Menu

Arama Yapın

HMGS PANELİMİZİN DEMOSUNU İNCELEMEK İÇİN TIKLA

Menu


MANEVİ TAZMİNATA ORTAK BİR ÖLÇÜ BULMALIYIZ

01 Kasım 2024

Bu makale 49 kez okundu.

Yazar Çelik Ahmet ÇELIK
Makaleyi PDF olarak İndir

Özet: Mahkemelerce hükmedilen manevi tazminat miktarları arasında derin uçurumlar vardır. Benzer olayları karşılaştırdığımızda, kararlar arasında önemli farklar bulunduğu, giderek aynı yargıcın aynı dönem içerisinde benzer dosyalardan birine yüksek, ötekine düşük miktarda tazminat “takdir” ettiği gözlemlenmektedir. Bu konuda Yargıtay kararlarında da belirsizlik vardır. Birbirine yakın tazminat tutarlarını Yargıtay’ın kimi daireleri çok görürken, bir başkası az bulmaktadır. Bunun örnekleri çoktur. Yargıçlar da kesin bir kuralmış gibi, istek tutarlarının çok altında manevi tazminata hükmetmektedirler.

Bu belirsizlik ve ölçüsüzlük nedeniyledir ki, davacılar ve vekilleri ne miktar tazminat istemelerinin uygun olacağını bilememektedirler.

Manevi tazminata kesinlikle ortak bir ölçü bulunmalı; maddi tazminat benzeri bir hesaplama yöntemiyle uygulamada birlik ve eşitlik sağlanmalıdır.

I- MANEVİ TAZMİNAT NEDİR

1- Tanım

Manevi tazminatın bir tanımı yapılmamıştır. Kuşkusuz bu da maddi tazminat gibi “zarar” kavramı içerisinde yer alması gereken bir tazminat türüdür. Maddi zarar genellikle “malvarlığında eksilme” olarak tanımlandığına göre, manevi zararı  “kişi varlığında eksilme” (TBK.56, BK.47) ve “kişi haklarına zarar verme” (TBK.58, BK.49) olarak niteleyebiliriz.

Ancak bu tanım yeterli değildir. Manevi tazminatı daha iyi kavrayabilmemiz için uygulamada ve toplum yaşamında neyin karşılığı olduğunu, neyin amaçlandığını; hak ve adalet kavramları çerçevesinde manevi tazminata nasıl bir işlev yüklenmesinin uygun olacağını saptamamız gerekmektedir. Eğer bunu doğru yapabilirsek mahkemelerce “takdir” edilecek manevi tazminata ortak bir ölçü bulmamızın mümkün olabileceğini umuyoruz.                        

 

2- Manevi tazminatın işlevi ne olmalıdır?

Manevi tazminatın anlamı, amacı, işlevi öğretide tartışmalı olup, işlevi konusunda şu dört görüş ileri sürülmüştür. Bunlar: 1) Tatmin görüşü, 2) Ceza görüşü, 3) Telafi görüşü, 4) Caydırıcılık görüşüdür. 

a) Tatmin görüşü

Kimilerine göre, manevi tazminat, acı ve üzüntüyü giderme ve öfkeyi yatıştırma parasıdır. Zarar görene manevi tazminat adı altında ödenecek bir miktar para, belirli bir oranda da olsa onun acı ve üzüntülerini azaltıp dindirecek, huzur ve rahatlama duygusu yaratacaktır. Her ne kadar, kişi varlığındaki eksilmenin para ile ölçülmesi olanaksız ise de,  eksiltilen veya yokedilen değerin yerine yeni bir değer konularak kişi varlığındaki azalma, onun malvarlığı çoğaltılarak ve zarar verenin malvarlığı eksiltilerek bir denge sağlanmış olacaktır.

Yargıtay 22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında benimsenen ve Yargıtay’ın çoğu kararlarında yinelenen bu görüş (acı ve üzüntüyü giderme, bir huzur ve tatmin duygusu yaratma görüşü), eski çağların öç almayı önlemek ve toplum barışını sağlamak için konulan kısas (göze göz, dişe diş) kuralını ve kısasın yerini alan “diyet” uygulamasını çağrıştırmaktadır. Şu farkla ki, diyette önceden saptanmış bir bedel çizelgesine göre tazminat ödenmekte iken, bugünkü uygulamadaki belirsizlik ve ölçüsüzlük, diyetin gerisinde kalmaktadır. Ayrıca, İçtihadı Birleştirme Kararındaki  “hükmedilecek manevi tazminatın bir sadaka niteliği taşımasından sakınılması ve buna karşılık da tatmin işlevini yerine getirip zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu yaratması gerektiği” biçimindeki açıklamaların da uygulamada hiçbir yararı ve yolgösterici yanı bulunmamakta; bu türden soyut açıklamalar uygulayıcılara belirli bir ölçü verememektedir.

Manevi tazminatı, acı ve üzüntüyü dindirme, duyguları yatıştırma aracı olarak niteleyen görüşlere, öğretide, bir kaç yönden karşı çıkılmaktadır:

Birincisi, ayırtım gücünden yoksun olanların, bilinçlerini yitirenlerin ve tüzel kişilerin de manevi tazminat isteme hakları bulunmasına göre, bunların acı ve üzüntülerinden söz edilemeyeceği, bu nedenle manevi tazminatın işlevinin “tatmin” duygusu ile açıklanmasının yanlış olduğu ileri sürülmektedir.

İkincisi, sebep sorumluluklarında, zarar veren kusursuz olsa bile manevi tazminat ödemek zorunda kalabileceğinden, tatmin görüşünün yetersiz kaldığı söylenmektedir.[1]

Üçüncüsü, acı ve üzüntü duygusunun kişiden kişiye değişeceği, bunun şiddet ve derecesinin ölçülemeyeceği; bazıları acı ve öfkelerini kolayca bastırabilirlerken, kimilerinin de yaşam boyu acı çekecekleri, bunun en yüksek tazminatla bile giderilemeyeceği düşüncesindedirler. [2]

Biz, manevi tazminatın acıyı dindirme ve öfkeyi yatıştırma parası olduğu, (manevi tatmin ihtiyacını giderdiği ve huzur duygusu yarattığı) görüşlerini eksik ve yetersiz bulmakla birlikte, yaşam gerçeklerine bakarak büsbütün yanlış da bulmuyoruz. Çünkü biliyoruz ki, en paraya önem vermez görünenlerin bile, acıları ne kadar derin olursa olsun, bir miktar para ile avunduklarını görüyoruz, duyuyoruz.

Özellikle cana gelen zararlarda, manevi tazminatın acı ve üzüntüyü giderme ve öfkeyi yatıştırma parası olarak görülmesini, eski çağların “diyet” uygulamasına benzetiyoruz. Uygarlık tarihi içinde yer alan geçmişin törelerini, hukuk kurallarını dışlamıyoruz; bugün de gözardı edilemeyecek yararlı yönleri bulunduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda, kişilerin hukuka aykırı eylem sonucu yaralanmaları ve sakatlanmaları ile yakınlarının öldürülmesi yüzünden acı ve üzüntü duymalarının ötesinde, öfkeye kapılıp öç alma duygusuyla dolup taşmalarını olağan karşılıyoruz. Beşbin yıllık bilinen uygarlık tarihinde insanın davranış ve düşünüşlerinde fazla bir değişiklik olmadığı inancındayız. Acı ve üzüntünün etkisiyle öfke, kin,  öç alma duygusu, en seçkin ve kültürlü kişilerde bile asla eksik değildir; şu farkla ki, onlar eğitimsiz kişilere oranla daha ılımlı ve sakıngandırlar. Burada eksik olan, acı ve üzüntüyü ölçmenin olanaksızlığının düşünülmemiş olması ve manevi tazminatın miktarını belirlemede bir ölçüt (kriter) ortaya konulmamış bulunmasıdır. Bir de manevi tazminatın toplumsal dengeleme işlevinin gözardı edilmesidir.          

b) Telafi görüşü

Buna, manevi tazminatın, maddi tazminatı tamamlayıcı denkleştirme işlevi de denilmektedir. Manevi tazminat konusunda, bizce,  en tutarlı ve yaşam gerçeklerine uygun olan zararı onarım, giderim ve denkleştirme görüşüdür. Genel anlamda tazminat, bir zarar giderme aracı olduğuna göre, maddi tazminatta olduğu gibi, manevi tazminatta da bir “onarım ve giderim” söz konusudur. Ancak ne var ki, maddi zararın giderimindeki somutluk ve açıklık, manevi zararın gideriminde soyut ve belirsiz kalmıştır. Bu belirsizlik, manevi tazminata, maddi tazminatı tamamlayıp düzeltici veya maddi tazminatın eksikliğini giderici sosyal yardım benzeri bir denkleştirme işlevi yüklenmesiyle belirgin hale gelecektir. Hele manevi tazminatta da, maddi tazminat benzeri bir hesaplama yöntemi benimsenirse, yargı kararları arasındaki derin uçurumlar ortadan kalkacak, bir eşitlik ve uyum sağlanmış olacaktır.        

Manevi tazminatın, maddi tazminatı tamamlama işlevinin yanı sıra, iki tazminat türünü birbirinden ayıran önemli bir fark da, maddi tazminat için belirlenen kesin, katı ve sınırlı koşullar yüzünden, maddi tazminat isteyemeyecek durumda olan bazı kişilerin manevi tazminat isteyebilmeleridir. Örneğin, ölen/öldürülen kişinin (çok özel durumlar dışında) yetişkin çocukları, kardeşleri maddi tazminat isteyememekte; bu haksız durum, bu eksiklik manevi tazminatla giderilebilmektedir. Bedensel bir zarara uğramamakla birlikte, kazanın ve eylemin etkisiyle ruhsal sarsıntı geçiren, sinirleri bozulan bir kimse haksız eylem sorumlusundan manevi tazminat isteyebilmektedir.     

 

Manevi tazminatın hangi durumlarda, maddi tazminatı tamamlayıcı işlevler üstleneceğine ilişkin şu örnekleri verebiliriz: Maddi tazminat hesapları, önceden belirlenmiş ve bazı kesin kurallara bağlanmış olduğundan, kimi zaman çok düşük miktarlarda bir hesap sonucu ortaya çıkmakta, bu ise zarar görenlerde “haksızlığa uğramışlık duygusu” yaratmaktadır. Bunun en tipik örneği, çocuk ölümlerinde ana ve babaya hesaplanan tazminat tutarlarında görülmektedir. Hesaplamanın, çocukların çalışıp kazanç elde edebilecekleri onsekiz yaşından başlatılması, haksahiplerinin bu tazminatı yıllar öncesinden alacak olmalarından dolayı iskonto yapılıp peşin değer belirlenmesi ve çocuğun ölümüyle ana babanın tasarruf ettikleri varsayılan yetiştirme giderlerinin zarar tutarından indirilmesi gibi (insafsız) uygulamalar sonucu  “çocuğun değeri bu kadar mı?” dedirtecek ve adeta isyan ettirecek miktarda (çok düşük)  tazminat tutarları ortaya çıkmaktadır. Oysa, bütün anne babaların dillerinden düşürmedikleri bir söz vardır: “Acıların en büyüğü evlat acısıdır” denir. İşte bu gibi durumlarda, yetersiz kalan maddi tazminatın eksiği, uygun miktarda bir manevi tazminatla giderilecektir. Küçük yaşta kaza geçirip sakat kalan çocukların da işgöremezlik hesabı, gerek asgari ücretten yapılması ve gerekse peşin değer nedeniyle çok düşük çıkmaktadır. Bunun açığının dahi manevi tazminatla kapatılması yargıya güven ve güç katacaktır.  

Gene, maddi tazminat hesaplarına ilişkin kesin kurallar yüzünden anne veya babalarını yitiren onsekiz yaşından büyük erkek ve yirmiiki yaşından büyük kız evlatlar maddi tazminat alamamaktadırlar. Kardeşlerin maddi tazminat isteyebilmeleri, bazı özel durumlar dışında, neredeyse olanaksızdır. Emekli aylığından başka bir iş ve kazancı bulunmayan ileri yaştaki kişilerin sakat kalmaları veya ölmeleri durumunda maddi tazminat çok düşük miktarda hesaplanmaktadır. İş kazalarında, zararın tamamının sosyal güvenlik kurumlarınca giderilmesi durumunda, işverenden başkaca maddi tazminat istenememektedir. Bütün bu örneklerde, kesin ve katı kurallar ve bir türlü değiştirilmek istenmeyen yaş sınırlamaları yüzünden, ödenemeyen maddi tazminatın bıraktığı boşluğu, manevi tazminat kapatacak; böylece manevi tazminat, haksız uygulamaları önleyici ve adaleti gerçekleştirici bir tür toplumsal nitelik kazanacak ve denkleştirme işlevi görecektir.  

Manevi tazminatın, maddi tazminat ödenmesinin olanaksızlığı durumunda tamamlayıcı ve denkleştirici işlevini Yargıtay da benimsemiş ve bu konuda çok çarpıcı kararlar vermiştir. Bunlar arasında en ilginç bulduklarımız “Hiç maluliyeti olmasa bile, bedensel zarara uğrayan kişinin manevi tazminat isteyebileceğine;  bunun için olaydan dolayı acı ve üzüntü duymasının yeterli olacağına” ilişkin kararlardır. [3]   

Estetik zarar olarak nitelenen ve genellikle yüzde veya bedenin görünen yerlerinde kalıcı izler bırakan beden zararları, maluliyet cetvellerinde yer almadığı ve iş gücü kaybı olarak görülmediği için maddi tazminatın konusu olamamaktadır. Buradaki boşluğu manevi tazminat dolduracaktır.

Ruhsal ve sinirsel bozukluklar da manevi tazminat konusu olabilmektedir. Haksız eylemin malvarlığında ve kazançlarda bir eksilmeye yol açmamış, tedavi giderlerini dahi gerektirmemiş olması nedeniyle maddi tazminat istenemeyecek durumlarda, manevi tazminat, maddi unsurların yokluğunu giderici bir işlev görecek, bir tür denkleştirme sağlayacaktır. Bu konuda pek çok karar örnekleri vardır ve şöyle denilmektedir: “Borçlar Kanunu 47. maddesindeki bedensel zarar kavramına ruhi bütünlüğün ihlali, sinir bozukluğu veya hastalığı (ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü) gibi hallerin girdiği kabul olunmaktadır.” [4]

Kaza geçiren veya saldırıya uğrayan kişilerin yakınlarına manevi tazminat ödenmesi de, maddi tazminatın boşluğunu doldurucu bir işlev niteliğindedir. Bu tür kararlarda da, bedensel zarara uğrayan kişinin (anne, baba, eş, çocuk gibi) çok yakınındaki kişilerin olaydan etkilenerek ruh sağlıklarının ve sinirlerinin bozulabileceği ve buna dayanarak manevi tazminat isteyebilecekleri kabul olunmaktadır.[5] 

Yukardaki örneklerden başka, maddi tazminatın söz konusu olmadığı durumlarda, manevi tazminatın adaleti dengeleyici işleviyle ilgili şu örnekleri verebiliriz: Yolcu taşıma sözleşmelerinde taşıyıcının yükümlülüklerini yerine getirmemesi, herhangi bir kaza olmasa bile yolculuğun tehlikeli ve kötü geçmesi ve bunun sinir bozukluğuna yol açması; gezi düzenleyicisinin tanıtım broşürlerinde açıklanan yol ve konaklama olanaklarını sağlamaması, bu yüzden gezinin beklenen ve umulan biçimde gerçekleşmeyip tatil keyfinin kaçırılması ve bunun sinir bozukluğu yaratması gibi durumlarda da, maddi bir zarar olmasa bile, manevi tazminat istenebilecektir.[6]

c) Ceza görüşü

Manevi tazminat konusunda bir başka görüş  “ceza” görüşüdür. Buna göre, manevi tazminatın zarar vereni “cezalandırma işlevi” gözardı edilmemelidir. Zarar görene manevi tazminat ödenmekle, onun “öç alma duygusu” yatıştırılmakta; zarar verenin malvarlığının (tazminat ödemesi nedeniyle) azalması, zarar göreni ruhsal yönden rahatlatmaktadır. Bu görüştekilere göre, manevi tazminat cezalandırıcı ve önleyici bir niteliğe sahiptir. Bir anlamda “özel hukuk cezası”dır. Burada devlet yararına değil, mağdur yararına bir cezalandırma söz konusudur. [7] Bu görüşün uygulamada sağladığı bir kolaylık vardır ki, o da, acı ve üzüntüyü ölçmek olanaksız iken, kusurun ve sorumluluğun ölçülebilmesidir.[8]  Unutulmasın ki, tehlike sorumluluklarında (kusursuz sorumluluklarda) bile, tazminat belirlenirken bir kusur (sorumluluk) derecesi saptanmaktadır.

Karşı görüştekiler, manevi tazminatın özel hukuk nitelikli bir yaptırım olduğunu, ayrıca olağan sebep sorumluluğu ile ceza kavramının bağdaştırılamayacağını ileri sürmekte iseler de, biz ceza görüşünü “caydırıcılık” kavramına bağlayarak birçok yönlerden benimsiyoruz. Bu nedenle, ünlü İçtihadı Birleştirme Kararındaki “manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek anlamda bir tazminattır”  açıklamasına katılmıyoruz.[9] Yıllardan beri neredeyse tüm Yargıtay kararlarında yinelenen bu anlayış, öyle sanıyorum ki, aşağıda değinilecek Hukuk Genel Kurulu’nun yeni bir kararıyla terkedilmiş ve manevi tazminatın “caydırıcılık” ögesi öne çıkarılmıştır.[10] Bu karara göre, “aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ıztırabı hiçbir değerin gidermesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan, sadece zarar görene bir parça olsun rahatlama duygusu vermek değil, aynı zamanda zarar verene daha dikkatli ve özenli davranması, bundan böyle zarar verici eylemlerden sakınması için caydırıcı etki sağlayacak bir bedel ödetilmesidir.    

Kavram “caydırıcılık” olunca, ceza görüşüne karşı çıkmanın bir anlamı yoktur. Kusursuz sorumlu sayılan işletenler, işverenler, çalıştıranlar ve tüm tehlike sorumluları yönünden de bu görüşü benimsemenin bir sakıncası bulunmamaktadır. Çünkü, manevi tazminatın önleyici ve caydırıcı niteliği onları daha dikkatli ve özenli davranmaya zorlayacak ve yönlendirecektir.

d) Caydırıcılık görüşü

Manevi tazminatın caydırıcılık işlevi, bizce, maddi tazminatı tamamlayıcı  (denkleştirme) işlevi kadar önemli, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Yukarda caydırıcılık ögesi ile cezalandırma işlevi arasında bir benzerlik kurmaktan çekinmedik. Çünkü cezaların da temel işlevi suç işleyenleri tutsak almak değil, onları uslandırmak, caydırmak, yeniden topluma kazandırmaktır.

Nasıl ki, trafik kurallarını çiğnediği için yüksek bir para cezası ödeyen sürücü, yeniden ceza vermemek ya da ehliyetini yitirmemek için daha dikkatli ve özenli davranmak gereğini duyacaksa, yüksek bir miktar üzerinden manevi tazminat ödeyen kişi de aynı sakınganlığı göstermeye çalışacaktır.

Bu bağlamda, işveren, yeni bir iş kazası olmaması için işyerinde daha sıkı önlemler alacaktır. Araç işleten, sürücü seçiminde daha özenli davranacak, aracının bakımını düzenli yaptıracaktır. Bina veya tesis sahibi, çevreye ve kişilere zarar vermemek için alınması gerekli tüm önlemleri almaya çalışacaktır. Çevreyi kirletenlere, eğer onları caydıracak miktarda bir manevi tazminat ödetilirse, bu huylarından vazgeçeceklerdir.

Artık, 22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararındaki acıyı üzüntüyü, öfkeyi yatıştırma anlayışından uzaklaşma eğilimine girildiğini gözlemlediğimiz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında belirtildiği gibi: “Manevi tazminat, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır. Bu ilkeler gözetildiğinde, aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ıztırabı hiçbir değerin gidermesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir parça olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla caydırıcı olabilmektir.” (HGK.23.06.2004, E.2004/13-291 – K. 2004/370) 

Caydırıcılık ögesinin ne kadar etkili olduğu, bazı yasalardaki idari para cezalarının uygulanmasında görülmekte; cezayı ödeyen daha dikkatli ve özenli davranma, yasalara uyma gereğini duymaktadır.     

 

3- Manevi tazminat konusundaki görüşlerin değerlendirilmesi

a) Tatmin görüşü (acı ve üzüntüyü giderme, öfkeyi yatıştırma, huzur ve tatmin duygusu yaratma) işlevi hakkında:

Hukuka aykırı bir eylem veya olay sonucu bedensel zarara uğrayan, yakınlarını yitiren, ruhsal sarsıntı geçiren, herhangi bir biçimde kişilik haklarına zarar verilen kişilerin acı ve üzüntü duymaları, öfkelenmeleri, giderek bilinç altında ya da açıkça öç alma isteği duymaları en eski çağlardan beri ve bugün de insanın doğasında var olan yadsınamaz gerçekler ise de, manevi tazminatın işlevinin, 22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında olduğu gibi  “elem ve ıztırabı dindirme, huzur ve tatmin duygusu yaratma” amacına bağlanması (ayırtım gücünden yoksun olanlar, tüzelkişiler ve kusursuz sorumluluklar düşünüldüğünde) birçok yönlerden doğru olmadığı gibi, acı, üzüntü, öfke gibi duyguların kişiden kişiye değişmesi ve ölçülmesinin olanaksızlığı karşısında, bu tür görüşlerin uygulamada bir yeri ve yararı olmadığı sonucuna varılmaktadır. Nitekim, bu görüşler yüzündendir ki, bugüne kadar manevi tazminatın ortalama bir ölçüsü bulunamamış; yargıçların benzer kararlarda “takdir ettikleri” manevi tazminat tutarları arasında derin farklılıklar olduğu gibi, Yargıtay kararlarında da ortak bir değer ölçüsü oluşamamıştır.

Manevi tazminatın, acı ve üzüntüyü dindirme (hazcı), öfkeyi ve öç alma duygusunu yatıştırıp “manevi tatmin duygusu” yaratma (misillemeci) bir anlayışla değerlendirilmesi bugün artık çağdışı görüşler olarak nitelenmektedir.         

b) Maddi tazminatı tamamlama ve denkleştirme işlevi hakkında

Manevi tazminatın (acı, üzüntü, öfke, kin gibi) insan doğasının ayrılmaz ve yadsınmaz bir özelliği olan duygusal gereksinimlerini giderme işlevinin yanı sıra, maddi tazminatın yetersiz kaldığı durumlarda onun eksiğini ve açığını kapatıcı, zararı denkleştirici somut, gerçekçi ve toplumsal bir işlevi olduğu düşüncesindeyiz.[11]

Yukardaki bölümlerde belirttiğimiz gibi, maddi tazminat hesaplarına egemen olan katı ve sınırlayıcı kurallar ile can zararlarının “malvarlığı zararı” olarak nitelenmesindeki saplantılar yüzünden, yeterli miktarda tazminat alamayan kişilerin uğradıkları haksızlık ya da maddi tazminattaki yetersizlik manevi tazminatla giderilecektir. Ayrıca, gene maddi tazminatın geliştirilemeyen, çağın ve yaşam gerçeklerinin gerisinde kalan kalıplaşmış ilkeleri nedeniyle hiç maddi tazminat alamayan kişilerin “görünür” zararları da manevi tazminatla karşılanacaktır. Bütün bunlar manevi tazminatın tamamlayıcı (telafi edici) işlevinin önemini ortaya koymaktadır.      

c) Ceza etkisi yaratma işlevi hakkında

Her ne kadar Yargıtay kararlarında manevi tazminatın bir “ceza” olmadığı sıkça yinelenmekte ise de, caydırıcı etkisi yönünden “ceza görüşü”ne katılıyoruz. Çünkü, bazı yasalardaki “idari para cezalarının” özellikle işyerleri ve araç işletenler üzerindeki etkisini sıkça görüyoruz. Yüksek miktarda para cezası ödeyenler, daha sakıngan ve daha dikkatli davranma, kurallara uyma gereğini duyuyorlar. Örneğin, işverenler art arda birkaç teftişten sonra, gerek sigorta bildirgeleri konusunda ve gerekse işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerini uygulamada hata yapmaktan kaçınmaya ve daha sıkı önlemler almaya başlıyorlar; böylece iş kazaları azalıyor. Alkollü araç kullanmayı alışkanlık haline getiren sürücü, birkaç kez cezaya uğradıktan sonra, bu huyundan vazgeçiyor; böylece olası kazalar önlenmiş oluyor.   

Bu örneklere bakarak diyebiliriz ki, ölüm ve bedensel zarar sorumlularının yüksek bir tazminat ödemek zorunda bırakılmaları, onlar üzerinde hem bir caydırıcı etki sağlayacak, hem de bir “ceza işlevi” görecektir.   

 

d) Manevi tazminatın caydırıcı etkisi hakkında

Manevi tazminatın, acı ve üzüntüyü giderme, öfkeyi yatıştırma, huzur ve tatmin duygusu yaratma ve maddi tazminatın eksiğini ve açığını kapatma işlevlerinin yanı sıra “ceza etkisi” ile birlikte, hukuka aykırı eylemleri önleyici ve caydırıcı bir işlev göreceği inancındayız.[12]

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yukarda anılan son kararında “caydırıcılık” ögesine ağırlık verilmesine göre, artık ünlü İçtihadı Birleştirme Kararındaki duygusal içerikli görüşlerin terk edilmekte olduğu; gerçekçi, nesnel, somut anlayış ve değerlendirilmelere yönelindiği izlenimini edinmiş bulunuyoruz.[13] 

e) Sonuç olarak,

Manevi tazminatın, belli bir ölçüde acıyı, üzüntüyü, öfkeyi yatıştırma işlevi de olabileceği gözardı edilmeden, ancak bunların ölçülemezliği yüzünden, uygulamada tazminat tutarını belirlemede bir işe yaramayacağı da görülerek, manevi tazminata bir değer ölçüsü aranırken özellikle iki işlev üzerinde yoğunlaşılması gerektiği düşüncesindeyiz

Bunlardan birincisi maddi tazminatı tamamlayıcı denkleştirme işlevi;

İkincisi caydırıcılık ve önleyicilik işlevi olmalıdır.

Bu iki işlevin uygulamada ve hesaplamada nasıl değerlendirileceği ve tazminat tutarının belirlenmesinde ne derece tutarlı ve doğru sonuç vereceği, aşağıda örneklerle açıklanacaktır.

 

II- UYGULAMADA MANEVİ TAZMİNAT 

1- Türk yargısında manevi tazminat uygulaması      

Bizde durum şudur: Yukarda belirttiğimiz gibi, manevi tazminat "takdiri" konusunda, mahkemelerce aynı dönemde verilen benzer kararlar arasında derin uçurumlar vardır. Yargıtay kararlarında da ortak bir ölçü bulmak mümkün değildir. Daireler arasında derin farklılıklar olmasının yanı sıra, aynı daire aynı dönemde birbirinden son derece farklı kararlar verebilmektedir.

Yargıtay bozma kararlarındaki ve yerel mahkeme kararlarındaki belirsizliklerin bir yansıması olarak, davacılar ve avukatları da ne miktar tazminat isteyeceklerini bilememekte; istek tutarları hiçbir hesaba ve hiçbir ölçüye dayanmamakta; kimileri yüksek harç ödemeyi göze alarak son derece abartılı rakamlar üzerinden dava açarlarken, kimileri de nasıl olsa en aza indirileceğini düşünerek çok düşük miktarda manevi tazminat istemektedirler.

Yargıçlar da, bir zorunluluk varmış gibi, öteden beri gelenekleşmiş biçimde, dava dilekçelerinde istenenin mutlaka bir miktar altında, hatta çok daha düşük miktarda manevi tazminata hükmetmektedirler.

Savcılık ve karakollar aracılığıyla yaptırılan “tarafların sosyal ve ekonomik” düzeylerinin araştırılması biçimindeki uygulamanın hiçbir yararı olmadığı gibi, bunun dışında yasada öngörülen “özel durumların” ve “olayın özelliklerinin” (6098/TBK.56)  gözetildiği, bunların araştırılıp değerlendirildiği de söylenemez.

Yargıçların, deneyimli olsunlar veya olmasınlar, takdir yetkilerini kullanırlarken ne derece yerinde ve tutarlı bir karar verebildiklerini söylemek olası değildir. Şunun için ki, en başta davacı istekleri ölçüsüz ve tutarsızdır; ikincisi yargı düzenimizde manevi tazminata ilişkin bir ilkeler dizisi ve başvurulabilecek bir değerlendirme ölçütü oluşturulamamıştır. 

Çoğu Yargıtay kararlarında sıkça değinilen 22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı, bugün çok gerilerde kaldığı gibi, içerdiği soyut tanımlamalar yolgösterici nitelikte değildir.

 

Benzer olayları karşılaştırdığımızda, kararlar arasında önemli farklar bulunduğu, giderek aynı yargıcın aynı dönem içerisinde benzer dosyalardan birine yüksek, ötekine düşük miktarda tazminat “takdir” ettiği gözlemlenmektedir.

Bu konuda Yargıtay kararları arasında da derin ayrılıklar görülmektedir. Birbirine yakın tazminat tutarlarını Yargıtay’ın kimi daireleri çok görürken, bir başkası az bulmaktadır. Bunun örnekleri çoktur. Kararlarda tek ortak nokta, İçtihadı Birleştirme Kararındaki bazı sözlerin yinelenmesidir; bunlar,  manevi tazminatın elem ve ıztırabı dindirecek ve zarar görende bir tatmin duygusu yaratacak miktarda takdir edilmesi gerektiği biçimindeki bugün artık az çok geçerliğini yitirmiş, manevi tazminatın anlam ve işlevini ortaya koymakta yetersiz kalan tanımlamalardır. Son derece soyut bu tanımlamalarda, acı ve üzüntüyü ölçmenin olanaksızlığının yanı sıra, tatmin sözcüğü, ilk çağın öç alma isteğini, kısası ya da diyeti çağrıştırmaktadır.

Uygulamada görülen bütün bu rasgelelikler, bir anlamda keyfilikler ve eşitsizlikler karşısında, ortak ve somut bir ölçü bulmak gerektiği kabul olunmalıdır.

2- Manevi tazminat konusunda başlangıçtaki belirsizlik

Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında, başlangıçtaki yoğun belirsizlik, maddi tazminatta olduğu gibi ve ondan çok daha fazla manevi tazminatta vardır. Ayrıca manevi tazminat, maddi tazminat gibi hesaplanamadığı için, istek tutarı hakim tarafından takdir edilmekte; bu takdirin kesin bir sınırı bulunmadığından, hüküm altına alınacak manevi tazminat tutarını her hakim (kıdemine, bilgisine, kimliğine, kişiliğine ve kültür düzeyine göre) farklı “takdir” etmektedir. 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 50.maddesinde hakimin, tazminatın miktarını “hakkaniyete uygun olarak” belirleyeceği; manevi tazminata ilişkin 56.maddesinde olayın özelliklerini gözönünde tutarak “uygun bir miktar paranın” manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebileceği açıklanmasına göre, bu belirsiz ve bir anlamda “keyfi” takdir yetkisine bir ölçü bulunması gerekmektedir.

Uygulamada manevi tazminatın rasgele rakamlar üzerinden istenmesi, davacıların ve avukatlarının ne kadar manevi tazminat isteneceğini bilememeleri; bu konuda ortalama bir ölçü bulunamamış olması; mahkemelerin aynı nitelikteki davalarda birbirinden çok farklı tazminat miktarlarına hükmetmeleri gibi nedenlerle bugüne kadar hakça ve adaletli bir sonuca ulaşılamamıştır.

III- MANEVİ TAZMİNATA ÖLÇÜ ARAYIŞI 

1- Manevi tazminata ortak bir ölçü bulunabilir mi ?

Biz bulunabileceği kanısındayız. Ölçü arayışı içinde başka ülkelerde yargıçların manevi tazminata hükmederken hangi ilkelere uyduklarına, belirli bir ölçülerinin (kriterlerinin) olup olmadığına baktık:

Alman hukukunda hakimler, manevi tazminat miktarını belirlerken, emsal yargı kararlarını esas alan "tablolar"dan yardımcı kaynak olarak yararlanmakta; zarar verici eylemin ağırlığına, kusur derecesine, olayın özelliğine göre ayrıca bir değerlendirme yapmaktadırlar.

İsviçre hukukunda, manevi tazminatı belirleyecek olan hakim, kendisine tanınmış olan takdir yetkisi çerçevesinde, somut olayın özelliklerini gözönünde tutarak hukuka ve hakkaniyete göre belirlemekte ise de, İsviçre Federal Mahkemesinin vermiş olduğu ilke kararı doğrultusunda, tıpkı maddi tazminatta olduğu gibi, manevi tazminatta da iki aşamalı değerlendirme yapılmakta; birinci aşamada manevi zararın kapsamı belirlenmekte, yani "taban" manevi tazminat hesabı yapılmakta; ikinci aşamada "taban" tazminat, somut olayın özelliklerine göre artırılarak veya indirilerek manevi tazminatın miktarı belirlenmektedir. [14]

2- Manevi tazminat, maddi tazminat benzeri bir yöntemle hesaplanabilir mi ?

Bizce, manevi tazminat, maddi tazminat benzeri bir yöntemle, bir değer birimi üzerinden hesaplanmalı;  bu hesaplamada Borçlar Yasası’nın ilgili maddelerindeki indirim nedenleri gözetilmeli; (TBK.51-52) yargıçlar, hesap sonucuna bakarak ve yasalarda öngörülen “özel durumları” da dikkate alarak manevi tazminata hükmetmelidirler. (MK.4, TBK.50/2-52)

Bu konuda bilim çevrelerinde: "Manevi tazminat, malvarlığı eksilmesini veya kazanç yoksunluğunu giderme aracı olmamakla birlikte, örneğin, bedensel zararın derecesine göre değişen yüzdelere bağlı sigorta tazminatları benzeri bir manevi tazminat hesabı yapılması olanaklıdır. Ölümlü olaylarda da destek payları üzerinden bir değerlendirme yapılabilir. Manevi zararın maddi zarar kadar kolay paraya çevrilememesi, matematik cetvellerle hesaplanıp kesinlikle saptanamaması, onun parasal maddi denkleştirme işleminin bir parçası sayılmasına engel olmamalıdır. “Maddi zarar hesaplanır, manevi zarar takdir edilir” özdeyişi günümüzde geçerliğini yitirmiştir" denilmektedir.[15]

3- Manevi tazminat hesaplama önerimiz       

Biz yukardaki tespit ve görüşlerden yararlanarak, manevi tazminata ölçü arayışına girdik ve maddi tazminat benzeri manevi tazminat hesabı için birtakım denemelere giriştik. 

Bu çerçevede, bazı yasalardaki manevi tazminat benzeri “ödenceleri” örnek aldık. Örneğin, İş Yasası’ndaki kıdem ve ihbar tazminatı,  haksız fesih tazminatı; Sendikalar Yasasındaki sendikal tazminat; Fikir Ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki eser sahibinin tazminat isteme hakkı üzerinde durduk. Ancak yaptığımız denemelerde bunların hiçbirinden olumlu sonuç alamadık. Sonuçta asgari ücretlerde karar kıldık. 

Maddi tazminat benzeri manevi tazminat hesabı denemesi yaparken "yasal asgari ücretleri" birim almamızın nedeni, insan yaşamının kutsallığı ve yaşama hakkının herkes için eşit olması gerektiği anlayışı olmuş; kişilerin sosyal ve ekonomik düzeyleri ve kazanç durumları ne olursa olsun, maddi tazminat hesabında hangi kazanç unsuru kullanılırsa kullanılsın, “yasal asgari ücretler” birim alınarak bir  “taban ölçü” belirlemeye çalışılmıştır.

 

 

Önerdiğimiz şudur:

Asgari ücretlerin bir yıllık tutarını “taban” olarak aldıktan sonra, buna (kıdem tazminatında olduğu gibi) bir “tavan” koyuyoruz. Bu tavanı, ülkemizin bugünkü ekonomik durumuna bakarak (10) yıl ile sınırladık. Yani Asgarin ücretin yıllık tutarının (10) katını manevi tazminat “tavanı” olarak belirliyoruz.

Belirlediğimiz tavanı karşı tarafın kusur oranı ile çarptıktan sonra, ölüm nedeniyle destekten yoksunlukta destek paylarını, bedensel zararlarda beden gücü kayıp oranlarını ölçü olarak alıyoruz. Maddi tazminatın söz konusu olmadığı durumlarda yalnızca kusur oranlarını uyguluyoruz.

Çıkan rakam, (kusur, işgöremezlik oranı, destek payı gibi) denkleştirme ögeleri ile netleştirildikten sonra, karar vermek üzere yargıcın değerlendirmesine sunulacak; yargıç bu aşamada takdir yetkisini kullanarak hüküm altına alacağı manevi tazminat tutarını belirleyecektir.

Böylece, zengin-yoksul ayrımı yapılmaksızın herkes için eşit, asgari ücretlerin on yıllık tutarları üzerinden manevi tazminat hesaplanabileceğine ilişkin önerimizin benimsenmesi durumunda, manevi tazminata ortak bir ölçü bulunmuş olacağına inanıyoruz.

 

 

IV- MANEVİ TAZMİNAT HESAPLAMA ÖRNEKLERİ

1- Ölüm nedeniyle destekten yoksunlukta

a) İki çocuktan oluşan dört kişilik ailede ana ve babadan birinin ölümü halinde, destek payları (2) pay sağ kalan eşe,  1’er pay çocuklara verilmek üzere (4) payda üzerinden, aşağıda çeşitli kusur olasılıklarına göre her bir haksahibinin manevi tazminat miktarları belirlenmiştir.   

Tavan ölçü: 01.01.2020 tarihinde yürürlüğe giren aylık brüt 2.943,00 TL. asgari ücretin (10) yıllık tutarı: 2.943,00 x 12 x 10  =  353.160,00 / Yuvarlama: 350.000,00 TL.

Haksahipleri

Paylar

2/8 kusur

 4/8 kusur

 6/8 kusur

 8/8 kusur

   2/4

43.750,00

  87.500,00

131.250,00

175.000,00

Çocuk

   1/4

21.875,00

  43.750,00

  65.625,00

  87.500,00

Çocuk

   1/4

21.875,00

  43.750,00

  65.625,00

  87.500,00

Toplam

   4/4

87.500,00

175.000,00

262.500,00

350.000,00

 

b) Eş, çocuk, ana babadan oluşan haksahipleri arasında manevi tazminat paylaşımı:

Haksahipleri

Paylar

  2/8 kusur

4/8 kusur

6/8 kusur

8/8 kusur

  4/10

 35.000,00

 70.000,00

105.000,00

140.000,00

Çocuk

  2/10

 17.500,00

  35.000,00

  52.500,00

  70.000,00

Çocuk

  2/10

 17.500,00

  35.000,00

  52.500,00

  70.000,00

Ana

  1/10

   8.750,00

  17.500,00

  26.250,00

  35.000,00

Baba

  1/10

   8.750,00

  17.500,00

  26.250,00

  35.000,00

Toplam

10/10

 87.500,00

175.000,00

262.500,00

350.000,00

 

 

2- Ölenin, destek tazminatı isteyemeyecek olan yetişkin çocukları ile destekten yoksun kalanların birlikte açtıkları davada manevi tazminatın paylaştırılması 

Ölenin, destek tazminatı isteyebilecek olan eşi ve iki çocuğu ile birlikte, destek tazminatı isteyemeyecek olan üç yetişkin çocuğu arasında manevi tazminatın paylaştırılması:

Haksahipleri

Paylar

 2/8 kusur

4/8 kusur

 6/8 kusur

 8/8 kusur

   2/7

25.000,00

50.000,00

75.000,00

100.000,00

Çocuk

   1/7

12.500,00

25.000,00

37.500,00

  50.000,00

Çocuk

   1/7

12.500,00

25.000,00

37.500,00

  50.000,00

Yetişkin çocuk

   1/7

12.500,00

25.000,00

37.500,00

  50.000,00

Yetişkin çocuk

   1/7

12.500,00

25.000,00

37.500,00

  50.000,00

Yetişkin çocuk

   1/7

12.500,00

25.000,00

37.500,00

  50.000,00

Toplam

   7/7

87.500,00

175.000,00

262.500,00

350.000,00

3- Beden gücü kayıplarında    

Beden gücü kaybı, aşağıdaki tabloda (5) ayrı oranda gösterilmiştir.

Tavan ölçü:  350.000,00 TL.

Değişik kusur oranlarına ve beden gücü kayıp oranlarına göre manevi tazminat tutarları:

Güç kaybı

2/8 kusur

4/8 kusur

6/8 kusur

 8/8 kusur

   % 10

   8.750,00

 17.500,00

   26.250,00

  35.000,00

   % 25

 21.875,00

 43.750,00

   65.625,00

  87.500,00

   % 32

 28.000,00

 56.000,00

   84.000,00

112.000,00

   % 43

 37.625,00

 75.250,00

 112.875,00

150.500,00

   % 60

 52.500,00

105.000,00

 157.500,00

210.000,00

   % 80

 70.000,00

140.000,00

 210.000,00

280.000,00

  % 100

 87.500,00

175.000,00

 262.500,00

350.000,00

4- Tabloların tartışılması

a) Yukardaki tablolar manevi tazminata ortak bir ölçü arayışı için öneri niteliğindedir. Bu tablolara bakarak kimileri manevi tazminat miktarlarını çok yüksek, kimileri az bulabilir. Ama önyargılı olmamak gerekir. Üzerinde enine boyuna düşünülmeli, tartışılmalıdır. Örneğin karşı tarafın yüzde yüz kusurlu olduğu durumlarda, eş ve çocuklara 350.000 TL. tazminat ödenmesi bize göre ülkedeki para değerine ve hakkaniyete uygundur. Aynı biçimde yüzde yüz sakat kalan bir kişinin, yüzde yüz kusurlu olan davalıdan 350.000 TL. manevi tazminat alması uygun bir miktar kabul olunmalıdır.

b) Bu konuda konuştuğumuz ve tartıştığımız bazı yargıçlar, yukardaki tablolarımızı eleştirirken, davalının (yüzde yüz kusurlu olsa bile) ödeme gücünün dikkate alınması gerektiğini savunmaktadırlar. Biz bunu yanlış buluyoruz ve davalının ödeme gücünün hakkaniyet ölçüsü olarak alınamayacağını; asıl korunması gerekenin ölenin yakınları veya sakat bırakılan kişi olduğunu söylüyoruz. Şu iki nedenle:

1. Dosyaya yansıyan bilgilerde davalının ödeme gücü olmadığı görüntüsü yanıltıcı olabilir. Haksız ve hukuka aykırı olaydan sonra ve dava açılmadan önce davalının mal kaçırma olasılığı hesaba katılmalıdır. Ayrıca bugün yoksul görünen ilerde çok zengin olabilir. 

2. Yargıcın davalıyı koruyup kollama gibi bir yükümlülüğü olmamalıdır. Davalı gerçekten yoksulsa, zaten mahkeme ilamı kâğıt üstünde kalacak, para tahsil edilemeyecektir.

5-   Sonuç          

Manevi tazminata ortak bir ölçü bulunması arayış ve önerimiz tartışılırken, çoğunluk görüşü, tazminat tavanının yükseltilmesi veya düşürülmesi biçiminde oluşursa, o zaman yukardaki tabloları ortak görüş çerçevesinde yeni bir tavan belirleyerek düzenleriz. Yargıçlar tablolara bakarak ve abartıya kaçmaksızın “takdir” haklarını hakkaniyet ölçüsünde kullanırlarsa, o zaman manevi tazminat kararları arasındaki derin uçurum ve aşırı farklılıklar ortadan kalkmış; ortak bir ölçü bulunmuş olur.           

Önermesi bizden, uygulanması tüm ilgili ve yetkililerden.

Yararlanılan yazı ve kitaplar

1) Rona Serozan, Manevi Tazminat İstemine Değişik Bir Yaklaşım (Haluk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, sf.67-101)

2) Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,1998, Cilt:I., sf.776-784

3) Fulya Erlüle, Bedensel Bütünlüğün İhlalinde Manevi Tazminat, Seçkin, 2011, sf.432-435

4) Haluk N.Nomer, Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, 1996, sf.30) 

5) Türkân Rado, Roma Hukuku,1980,sayfa:180-181)

6) Ahmet M.Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2002, sf.287

7) Ahmet Zeyneloğlu, Taşıma Hukuku, 1993 Yetkin Yayını

 


[1]      Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,1998, Cilt:I., sf.776-784

[2]      Rona Serozan’a göre: “Dünyada hiçbir aygıtın dozunu saptayamayacağı bir acının, üzüntünün, bunalımın ve sıkıntının manevi tazminatın dayanağı ve ölçüsü sayılması yalnız akıl dışı değil, aynı zamanda sakıncalıdır. Açılacak keyfilik çığırının nerede biteceği belli olmaz.(...) Bir kimsenin kaybından duyulan acının saptanmasında, manevi tazminat isteyen kişi ile yitirilen kişi arasındaki duygusal bağlılığın ve sevginin yoğunluğu araştırması kişilik haklarına ters düşer.” (Prof.Dr. Rona Serozan, Manevi Tazminat İstemine Değişik Bir Yaklaşım - Haluk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, sf.67-101)

[3]      Bu konuda birkaç karar örneği verelim: 9.HD. 16.03.1989 gün 1988/12884 E. 1989/2409 sayılı kararı: “Manevi ödenceye karar verilebilmesi için, bir kimsenin mutlaka meslekte kazanma gücünde bir kaybın meydana gelmesi gerekmez; acı ve elem (ızdırap) çekmesi, manevi ödence verilmesi için yeterlidir.” - 21.HD. 05.11.1998 gün 7006-7419 sayılı kararı: “Davacının maluliyet oranı olmasa bile, üzüntü ve elem duyması, ruh bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğu da bedensel zarar kavramına dahil bulunduğundan, oluşan koşullara göre uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.” -  4.HD. 02.12.1986 gün 7516-8152 sayılı kararı: “Trafik kazasında yaralanan davacının, yüzünde sabit eser kalmamış olsa dahi manevi tazminata hükmetmek gerekir.” 

[4]      Yargıtay HGK. 26.04.1995, E. 95/11-122 K.430 (YKD.1995/10-1522) – Ayrıca HGK. 02.12.1987, E. 87/4-214 K.894 (YKD.1988/4-464); 21.HD. 07.11.2000, 7228 - 7652 (YKD.2001/7-1067); 4.HD. 29.03.1983, 2065-3423  (Yasa HD. 1983/5-735,no: 157)  

[5]      Bu konuda da Yargıtay kararlarından şu örnekleri verebiliriz: 21.HD. 07.11.2000, 7228-7652 “Bir kişinin bedensel zarara uğraması durumunda, onun çok yakınlarından birinin de aynı eylem nedeniyle ruhsal ve sinirsel sağlık bütünlüğü bozulmuşsa, onların da manevi tazminat isteyebilecekleri kabul edilmelidir.” (YKD.2001/7-1066) - 4.HD. 14.05.1998, 9223-3428 “Trafik kazasında ağır yaralanan ve yüzünde sabit esen niteliğinde iz kalan kız çocuğunun durumu, tüm yaşamı boyunca aile içinde bunu izlemek zorunda kalacak olan babanın duygusal kişilik değerlerine saldırı oluşturur. (BK. 47, 49) Aile içinde babanın çocuğunun yüzüne her bakışında üzüntü duyması kaçınılmazdır. Açıklanan bu duruma göre, mahkemenin sorunu çözmede, Borçlar Kanunu’nun 47.maddesini aşarak genel bir nitelik taşıyan BK.49.maddesine göre uygulama yapması gerekirken, bunun aksi bir düşünce ile “manevi tazminat” isteğinin reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.” (YKD.1998/8-1146) - 21.HD. 07.10.1997, 6111-6174 “Cismani zarar, vücut bütünlüğüne karşı ika edilen zarar olup, bu kavrama ruhsal bütünlük de dahil olmakla, doğrudan zarara uğrayanın eş ve çocuklarının ruhsal sağlığını şok geçirecek derecede ağır biçimde bozulup tedavi olmak zorunda kalmaları durumunda, nedensellik bağı gerçekleşmiş sayılacağından, BK. 47.maddesine dayanılarak manevi tazminat istenebilir.” (YKD.1998/5-733) - HGK. 26.04.1995, 11-122 E. 430 K. “Cismani zarar kavramına, ruh bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğu ve hastalığı gibi haller de girdiğinden, henüz sekiz aylık çocuklarının trafik kazası sonucu yaralanması üzerine, ana ve babanın, uygun nedensellik bağı ve hukuka aykırılık koşulları gerçekleşmiş olduğu için manevi tazminat davası açabilmeleri gerekir. (YKD.1995/10-1520) - HGK. 02.12.1987, 4-214 E. 894 K. “Yaralanarak bedensel zarara uğrayan oğlu yüzünden ruh sağlığı bozulup tedavi olmak zorunda kalan baba, aradaki nedensellik bağı nedeniyle manevi ödence isteyebilir.” (YKD.1988/4-463) - 4.HD. 30.04.1987, 3075-3367 “Ağır kusurla bir gözü kör edilen küçük çocuk için, anne ve baba yararına manevi tazminat ödenmesine ilişkin karar doğrudur.” (Yasa HD: 1987/10-1438, no:599) - 4.HD. 29.03.1983, 2065-3423 “Çocuğa karşı işlenmiş haksız eylem, aynı zamanda bedensel bütünlüğü bozulan kişinin yakınlarının da doğrudan doğruya zarara uğramalarına neden olmuşsa, o takdirde yakınlarının da manevi tazminat istemeleri mümkündür.” (Yasa HD. 1983/5-735, no: 157)

[6]      Yarg. 11.HD.11.02.1982 gün 148-544 sayılı kararı: “Davacı deniz yolculuğu için bilet almış ve fakat davacıya kamarada yer ayrılmamıştır. Davacı bu nedenle seyahatini yarım bırakmak zorunda kalmıştır. TTK.nun 801/1,b.2 maddesi uyarınca, davacı bu yolculuk için yaptığı giderler ile ayrıca MANEVİ TAZMİNAT isteyebilir.” (G.Eriş, Kara Taşıma Hukuku, sf.576, no:2) - TTK.806.maddesi 3.fıkrasına göre: “Taşıyıcı, bilette tayin edilen yerin başka bir kimseye verilmiş olması veya bilette tayin edilen vasıta yerine onun aynı olmayan başka bir vasıtanın sefere konulmuş bulunması veyahut vasıtanın belli saatten önce hareketi sebebiyle yolcunun yetişememesi nedenleriyle sorumlu olur.” Maddede tanımlanan durumlarla karşılaşan kişilerin nasıl bir ruh hali içine girdiklerini ve sinirlerinin ne derecede bozulduğunu, bu gibi olaylarla karşılaşanlar iyi bilirler. Kuşkusuz sinir bozukluğu kişiden kişiye değişir; kimileri fazla etkilenir, kimileri çabuk geçiştirir. Eğer başına bu tür olaylar gelen kişi, ayrıca kalb veya şeker hastası ise, ruh ve sinir bozukluğu hastalığı tetikleyecek, sağlığı daha fazla zarar görecektir.- BK.m.98/III’e göre “Haksız eylemlerden doğan sorumluluğa ilişkin hükümler, kıyasen sözleşmeye aykırı davranışlara da uygulanır.” Öğretide bu maddenin yalnızca BK.m.49’a yollamada bulunduğu görüşü yer almış ise de, bizce, seyahatin kötü geçmesinden dolayı sinirleri ve ruh sağlığı bozulan kişinin BK.m.47 anlamında “bedensel zararı” da söz konusudur; bu nedenle manevi tazminat istenebileceği kanısındayız. Öğretiden yapılan çeşitli derlemelerden çıkarılan sonuca göre: “Tatil keyfi kaçırılan kişinin bu nedenle uğradığı zarar  “manevi zarar”dır. Kaybedilen zaman sıkıcı, sinir bozucudur ama, ne olursa olsun zamandır; insanın yaşam süresinin bir parçası para ile giderilemez, para karşılığı satın alınamaz, kişiye sıkı sıkıya bağlı manevi bir değerdir.” (Tekinay Borçlar Hukuku,1993,sf.558, dip not:40-42) - Seyahatin beklenenden kötü geçmesinden doğan zararlar ile ilgili Alman Federal Mahkemesi’nin kararlarını dikkate alan Alman kanunkoyucusu,  tazminat ödenmesi gerektiğine ilişkin bir hükmü (BGB & 651/II) seyahat sözleşmesini düzenleyen hükümler arasına koymuştur. Öğretide bazı yazarlar, bu hükmün manevi zararların tazminini kabul etmeyen BGB & 253 hükmüne getirilen bir istisna olduğu görüşünü savunmuşlardır. Başka bir deyişle, seyahatten beklenen keyfin alınamaması, getirilen hüküm ile, tazmini mümkün olan manevi zararlar kapsamına alınmıştır.” (Doç.Dr. Haluk N.Nomer, Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, 1996, sf.30-31) - Ahmet Zeyneloğlu’na göre: “Manevi zararın doğması için mutlaka yolcunun cismani bir zarara uğramış olması gerekmez. Taşımada söz konusu olan manevi zarar (kuşkusuz) şeref ve haysiyetin ihlalinden doğan bir zarar değildir. Taşıma sözleşmesinin ihlalinden doğan ve BK. 98.maddesinin yollamasıyla 47. ve 49. maddelerinde öngörülmüş olan yolculuk nedeniyle meydana gelen kazada cismani zarara uğrayan yolcunun uğradığı zarar manevi zarardır. Bununla birlikte, manevi zararın doğması için mutlaka yolcunun cismani zarara uğramış olması gerekmez.” (A.Zeyneloğlu, Taşıma Hukuku, 1993, Yetkin Yayınları, sf.323)

[7]      Roma Hukukunda haksız fiil (delictum) sonucu zarar gören kişi, zararın tazminini değil, failin cezalandırılmasını isteyebiliyordu. Bu ceza (poena) genellikle bir para cezası idi. Ceza olarak ödenen para, her ne kadar zararı giderme karşılığı sayılmamakta ve suçluyu cezalandırma olarak nitelenmekte ise de, devlete değil de, doğrudan doğruya zarar görene ödendiği için, sonuçta onun zararı giderilmiş oluyordu. (Prof.Dr.Türkân Rado, Roma Hukuku, 1980, sayfa: 180-181)

[8]      Ahmet M.Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2002, sf.287

[9]      22.06.1966 gün 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararındaki bu tanımlamanın yanlış olduğunu düşünüyoruz. Önce,  manevi tazminatın “caydırıcılık” işlevi nedeniyle özel hukuka özgü bir tür ceza olduğu kanısındayız. (Punitive domage) İkincisi, gerçek anlamda tazminat olmadığı görüşüne de katılmıyoruz. Çünkü, manevi zarar da bir zarar türüdür. (Dommage immateriel-Dommage moral). Malvarlığında değil de, kişi varlığında bir eksilmeye neden olduğundan, her zarar gibi manevi zararın da giderilmesi istenebilir. Giderim ise tazminat demektir. Hem, para olarak ödendiğine göre tazminat değil de nedir? Tazminat benzeri bir işlevi olduğu açıklaması da onun tazminat olma niteliğini ortadan kaldırmaz.   

[10]    Yarg. HGK. 23.06.2004 gün 2004/13-291 E. 2004/370 K. (Legal, 2004/Ekim, sayı: 22, sf. 2876-2881)

[11]    “Manevi tazminat istemine çağdışı “hazcı” (hedonist) ve “misillemeci” (talionist) “keyif ve acı çıkarma” işlevi yerine, alacaklısı için maddi tazminatı tamamlayan bir “sosyal yardım ve rehabilitasyon” sağlama işlevi kazandırılmalıdır. Manevi tazminatın öznel, deruni gönül acısı çekenin keyif ve acı çıkarma parası sayılmayıp, maddi tazminatın bir sosyal tamamlayıcısı ve düzelticisi olarak değerlendirilmesinin bir yararı da, duygusal kökenli acı çıkarma (manevi tatmin) işlevinden arındırılmış manevi tazminata kusursuz risk sorumluluklarında da hiç duraksamasız yer verilebilmesi olacaktır. Bunun gibi, manevi tazminat, aynı kararlılıkla, sorumluluk sigortalarının kapsamına da alınabilecektir.” (Serozan, agm., sf. 92, 94, 95)    

[12]    Manevi tazminatın, tıpkı maddi tazminat gibi, ondan ne eksik ne fazla, birincil sosyal denkleştirme işlevinin ardında, ikincil bir işlevi, bir yan etki olarak caydırıcı, önleyici (prevantif) bir işlevi ve etkisi de olabilir. (punitive domage). Manevi tazminatın birincil nesnel denkleştirme işlevi gibi, bu ikincil önleme (caydırma) işlevi de sosyal bir boyutla zenginleştirilmelidir. – Manevi tazminatın maddi tazminatı tamamlayıcı birincil denkleştirme işlevi açısından olsun, caydırıcı ve önleyici ikincil işlevi açısından olsun, gözönünde tutulması gerekli hukuki pusula tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate alan “sosyal bir pusula” olmalıdır. (Serozan, agm., sf. 88-89)

[13]   Bakınız: Yukarda I-2/d’de özetlenen Hukuk Genel Kurulu kararı.

[14]    Fulya Erlüle, Bedensel Bütünlüğün İhlalinde Manevi Tazminat, Seçkin, 2011, sf.432-435

[15]    Rona Serozan, Manevi Tazminat İstemine Değişik Bir Yaklaşım (Haluk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, sf.67-101)