacının sürekli çalışma gücü kaybı bulunup bulunmadığına ve varsa oranı konusunda ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

17.HD. 11.12.2017,  E. 2015/4112 K. 2017/11480

5- Yaşam boyu bakım giderleri hakkında       

Genel Şartların “kapsama giren teminat türleri” başlıklı A.5 maddesinin (b) bendinde "bakıcı giderleri" tedavi giderleri kapsamında kabul edilirken, (c) bendinde “yaşam boyu bakım giderleri" sürekli sakatlık teminatı kapsamına alınmıştır. Oysa, geçici işgöremezlikte söz konusu olan "bakıcı giderleri" ile ileri derecede sakatlıktaki "yaşam boyu bakım giderleri" arasında nitelikçe bir fark yoktur; ikisinin de tedavi giderleri kapsamında olması gerekir. Çünkü, Yargıtay'ın pek çok kararlarında, yaşam boyu alınacak ilaçlar, gene yaşam boyunca belli zaman dilimlerinde değiştirilecek protezler tedavi giderleri kapsamında olduğuna göre, "bakım işi" de bir tedavi türü kabul edilmek gerekir.

Yargıtay kararlarına göre, yaşam boyu bakım giderleri “tedavi giderleri” kapsamında olup, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından değil, sigorta şirketleri tarafından ödenmesi gerekmektedir.    

Yaşam boyu bakım giderlerinin tedavi giderleri kapsamında olduğuna ilişkin Yargıtay kararlarından örnekler:  

Bakıcı giderleri de tedavi giderleri kapsamındadır. Limitler dahilinde davalı trafik sigortacısı tedavi giderlerinden de sorumludur.

(11.HD. 12.02.2004, E.2003/6318 K.2004/1185)

Sürekli bakıma muhtaç kalacak derecede yaralanan davacı, tedavi masraflarından başka bakıcı masraflarını istemiştir. Davalı sigorta şirketinin bakıcı masraflarından sorumlu tutulmaması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

(17.HD. 25.6.2012, E.2012/7593 K.2012/ 7977)

2918 sayılı KTK’nun, 6111 sayılı Yasa’nın 59. maddesiyle değişik 98. maddesine göre, tedavi giderleri SGK. tarafından karşılanacak ise de, kazazedelerin, bunun dışında kalan bakıcı veya tedaviye bağlı sair harcamaları, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının tedavi teminatları kapsamında, yine sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından karşılanmaya devam edecektir.

(17.HD. 11.05.2012,  E.2011/7758 K. 2012/6081)

2918 sayılı Yasanın değişik 98. maddesine göre, tedavi giderlerinden sorumluluk Sosyal Güvenlik Kurumu'na geçmiş ise de, yasa kapsamı dışında kalan giderlerden sigorta şirketinin sorumlu tutulması gerekir. Bakıcı giderlerinin tedavi gideri kapsamında davalı sigorta şirketinden tahsilinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır.

(17.HD. 24.01.2013,  E.2012/362 K.2013/578)

2918 sayılı KTK’nun, 6111 sayılı Yasa’nın 59. maddesiyle değişik 98. maddesine göre, tedavi giderleri SGK. tarafından karşılanacak ise de, kazazedelerin, bunun dışında kalan bakıcı veya tedaviye bağlı sair harcamaları, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının tedavi teminatları kapsamında, yine sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından karşılanmaya devam edecektir.

(17.HD. 14.11.2012,  E.2011/9399 K.2012/12504)

6- Hazine Müsteşarlığı’nın sınırsız yetkisi hakkında

Genel Şartlar 2 no.lu ekin 10.bendinde ve 3.no.lu ekin 8. bendinde “Yukarıdakiler dışında hesaplamaya ilişkin diğer hususlar ile hesaplamaya ilişkin standartlar Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenir” denilerek, Hazine Müsteşarlığı’na yasaların ve hukukun temel ilkelerinin üstünde sınırsız bir yetki tanınmıştır.

Bunun açık anlamı şudur: Artık bundan böyle tazminat hesaplama esasları, Yargıtay kararlarına göre değil, Hazine Müsteşarlığı buyruklarına, daha doğrusu sigorta şirketlerinin isteklerine göre belirlenecek; tazminat ve sorumluluk hukukuna ilişkin bütün kitaplar, Yargıtay’ın yetmiş yılı aşan kararları, öğretideki görüşler çöpe atılacak, sigortacılar Türk Hukuk sistemini yeniden düzenleyeceklerdir. Bunu içine sindirebilenlerin, hukuk bilgisinden ve adalet duygusundan yoksun olmaları gerekir.

V- YARGI, HER ŞEYE RAĞMEN GENEL ŞARTLARA UYACAKSA VE TRAFİK KANUNU’NDAKİ DEĞİŞİKLİKLERE GÖRE KARAR VERİLECEKSE, AŞAĞIDAKİ SORU VE SORUNLARA YANIT VERİLMELİDİR

1) Yargıtay 17.Hukuk Dairesi son kararlarında, 01.06.2015 tarihinden sonra meydana gelen trafik kazaları nedeniyle sigorta şirketlerine karşı açılan davalarda, Genel Şartlara göre tazminat hesaplanacağı görüşünü benimsemiş olup, şu hususlara açıklık getirilmelidir:

a) KTK’nun 90.maddesinde, Genel Şartlara göre tazminat hesaplanması “zorunlu sigortalarla” sınırlı tutulduğuna; Genel Şartlar işleten ve sürücüye uygulanamayacağına göre, “işleten-sürücü-sigortacı”dan oluşan “ortaklaşa sorumlular” arasında fark yaratılmış  ve bu durum TBK’nun 61.maddesine aykırı olmayacak mıdır ? 

b) İşleten-sürücü-sigortacı’dan oluşan ortaklaşa sorumluların her üçüne karşı (birlikte) dava açıldığında nasıl bir yol izlenecektir. Böyle bir durumda, Genel Şartlara göre mi, yoksa TBK. 55.maddesine ve yargıda geçerli yöntemlere göre mi hesaplama yapılacaktır ?

c) Yargıtay 17.Hukuk Dairesi kararlarında, Sigorta Genel Şartlarının yürürlüğe konulduğu 01.06.2015 tarihinden sonraki trafik kazalarına Genel Şartların uygulanacağı açıklandığına ve KTK’nun 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen ve sigortalarla ilgili davalarda  Genel Şartların uygulanmasını zorunlu tutan 90.maddenin 16.04.2016 olan yürürlük tarihi başlangıç alınmadığına göre, eğer KTK’ndaki değişiklikler Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilirse, buna rağmen Genel Şartlar değiştirilmediği sürece uygulanması sürdürülecek midir ?

d) Sigorta Genel Şartları eklerindeki tazminat ödeme koşulları açıklandıktan sonra, “Yukarıdakiler dışında hesaplamaya ilişkin diğer hususlar ile hesaplamaya ilişkin standartlar Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenir” denilmiş bulunmasına göre, Hazine Müsteşarlığı Genel Şartlarda, istenildiği zaman ve istenildiği biçimde değişiklik yapıp, tazminat ödeme koşullarını ağırlaştırdığında ve bu koşullar açıkça yasalara ve yerleşik içtihada aykırı olduğunda da, Yargıtay 17.Hukuk Dairesi buna uyacak mıdır ?

2) Yargıtay’da Daireler arasında yapılan son görev paylaşımında, aynı trafik kazası nedeniyle işleten ve sürücüye karşı açılan davalara Dördüncü Hukuk Dairesi ve sigorta şirketlerine karşı açılan davalara Onyedinci Hukuk Dairesi bakacağına göre:

a) İşleten-sürücü-sigortacı’dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında farklı uygulama nasıl bir sonuç verecektir ? 

b) İşleten-sürücü-sigortacı’ya karşı birlikte dava açıldığında, inceleme yeri Yargıtay’ın hangi özel dairesi olacak; böyle bir durumda Genel Şartlara göre mi, TBK 55.maddesine göre mi tazminat hesaplanacaktır ?

c) Trafik kazalarının, ortaklaşa sorumluluk gözardı edilerek, aynı Özel Daire yerine iki ayrı daire tarafından incelenmesi, uygulama ve içtihat farklılıkları yaratmayacak mıdır ?

3) Trafik-iş kazaları, ortaklaşa sorumlu sayısının en fazla olduğu dava türlerindendir. Özellikle işverenin sorumluluğundaki araç ile başka araçların karıştığı kazalarda sorumlu sayısı altıyı, yediyi bulmakta ve bunlar arasında sigorta şirketleri de bulunmaktadır. Böyle bir durumda:

a) Trafik-iş kazalarında görevli mahkeme, yerleşik içtihada göre İş Mahkemesi olduğuna göre, işverene ait veya onun sorumluluğundaki araç ile başka bir araç çarpıştığında, “işveren-işleten-sürücü-sigortacı” ile  karşı araç “işleteni-sürücüsü-sigortacısı”ndan oluşan çok sayıda “ortaklaşa sorumlular” arasında, sigorta şirketlerine farklı bir uygulama mı yapılacaktır ? 

b) Gene trafik-iş kazalarında, sorumlular veya haksahipleri arasında Sosyal Güvenlik Kurumu da olabilmekte; gerek gelir bağlama ve peşin değer hesapları ile Kurum’un  sorumlulara ve bunlar arasında sigorta şirketlerine karşı açtığı rücu davalarında uygulama nasıl olacaktır ? Sigorta şirketleri bu gibi durumlarda dahi Genel Şartların uygulanması gerektiğini ileri sürdüklerinde nasıl bir karar verilecektir ?  

4) Taşımacının sorumluluğuna ve taşıma kazalarına Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanacağına ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1451.maddesindeki "Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır" denilmesine göre, otobüs-kamyon çarpışmasında yolcuların veya yakınlarının, sigorta şirketleri ile birlikte taşımacıya ve karşı araç işletenine karşı açacakları tazminat davalarında, Genel Şartlar mı, yoksa TBK.55.maddesi mi uygulanacaktır ? 

5) Haksız fiillerden, sözleşmelere aykırılıklardan veya hukuka aykırı durumlardan kaynaklanan sorumluluklar çok ve çeşitlidir. Örneğin, bina ve tesislerden sorumluluk, hekim ve hastane sorumluluğu, tehlikeli işletmelerden sorumluluk, çevre ve ürün sorumluluğu vb. gibi sorumluluklardan kaynaklanan ölüm ve bedensel zararlarda, hukuksal gerekçeler ile tazminat hesaplama yöntemlerinin bir ve aynı olması gerektiğine göre, trafik sigortaları ile ilgili davalarda farklı uygulama yapılması, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı değil midir ?

Bu tür soruları artırabiliriz. Ama yukardaki sorular bile, sigorta şirketlerine tanınan “ayrıcalıklar” yüzünden nasıl bir çıkmazda olduğumuzu; yargının bunca sorunu varken, ne tür sorunlarla uğraşmak zorunda bırakıldığımızı; hukuk sistemimizin nasıl bir emperyalist saldırı altında olduğunu görmek ve göstermek için yeterlidir, sanıyorum.

 

VI- ÖNERİLER VE ÇÖZÜM YOLLARI

1- Sorumluluk hukukunun temel kurallarına uyulmalıdır

a) Bir ülkede tüm haksız fiil ve hukuka aykırı olaylardan kaynaklanan insan zararlarının hukuksal gerekçeleri ile zararın tazminata dönüştürülmesi yöntemleri bir ve aynı olmalıdır. Bu nedenle uygulama farklılıkları ve içtihat uyuşmazlıkları giderilmelidir.

b) Tazminat hesaplarında formüller önemli olmayıp, asıl önemli olan yasal dayanaklar ve hukuksal gerekçelerdir. Bu gerekçeler, öncelikle sorumluluk hukukunun değişmez ve evrensel kurallarına uygun olmalıdır. Hukuk dışı uygulamalara asla izin verilmemelidir.

2- Ülkemiz koşullarına uygun tablolar düzenlenmelidir.

a) Halen yargıda PMF-1931 yaşam tablosu, Sosyal Güvenlik Kurumu ile sigortalarda TRH-2010 tablosu kullanılmakta olup, PMF-1931 tablosunun eskiliği ve TRH-2010 tablosunun ülke gerçeklerini yansıtmaması nedeniyle:

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı işbirliği ile TÜİK’den, ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü koşullara uygun yaşam tabloları düzenlenmesi istenmeli ve tüm kurumlarda yürürlüğe konulmalıdır.

(Bilgi olarak ekleyelim ki, TÜİK tarafından 2013-2017 arası koşullarına göre yaşam tabloları düzenlenmiş ise de, nedense yayınlanmamıştır.)

b) TÜİK’den ayrıca aktivite tabloları, kadın-erkek yeniden evlenme olasılık tabloları düzenlemesi istenmelidir. 

3- Hesaplama yöntem ve formülleri hakkında

a) Halen yargıda uygulanmakta olan, aynı rakamın her yıl için eşit oranda artırılıp eksiltildiği ve kazançların hiç artmadığı, “progressif rant” yöntemi denilen tazminat hesaplama biçimi, her ne kadar anlaşılması ve denetlenmesi kolay olmasına karşın, aktüeryal hesaplama biçimi olmadığı ileri sürülmektedir. 

b) Sigortacıların uyguladıkları ve Sigorta Genel Şartlarında yer alan “devre başı ödemeli belirli süreli rant formülü”nün ölüm ve bedensel zararlar için uygun bir formül olup olmadığı tartışılmalıdır.

Söz konusu formül aktüerler tarafından düzenlenen raporlarda, açılımı verilmeden ve gerekli açıklamalar yapılmadan, kapalı bir biçimde uygulandığı için, yargıçlar ve avukatlar tarafından denetlenememekte, doğruluğu veya yanlışlığı anlaşılamamaktadır. Ayrıca aktüer raporlarında, Yargıtay’ın ilke kararları ve sorumluluk hukukuna özgü değerlendirmeler yer almadığı için, bu raporların hükme esas tutulması haksız sonuçlar doğurmaktadır.

4- Geçmişte yargıda düzenli bir biçimde uygulanmış hesaplama yöntem ve formülüne dönülmelidir. 

Bize göre, ölüm ve bedensel zararlarda en uygun formül “devre sonu belirli süreli rant formülü” ve % 5 artırım-iskonto oranıdır.

Yargıda 1993 yılından önce uzun yıllar uygulanmış olan “devre sonu belirli süreli rant formülü”ne ve yöntemine dönülmeli ve Sosyal Güvenlik Kurumu ile uyumlu olarak artırım-iskonto oranı %5 olmalıdır. Sanıldığının aksine devre sonu rant formülünün anlaşılması, uygulanması ve denetlenmesi çok kolaydır.

SONUÇ

Tazminat davalarında hesaplama yöntemleri arasındaki farklılıkların giderilmesi amacıyla düzenlenen Çalıştay için konuşma metni olarak hazırladığım, ancak sürenin kısalığı nedeniyle tamamını dile getiremediğim görüşlerimin özeti ve vardığım sonuçlar şöyledir:

1) Tazminat hesaplarında, en başta da söylediğimiz gibi, yargıda fazla bir sorun yoktur. Yargıdaki uygulama ve kararlar, bazı küçük farklılıkların dışında, her zaman bir ve aynı olmuş; genellikle Yargıtay’ın uzun yılların ürünü yerleşmiş ve ilkeleşmiş kararlarına uyulmuştur. Özel Daireler arasındaki içtihat uyuşmazlıkları zaman zaman Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla veya İçtihadı Birleştirme yoluyla giderilmiş ve giderilmektedir.

Özetle, yargıda tazminat hesapları konusunda, az da olsa, bazı yanlış kararlar verilmesi ve yerleşik içtihattan sapmalar dışında,  önemli bir sorun olmadığı kanısındayım.

2) Tazminat hesaplarında sorun, yargıda değil, sigorta şirketlerine tanınan ayrıcalıkların yargıya yansıtılmasında ve yargının baskı altına alınmak istenmesindedir.

Ülkemizde trafik kazalarının çokluğundan ve fazla tazminat ödediklerinden yakınan sigorta şirketlerine, Trafik Yasası’nda değişiklik yapılarak ve ağır ödeme koşulları içeren Sigorta Genel Şartları yürürlüğe konularak, Anayasa’nın 10.maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı “ayrıcalık” tanınması; ölüm ve bedensel zararlarda özel yasa olan Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesi, Anayasa’nın 19/Son maddesi, Türk Ticaret Kanunu’nun 1451. maddesi, Sorumluluk Hukukunun temel ve evrensel kuralları, Yargıtay’ın uzun yıllara yayılan kökleşmiş ve ilkeleşmiş kararları gözardı edilerek, Sigorta Genel Şartlarına yasaların üstünde güç tanınması; bunun yargıya kabul ettirilmeye çalışılması; işte asıl sorun budur.

Ve bu soruna ivedi çözüm bulunmalı; yargıya elatmaların, hukuk düzenimizin alt üst edilmesinin önü alınmalıdır.

3) Sorunun çözümü için yapılması gerekenler

a) Önce, Sigorta Genel Şartları’ndaki tazminat ödeme koşullarını benimseyen ve Genel Şartlara göre tazminat ödenmesini kabul ederek, bu yönde kararlar oluşturmaya başlayan Özel Daire’nin bu kararları tartışılmalı;  yerel mahkemelerin direnme kararlarıyla konu Hukuk Genel Kurulu önüne getirilmeli; böylece Özel Daireler arasındaki uygulama farklılıkları giderilmelidir.

b) Karayolları Trafik Kanunu’nun, 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90-92-97-99 maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava olumlu sonuçlanmalı ve yasa değişiklikleri iptal edilmelidir.

c) 01.06.2015 tarihli Sigorta Genel Şartları yürürlükten kaldırılmalı ve 12.08.2003 tarihli Genel Şartlara dönülmelidir.

d) İlgili Bakanlıkça, ülkemizin egemenlik haklarına aykırı, sigorta şirketlerine “ayrıcalık” tanıyan düzenlemelerden vazgeçilmelidir.