Kişiliğin sona ermesi ile, kişiye bağlı haklar son bulmakta, diğer haklar ise mirasçılara geçmektedir. Türk Medeni Kanunu (TMK) uyarınca kişilik; “ölüm” ve “gaiplik” olmak üzere iki şekilde sona erebilir. Kişi hakkında gaiplik kararı verilmesi durumunda, ölüm halinde olduğu gibi kişilik sona ermektedir. Kişiden uzun süreden beri haber alınamaması veya kişinin ölüm tehlikesi içerisinde kaybolması durumlarında kanun, “gaiplik” kavramından bahsetmektedir. Gaiplik, kişinin ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren bir durum söz konusu olmasa da, ölmüş olabileceğine dair ciddi şüphelerin bulunması durumunda ortaya çıkmaktadır. Gaiplik belli koşullara ve mahkemenin vereceği gaiplik kararına tabi kılınmıştır. Çalışmamızda, gaiplik kararının koşullarına, hâkimin gaiplik kararı vermesine ve bu kararın miras hukukundaki yansımalarına yer verilmiştir. Miras hukuku bakımından konu esasen iki boyutta; hem gaiplik kararı verilen kişinin mirası, hem de mirasçıların gaip olması bakımından ayrı ayrı incelenmiştir. Ayrıca çalışmada, Hazine’nin gaiplik kararı alabilme koşulları da değerlendirilmeye çalışılmıştır. Hazine’nin bu talebini hangi koşullarda ileri sürebileceği ve sonuçları hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: gaiplik, miras hukuku, gaibin mirası, mirasçıların gaipliği, gaiplik kararı.
“DİSAPPEARANCE” IN THE INHERITANCE LAW
ABSTRACT
With the end of personality, personal rights end and other rights pass to heirs. Personality in accordance with the Turkish Civil Code; It can end in two ways: "death" and " disappearance". As in the case of death, the personality also ends in a decision of disappearance. If the person has not been heard for a long time or is lost in danger of death, he/she is deemed to be disappeared by law. The disappearance arises when there is a strong suspicion that the person may have died, although there is no situation requiring a definite consideration of death. Disappearance depends on certain conditions and the decision of the court. Article aims to review the effect of the declaration of disappearance on personality rights and also its effects on inheritance law. The subject has two dimensions in terms of inheritance law. The first is the inheritance of the disappeared person; the second is the disappearance of the heirs. Also in the study, the conditions of the Treasury’s disappearance decision request are mentioned.
KEYWORDS: disappearance, inheritance law, inheritance of disappeared person, disappearance of heirs, the declaration of disappearance.
1. GENEL OLARAK
Kişiliğin sona ermesine bağlanan önemli sonuçlar olması sebebiyle, kişiliğin ne zaman ve hangi durumlarda sona erdiğinin tespiti önem arz etmektedir. Kişiliğin sona ermesi ile, kişiye bağlı haklar son bulmakta, diğer haklar ise mirasçılara geçmektedir. Türk Medeni Kanunu (TMK) uyarınca kişilik; “ölüm” (m.28/I) ve “gaiplik” (m.32/I) olmak üzere iki şekilde sona erebilir.
Ölümle hak ehliyeti son bulduğundan, yeni bir hak kazanılması da söz konusu olamayacaktır. Bir kimsenin öldüğünün tespiti veya cesedinin bulunamamasına rağmen kişinin öldüğüne ilişkin en ufak bir şüphe duyulmaması durumunda kanunda öngörülen ölüm karinesi sonucunda da kişilik sona erer[1]. TMK m.31 hükmü uyarınca;
“Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır”.
Madde hükmü uyarınca kişi, “ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile kanunen ölmüş” sayılmaktadır. Bazı durumlarda ise kişinin ölümüne kesin gözle bakılamasa da ölmüş olduğuna dair güçlü kuşkular bulunabilmektedir[2]. Kişiden uzun süreden beri haber alınamıyor olabilir veya kişi ölüm tehlikesi içerisinde kaybolmuş olabilir. İşte bu durumlarda kanun “Gaiplik” kavramından bahsetmektedir. TMK m. 32/I hükmü uyarınca;
“Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir”.
İsviçre Medeni Kanunu (ZGB) m.35 uyarınca da kaybolan kişilerin belirsiz durumlarını ortadan kaldırmak için gaiplik hâkim kararıyla kişiliği sona erdirecektir[3].
2. GAİPLİK KARARININ ŞARTLARI
Gaiplik kararı verilebilmesi hem maddi hem de yargılamaya ilişkin birtakım şartlara tabi tutulmuştur. Bu başlık altında her iki şart da ayrı ayrı açıklanmaya çalışılacaktır.
2.1. Maddi Şartlar
Bir kimsenin gaipliğine karar verilebilmesi, ölüm tehlikesi içinde kaybolmasına ya da uzun süreden beri haber alınamamasına bağlıdır. Bu koşullardan birinin varlığı ve belirli sürelerin de geçmesi ile, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir. Dolayısıyla TMK m. 32/I hükmü ile üç maddi şart öngörülmüştür.
Maddi şartlardan biri ölüm tehlikesi içinde kaybolmadır. Ölüm tehlikesi içinde kaybolmak, kişinin kaybolduğu durumun ölümle sonuçlanması olasılığının yüksek olmasıdır[4]. İsviçre Medeni Kanunu (ZGB 35/I) bu durumu “büyük ölüm tehlikesi”[5] şeklinde ifade etmiştir. Bizim kanunumuzda ise “büyük” terimi kullanılmamakla birlikte, doktrin ölüm tehlikesinin “büyük” olması gerektiği kanaatindedir[6]. Karıştırılmaması gereken husus, ölümüne kesin gözle bakılabilecek bir durum söz konusu ise bu durumda gaiplik değil, ölüm karinesinin söz konusu olduğudur. Örneğin, depremde bina çökmüş ve göçük altında kalan insanlar varsa, cesedi bulunamamış olsa bile kişileri ölmüş varsaymak gerekecektir. Ancak denizde tekneyle balık tutmaya giden bir kişi dönmemişse, bu durumda (süre koşulunu da sağlıyorsa) gaiplik söz konusu olabilecektir.
Ölüm tehlikesi, başlangıçta da oluşabilir, sonradan da ortaya çıkabilir[7].
İkinci maddi şart uzun süreden beri haber alınamama durumudur. Ancak sadece kişiden uzun süreden beri haber alınmamış olması gaiplik kararının verilmesi için yeterli olmayıp; aynı zamanda kişinin yaşamadığı konusunda da şüphe duyulması gerekmektedir[8]. Elektronik hiçbir alet kullanmayan, iletişime kapalı bir kişinin gezmek amaçlı dünya turuna çıkması durumunda, sırf iletişime geçilemediği için gaiplik kararı çıkarılması mümkün değildir. Eğer o kişi ile düzenli iletişime geçiliyor ancak bir süre sonra aniden iletişim kesilmişse ve kanunun aradığı süre koşulu da mevcutsa bu durumda o kişinin gaip sayılması mümkün olabilir. Ayrıca hem İsviçre Medeni Kanunu, hem de Türk Medeni Kanunu uyarınca haberin o kişinin bizzat kendisinden alınması da zorunlu değildir[9]. Kişi ile iletişimi olan herhangi birinden de haber alınması durumu gaipliğin söz konusu olmadığı hususunda delil olabilir.
Gaiplik için aradığımız maddi şartlardan üçüncüsü ise kanunda belirtilen sürelerin beklenmesidir. Hem ZGB m.36/I, hem de TMK m.33 hükmü gaiplik kararının istenebilmesi için, ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl geçmiş olmasını, haber alınamama nedeniyle gaiplik kararı istenebilmesi için ise son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olmasını aramaktadır.
Eğer tehlike tek seferde gerçekleşmişse, bu durumda sürenin de tehlike anından işlemeye başlaması gerekmektedir. Kişinin hangi olay sonucu kaybolduğu belirlenemiyorsa, 1 yıllık sürenin tehlikenin geçmesi gereken andan itibaren başlaması gerekmektedir[10]. Buna göre, “ölüm tehlikesi içeren olay devamlılık arz etmiyorsa, süre, tehlikeyi yaratan olayın gerçekleşmesiyle” başlar[11]. Örneğin, tehlike arz eden olay bir geminin batmasıysa, süre geminin battığı tarihte başlayacaktır. Ancak, tehlike arz eden olay devamlıysa, süre tehlikeli olayın bitiminden itibaren başlayacaktır[12]. Örneğin, tehlikeli olay yangınsa ve yangının söndürülmesi 1 hafta sürmüşse, süre yangının söndürülmesinden itibaren başlayacaktır.
2.2. Yargılamaya İlişkin Koşullar
TMK m.32/I hükmü uyarınca, gaiplik kararı verilebilmesi, “hakları bu ölüme bağlı olan kişilerin mahkemeye başvurmasına” bağlıdır. Hakları ölüme bağlı olanlar, kişi hakkında gaiplik kararı verilmesi durumunda ““çeşitli haklar kazanacak veya bu haklarını ileri sürebilecek ya da bir yükümlülükten kurtulacak” olan kişilerdir[13].” Bu kişiler:
· gaibin eşi[14],
· belirli mal vasiyeti alacaklıları[15],
· yasal ve atanmış mirasçıları[16],
· vasiyeti yerine getirme görevlisi[17],
· hayat sigortası lehtarı[18],
· hazine[19],
· son yasal mirasçı sıfatıyla devlet[20],
· gaibin alacaklıları[21],
· vasi[22] olabilir.
Burada önemli olan, gaipliğine karar verilmesi istenen kişi ile hakları ölüme bağlı kimselerin menfaat dengesini korumaktır. Hâkim menfaat dengesini TMK m.2/2 hükmünü göz önünde tutarak sağlamaya çalışacaktır. Hatta, hâkim gerek duyarsa, gaiplik kararı talebinde bulunan kişinin menfaatini ispatlamasını da isteyebilir[23].
Talebin yetkili mahkemeye yöneltilmiş olması durumunda, mahkeme gaipliğe karar verir. Gaiplik kararı talebi, çekişmesiz yargı işlerindendir[24]. 6100 sayılı HMK m. 384 uyarınca;
“Kanunda aksine düzenleme bulunmadıkça, çekişmesiz yargı işleri için talepte bulunan kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir”.
Ancak, gaiplik hususunda TMK m. 32/II hükmü şu düzenlemeyi içermektedir;
“Yetkili mahkeme, kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeri; eğer Türkiye’de hiç yerleşmemişse nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer; böyle bir kayıt da yoksa anasının veya babasının bulunduğu yer mahkemesidir”.
TMK m. 32/2 hükmüne göre “yetkili mahkeme bulunamazsa, Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemeleri” yetkili olacaktır[25].
Mahkemenin gaiplik kararı verebilmesi aynı zamanda talebin görevli mahkemeye yöneltilmiş olmasına bağlıdır. TMK gaiplik kararını verebilecek olan görevli mahkemeye ilişkin bir düzenleme yapmamış olup, bu hususu 6100 sayılı HMK hükümlerine göre çözmek gerekecektir. HMK.m.382/II,a,4 ve m. 383 hükümleri uyarınca, gaiplik kararı verilmesi çekişmesiz yargı işi olması sebebiyle sulh hukuk mahkemelerinde görülecektir. Ancak, TMK m. 588 hükmüne dayanan gaiplik kararı verilmesi ve gaibin mirasının devlete geçmesi talepli davalarda durum farklıdır. Şöyle ki, bu durumda görevli mahkeme Yargıtay’a göre, HMK m. 2 hükmü gereğince Asliye Hukuk Mahkemeleridir[26].
TMK m. 33/II uyarınca gaiplik kararı için kendisine başvurulan mahkeme durumu ilan eder. İlânın amacı gaiplik kararı verilecek kişi ile ilgili bilgi sahibi olanların mahkemeye başvurmalarının sağlanmasıdır[27]. İlân aynı zamanda, gaipliği talep edilen kişinin de durumu öğrenmesini sağlar. Çünkü, gaiplik kararı verilince gaip aleyhine mühim sonuçlar ortaya çıkacaktır.
Hâkim, gaiplik talebinde bulunulanın durumdan haberdar olması veya gaipliği istenen kişi hakkında bilgi sahibi olan kişilerin mahkemeye başvurması için uygun bir süre belirleyerek en az 2 kere ilân yapar[28]. Bu 2 ilân arasındaki süre en az 6 ay olmalıdır[29]. Yargıtay’ın görüşü de bu yönde olup iki ilan yapılmaması bozma nedeni olarak ifade edilmektedir:
“Davacı D. A..'nın 14.10.2007 tarihinde hasımsız olarak açtığı davada, kocası İ. A..'dan 18 yıldır haber alamadığını, araştırmalarının sonuçsuz kaldığnı belirterek gaipliğine karar verilmesini istediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 33. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan; "mahkeme, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilanla çağırır. Bu süre, ilk ilanın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır" hükmü uyarınca gaiplik kararının verilebilmesi için, mahkemece, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimselerin, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilanla çağrılması gerekmektedir. Bu süre ilk ilanın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 33. maddesinde öngörülen ikinci bir ilan yapılmadan gaipliğe karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…”[30].
TMK’da ilânın nasıl yapılacağı hususunda bir düzenleme bulunmamaktadır. İlanın hangi şekilde ve hangi araçlarla yapılacağı, somut olayın özelliklerine göre, hâkimin takdirine bırakılmıştır[31]. Hâkim, iki ilan arasındaki süreyi kısaltamaz, ancak isterse uzatabilir[32]. İlân Resmi Gazete veya ülke çapında yayınlanan gazeteler vasıtasıyla, ya da duyuruyla yapılabilir[33].
TMK m. 34 hükmü uyarınca,
· “gaibin bizzat çıkıp gelmesi,”
· “yaşadığı hususunda bilgi alınması”
· “veya öldüğü tarihin tespit edilmesi hâllerinde,”
gaiplik kararı vermeyi gerektiren bir durum söz konusu olmadığından, gaiplik istemi düşecektir. Ayrıca, bu gelişmeler ilan süresi dolsa bile, henüz gaiplik kararı verilmeden gerçekleşirse, gaiplik kararı yine düşecektir[34].
Eğer ilân süresi tamamlanmış ve bu sürede gaipliği talep edilen kişiden haber alınamamışsa, gaipliğine karar verilir (TMK m. 35/I). Gaiplik kararının ilanı zorunlu olmamakla birlikte, hâkim isterse bu kararı ilân edebilir[35].
TMK m. 45 hükmü uyarınca “gaiplik kararı, hâkimin bildirmesi üzerine ölüm kütüğüne kaydedilir”. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu m.34 gereği “Gaiplik kararları mahkemelerce on gün içinde o yerin nüfus müdürlüğüne bildirilir ve nüfus memurlarınca aile kütüklerine tescil edilir”. Kütüğe yapılan tescilin etkisi açıklayıcıdır. Daha önce de ifade edildiği üzere, mahkemenin kesinleşmiş gaiplik kararı, kişiliği sona erdiren esas sebeptir.
3. GAİPLİĞİN MİRAS HUKUKUNDAKİ SONUÇLARI
Miras hukuku bakımından gaipliğin iki yönü bulunmaktadır. Birincisi mirasçının gaip olması durumunda hangi hukuki sonuçlarla karşılaşılacağı; diğeri ise, mirasbırakanın gaipliği durumunda hangi hukuki sonuçlarla karşı karşıya kalınacağı hususlarıdır. Aşağıda konu her iki yönü de incelenmeye çalışılmıştır.
3.1. Mirasçının Gaipliği Yönünden
Mirasçı olabilmenin mutlak şartı, miras açıldığı anda sağ olmaktır. Mirasçılar arasında henüz kendisi hakkında gaiplik kararı alınmamış ancak hayatta olup olmadığı da bilinmeyen, ortada bulunmayan bir kişinin varlığı halinde ne yapılacağını TMK m.586 hükmü düzenlemiştir[36]. Buna göre:
“Ortada bulunmayan ve mirasın açıldığı anda sağ olup olmadığı ispat edilemeyen mirasçının miras payı resmen yönetilir.
Mirasın açıldığı anda ortada bulunmayanın sağ olmaması halinde onun miras payı kendilerine kalacak olanlar, gaipliğe ilişkin sürelere ve usule uyarak o kimsenin gaipliğine karar verilmesini ve miras payının kendilerine teslimini isteyebilirler.
Miras payının teslimi, gaipliğine karar verilen kimsenin mirasının mirasçılara teslimine ilişkin kurallara tabidir” [37].
Kanun koyucu bu hükümle, sağ olduğu bilinmeyen ve henüz hakkında gaiplik kararı verilmemiş olan mirasçının, gaiplik kararı alınana kadar sağ olduğunu kabul etmektedir[38]. TMK m. 592 hükmü gereğince, Sulh hukuk mahkemesi resmen yönetilmeye (yönetim kayyımı atamak suretiyle[39]) re’sen karar verir. Bu hüküm ile, sağ veya ölü olduğu tespit edilemeyen yasal veya atanmış mirasçıların, miras paylaşılana kadar temsil edilmesi sağlanmıştır. Böylece onlar adına mahkemece görevlendirilen resmi memura, mirası ret beyanında bulunabilme, tenkis veya ölüme bağlı tasarrufun iptali davası açabilme yetkisi tanınmış olmaktadır[40].
TMK’nın 586/2. maddesi “Mirasın açıldığı anda ortada bulunmayanın sağ olmaması halinde onun miras payı kendilerine kalacak olanlar, gaipliğe ilişkin sürelere ve usule uyarak o kimsenin gaipliğine karar verilmesini ve miras payının kendilerine teslimini isteyebilirler” demek suretiyle sağ veya ölü olduğu bilinmeyen kişinin hukuki durumunun tespitinde menfaati olanlara önemli bir imkân tanımaktadır. Bu durumda, gaibin mirası kendilerine kalacak olanlar, TMK m.32 ve devamı maddelerde yer alan hükümler uyarınca kişi hakkında gaiplik kararı alınmasını talep edebilirler. Gaiplik kararı alınmasında menfaati olanlar, TMK m. 32’ye dayanan talepleri ile birlikte miras paylarının kendilerine teslimini de isteyebilirler[41]. Bu halde, hakkında gaiplik kararı verilmiş olan kişinin mirası, kendisi adeta ölmüş gibi miras payları oranında mirasçılarına teslim edilir[42].
TMK’nın 586/3 hükmü uyarınca: “Miras payının teslimi, gaipliğine karar verilen kimsenin mirasının mirasçılara teslimine ilişkin kurallara tabidir”. Dolayısıyla, gaibin mirasçılığının tespiti de gaiplik kararının kesinleştiği değil, ölüm tehlikesine neden olan olayın gerçekleştiği ya da son haber alma tarihine göre değerlendirilecektir[43]. Gaibin mirasbırakanının, “gaiplik kararının hükümlerini doğurduğu andan önce” ölmesi durumunda, gaip ve dolayısıyla onun mirasçılarının mirasçılık sıfatını kazandığı kabul edilecektir. Ancak, gaibin mirasbırakanının “gaiplik kararının hükümlerini doğurduğu andan sonra” ölmesi durumunda ise, henüz gaiplik kararı verilmemiş olsa da gaiplik kararı hükümleri geçmişe yürüdüğünden, gaip ve onun mirasçılarının mirasçılık sıfatı kazanması mümkün olmayacaktır[44]. Zira bu durumda, gaip mirasbırakandan önce ölmüş sayılacaktır.
3.2. Mirasbırakanın Gaipliği Yönünden
Gaiplik kararı verilince kişinin öldüğü karine olarak kabul edildiği için gaibin terekesi kendiliğinden mirasçılarına geçer[45]. Gaiplik kararı ile birlikte tereke mirasçılara geçeceği için, mirasçıların kim olduğu tespit edilmek zorundadır. TMK m. 580 hükmü gereğince, miras bırakan öldüğü sırada sağ olan mirasçıları terekeyi alma hakkına sahiptirler. Gaiplik kararının geçmişe etkili olması sebebiyle, gaip bakımından bu husus“ölüm tehlikesi veya son haber tarihi bakımından”belirlenir[46]. Dolayısıyla, gaibin terekesi bu tarih itibarıyla sağ olan mirasçılara intikal edecektir. Mirasın intikali sağlansa da gaibin kesin olarak öldüğü tespit edilemediği için, kanunkoyucu gaibin ortaya çıkma ihtimalini de göz önünde bulundurmak suretiyle mirasçıların ve mirasta hak sahibi olan kişilerin belli bir süre için teminat göstermelerini istemiştir[47]. Nitekim TMK m.584/I hükmü de bu hususu düzenlemektedir:
“Hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimsenin mirasçıları veya mirasında hak sahibi olan kişiler, tereke malları kendilerine teslim edilmeden önce bu malları ileride ortaya çıkabilecek üstün hak sahiplerine veya gaibin kendisine geri vereceklerine ilişkin güvence göstermek zorundadırlar.”
Hükmün maksadı mirasın intikal ettiği kişilerin, gerekirse mirası (sonradan ortaya çıkan) gaibe veya üstün derecedeki mirasçılara geri vermelerini sağlamaktır[48]. Tabiidir ki, bu da teminat gösterilmesi suretiyle sağlanabilecektir. Mirasçıların teminat göstermemesi durumunda gaibin mirasını almaları mümkün olmayacaktır. Lehine vasiyet yapılanlar ve intifa hakkı sahipleri de yasal ve atanmış mirasçılar gibi teminat göstermek zorundadırlar. Teminat gösterilmemesi durumunda, TMK’nın 523/3 hükmü kıyasen uygulanarak mirasın resmen yönetilmesine karar verilir[49].
Eğer gaibin mirasçısı Hazine ise, teminat verme yükümlülüğü bulunmamaktadır[50]. Ancak geri verme yükümlülüğü diğer mirasçılarla aynıdır (TMK m. 588/3).
Teminatın türünü ve miktarını hâkim takdir yetkisi çerçevesinde belirleyecektir[51]. Gaibin mirasçıları kefalet gibi kişisel teminat veya rehin ya da ipotek gibi aynî teminat gösterebilirler[52]. Teminat aynı zamanda, kıymetli evrakın depolanması ya da garanti mektubu şeklinde de olabilir[53]. Burada önemli olan husus doktrinde İmre ve Erman’ın da belirttiği üzere “Teminatın niteliği ve miktarı, her halde gaibin geri dönmesi veya hayatta bulunduğunun ispat olunması halinde, malların ona iadesini mümkün kılacak derecede ve etkide olmalıdır.”[54].
Kanun koyucu gaibin mirasçılarını da zor durumda bırakmamak adına teminatı belli bir süreyle sınırlı tutmuştur. TMK m.584/II gereğince;
“Hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimsenin mirasçıları veya mirasında hak sahibi olan kişiler, tereke malları kendilerine teslim edilmeden önce bu malları ileride ortaya çıkabilecek üstün hak sahiplerine veya gaibin kendisine geri vereceklerine ilişkin güvence göstermek zorundadırlar.
Bu güvence, ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda beş yıl, uzun zamandan beri haber alınamama durumunda onbeş yıl ve her halde en çok gaibin yüz yaşına varmasına kadar geçecek süre için gösterilir.
Beş yıl, tereke mallarının tesliminden; onbeş yıl, son haber tarihinden başlayarak hesaplanır”.
Anlaşıldığı üzere, “ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda 5 yıl, uzun zamandan beri haber alınamama durumunda 15 yıl ve her halükârda gaibin 100 yaşına varmasına kadar geçecek süre için teminat” gösterilecektir. Gaibin 100 yaşına varmasından sonra mirasçıların daha önce geçici olarak ve teminat karşılığı sahip oldukları zilyetlik kesinlik kazanacaktır. Bu süreler TMK m. 584/3 hükmü uyarınca:
· “5 yıl - tereke mallarına el konulduğu tarihten,”
· “15 yıl ise - son haber tarihinden başlanarak hesaplanacaktır.”
Söz konusu süreler geçtikten sonra da gaip ya da daha üstün dereceli mirasçının ortaya çıkması halinde terekenin geri verilmesi gerekecektir, ancak bu durumda teminattan yararlanılması imkânı bulunmayacaktır[55].
3.3. Hazinenin Talebi Yönünden
Hazinenin talebi doğrultusunda da bir kişi hakkında gaiplik kararı verilebilir. TMK’nın 588/1 hükmü uyarınca:
“Sağ olup olmadığı bilinmeyen bir kimsenin malvarlığı veya ona düşen miras payı on yıl resmen yönetilirse ya da malvarlığı böyle yönetilenin yüz yaşını dolduracağı süre geçerse, Hazinenin istemi üzerine o kimsenin gaipliğine karar verilir.”
Hazinenin gaiplik kararı talep etmesinin bir hak mı yoksa yükümlülük mü olduğu doktrinde tartışmalıdır. Bir görüşe göre, TMK m.32/1’de mahkemeden gaiplik kararı talep edebilecek diğer kişilerden farklı olarak, Hazine, TMK m. 588/1’deki şartlar gerçekleştiğinde gaiplik davası açmak zorunda olup, takdir yetkisine sahip değildir[56]. Bizim de katıldığımız aksi görüşe göre ise, bunu bir yükümlülük olarak değil, bir hak olarak düşünmek gerekir[57]: Zira burada kanun koyucunun amacı esas itibariyle bir gün çıkıp gelme ihtimali olan gaibi ve diğer hak sahiplerini korumaktır. Bu durum Hazineye bir yükümlülük olarak yüklenirse, TMK m. 588/II uyarınca devlet herhangi bir teminat gösterme zorunluluğu olmadan tereke mallarını devralır. Her ne kadar Hazine geri verme yükümlülüğüne tabi tutulmuş olsa da iyiniyetli zilyet olarak değerlendirilerek, tereke mallarının geri verilmesinden sorumlu olmayabilir. Böyle bir durum da, kanunun ruhuna aykırıdır, kabul edilemez[58].
Hazinenin mahkemeye başvurması durumunda da yetkili kişilerin başvurması durumunda olduğu gibi (TMK m.33), ilân yapılması zorunludur. TMK’nın 588/2 hükmü uyarınca:
“Gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli ilan süresinde hiçbir hak sahibi ortaya çıkmazsa, aksine hüküm bulunmadıkça, gaibin mirası Devlete geçer”.
Dolayısıyla, Hazinenin talebi ile gaiplik kararı verilebilmesi için de mahkemece en az 6 ay arayla 2 ilân yapması zorunludur[59]. Son ilândan itibaren belirlenmiş süre zarfında gaip hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamaz veya mirasçıları ortaya çıkmazsa gaibin malvarlığı Hazineye geçer[60].
Gaibin terekesinin Hazineye geçmesi ile birlikte (TMK m.586 kapsamında yürütülen) resmi yönetim de sona ermiş olur[61]. Mirasın Hazineye geçmesi durumunda, Hazine TMK m. 584 uyarınca herhangi bir teminat göstermek zorunda değildir[62]. Ancak gaip ve hak sahiplerinin haklarının korunması açısından“geri verme yükümlülüğü”devam etmektedir. TMK m.588/3 hükmü uyarınca “Devlet, gaibe veya üstün hak sahiplerine karşı, aynen gaibin mirasını teslim alanlar gibi geri vermekle yükümlüdür”[63].
3.4. Geri Verme Yükümlülüğü
Gaip veya üstün dereceli mirasçı ortaya çıktığı zaman tereke mallarına sahip olanların geri verme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük TMK’nın 585. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:
“Gaip ortaya çıkarsa veya üstün hak sahibi olduklarını ileri sürenler bu sıfatlarını ispat ederlerse, tereke mallarını teslim almış olanlar, aldıkları malları zilyetlik[64] kuralları uyarınca geri vermekle yükümlüdürler”.
Gaip ortaya çıkarsa, geri verme yükümlülüğü bir süreye tabi tutulmamıştır. Ancak, üstün hak sahiplerinin ortaya çıkması durumunda geri verme yükümlülüğü ile ilgili kanun belirli süreler öngörmüştür. Bu süreler terekeye el koyan mirasçıların iyiniyetli veya kötüniyetli olmalarına göre değişmektedir. TMK’nın 585/2 hükmü uyarınca:
“İyiniyetli olanların üstün hak sahiplerine geri verme yükümlülükleri, miras sebebiyle istihkak davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabidir.”
Hükümden açıkça anlaşılacağı gibi, terekeyi elinde bulunduran mirasçıların iyiniyetli olması durumunda, “miras sebebiyle istihkak davasının” zamanaşımı süresi uygulanacaktır. TMK m. 639/1 uyarınca bu dava:
· “Davacının, kendisinin mirasçı olduğunu ve iyiniyetli davalının terekeyi veya tereke malını elinde bulundurduğunu öğrendiği tarihten başlayarak 1 yıl,”
· “Ve her halükârda miras bırakanın ölümünün veya vasiyetnamenin açılmasının üzerinden 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.”
TMK m.639/I hükmünde öngörülen 10 yıllık süre boyunca zilyedin iyiniyetli olması gerekmektedir. 10 yıllık sürenin iyiniyetli olarak geçirilmesinden sonra iyiniyetin kaybedilmesi durumunda, artık zilyet gereken koşulu sağlamış olduğu için aleyhine dava açılması mümkün olmayacaktır. Şayet dava açılsa dahi zamanaşımı def’i ileri sürülebilecektir[65]. Burada bahsedilen iyiniyet, “gaibin ve üstün hak sahiplerinin sağ olduğunu ve bir gün çıkıp gelebileceğini bilmemek ve gerekli dikkat ve özeni gösterse bile bilebilecek durumda olmamaktır”[66]. Aksinden yola çıkarak, gaibin ve üstün hak sahiplerinin yaşadığını bilen ya da somut olayın özellikleri dahilinde bilebilecek durumda olanların kötüniyetli zilyet varsayılacağını ifade edebiliriz.
Mirasçıların iyiniyetli olmaması durumunda onlara karşı açılan miras sebebiyle istihkak davasının zamanaşımı süresi ise doktrinde tartışmalıdır[67]. Bir görüşe göre, TMK’nın 639/2 hükmünden hareketle kötüniyetli mirasçılara karşı açılan dava 20 yıllık zamanaşımı süresine tabidir[68]. Diğer bir görüşe göre ise, TMK’nın 639/2 hükmünün uygulanması mümkün olmayıp; geri verme yükümlülüğünü düzenleyen TMK m.585 hükmünün uygulanması gerekmektedir[69]. Zira TMK m. 585 hükmü özel hüküm niteliği taşımaktadır. Kanaatimiz de, TMK m.585/2’nin özel hüküm olması sebebiyle ikinci görüşün daha isabetli olduğu yönündedir. Hükme göre: “Geri verme yükümlüsünün iyiniyetli olmaması durumunda ise, bu hüküm herhangi bir süreye bağlı olmayacaktır”. Dolayısıyla, terekeye el koyan kötüniyetli zilyetlere karşı süre sınırı olmaksızın hak ileri sürülebilir[70].
SONUÇ
TMK m. 32/I hükmü uyarınca, “Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir”. Kanun hükmünden anlaşılacağı üzere bir kimsenin gaipliğine karar verilebilmesi, ölüm tehlikesi içinde kaybolmasına ya da uzun süreden beri haber alınamamasına bağlıdır. Bu koşullardan birinin varlığı ve belirli sürelerin de geçmesi ile, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir.
Hakkında gaiplik kararı verilen kişi mirasbırakan sıfatını kazanır. Bu durumda, mahkemenin de belirli ilân prosedürlerini izleyerek maddi koşuların gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmesi gerekmektedir. Mahkeme kişinin gaipliğine karar verirse, ölüme bağlı haklar, gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılabilecektir. Bu durumda, gaibin mirası açılacaktır. Gaiplik kararı geçmişe etkili olarak hüküm ifade etmektedir. Dolayısıyla, mirasın açılma tarihi, “ölüm tehlikesinin gerçekleştiği ya da son haber alma tarihi”dir.
Kanun, gaibin ortaya çıkması veya üstün dereceli mirasçıları olması ihtimalini göz önüne alarak, bu kişilerin haklarını korunmak maksadıyla teminat öngörmüştür. Buna göre,
· “ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda 5 yıl,”
· “uzun zamandan beri haber alınamama durumunda 15 yıl”
· “ve her halükarda gaibin 100 yaşına varmasına kadar geçecek süre için teminat gösterilmesi gerekmektedir.”
Bazen gaibin mirasçılığı da söz konusu olabilmektedir. İfade ettiğimiz üzere, kendisine miras kalan kişi ortadan kaybolmuş, ancak mahkemece hakkında bir gaiplik kararına hükmedilmemişse, gaiplik kararı alınana kadar onun miras payı resmen yönetilir. Gaibin mirasçılığının tespiti de gaiplik kararının kesinleştiği değil, ölüm tehlikesine neden olan olayın gerçekleştiği veya son haber alma tarihine göre değerlendirilecektir. Miras açıldığı zaman kayıp olan kişinin mirasçıları, gaipliğe ilişkin belirtilmiş olan sürelere ve usule uyarak gaiplik kararı verilmesini isteyebilirler. Bu durumda miras payı gösterdikleri teminat karşılığında kendilerine teslim edilebilecektir.
Hazinenin de gaiplik kararı için mahkemeye başvurma imkânı bulunmaktadır. Hazinenin bu talepte bulunabilmesi;
· “bir kimsenin malvarlığının veya miras payının 10 yıl resmen yönetilmesi,”
· “ya da malvarlığı resmen yönetilen kişinin 100 yaşını doldurması koşuluna bağlıdır.”
Mahkeme talebi yerinde görürse, gaibin malvarlığı Hazineye intikal eder. Bu şekilde malvarlığının resmi yönetimi de sona ermiş olur. Gaibin mirasının Hazineye geçmesi durumunda, Hazine TMK m. 584 uyarınca herhangi bir teminat göstermek zorunda değildir. Ancak gaip ve hak sahiplerinin haklarının korunması açısından geri verme yükümlülüğü devam etmektedir.
TMK gaip veya üstün dereceli mirasçı ortaya çıktığı zaman, tereke mallarının geri verilmesi yükümlülüğünü de düzenlemiştir. Gaip ortaya çıktığı zaman geri verme yükümlülüğü bir süreye tabi tutulmamıştır. Ancak, üstün hak sahiplerinin ortaya çıkması durumunda ise geri verme yükümlülüğü belirli sürelere bağlanmıştır. Bu süreler terekeye el koyan mirasçıların iyiniyetli olup olmamalarına göre göre değişmektedir.
Eğer, terekeyi elinde bulunduran mirasçılar iyiniyetli ise, “miras sebebiyle istihkak davasının zamanaşımı süresi” uygulanacaktır. TMK m.639/I hükmü uyarınca bu süre, “davacının, kendisinin mirasçı olduğunu ve iyiniyetli davalının terekeyi veya tereke malını elinde bulundurduğunu öğrendiği tarihten başlayarak 1 yıl, ve her halükârda miras bırakanın ölümü veya vasiyetnamenin açılmasından itibaren 10 yıldır”.
Eğer mirasçılar iyiniyetli değilse, “onlara yöneltilen miras sebebiyle istihkak davasında zamanaşımı süresinin ne kadar olduğu doktrinde tartışmalı ise” de, kanaatimizce, terekeye el koyan iyiniyetli olmayan zilyetlere karşı süre sınırı olmaksızın bu hak ileri sürülebilecektir.
KAYNAKÇA
Ali Naim İnan, Türk Medeni Hukuku, 3. Baskı, Ankara 2014.
Aydın Zevkliler / M. Beşir Acabey / K. Emre Gökyayla, Medenî Hukuk, 6. Baskı, Ankara 1999.
Bilge Öztan, Miras Hukuku (Tablolar ve Örneklerle), Ankara 2017.
Bülent Köprülü, Miras Hukuku Dersleri, İstanbul 1985.
Cahit Oğuzoğlu, Medenî Hukuk, Şahsın Hukuku, 5. Baskı, Ankara 1963.
Egon Arnold, Verschollenheitsgesetz , Kommentar Zum Verschollenheitsgesetz, Bonn 1951.
Ergun Özsunay, Gerçek Kişilerin Hukukî Durumu, İstanbul 1979.
Ferit H. Saymen, Türk Medenî Hukuku, C. 2, Şahsın Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 1960.
Fikret Eren, “Miras Sebebiyle İstihkak Davası”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cevdet Yavuz’a Armağan, C. 22, S. 3, 2016.
Fikret Eren/ İpek Yücer Aktürk, Türk Miras Hukuku, Yetkin yayınları, 2019.
Hasan Erman, Medenî Hukuk Dersleri, Başlangıç Hükümleri ve Kişiler Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 2016.
Heinrich Lehmann / Heinz Hübner, Allgemeiner Teil des BGB, 16. Aufl., Berlin 1966.
Hüseyin Hatemi/Burcu Kalkan Oğuztürk, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler -Tüzel Kişiler), İstanbul 2014.
Hüseyin Tokat, “Gaipliğin Aile Hukuku Yönünden Sonuçları”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 25, S. 2, 2017.
Jale G. Akipek / Turgut Akıntürk / Derya Ateş, Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, İstanbul 2016.
M. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi /Saibe Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), İstanbul 2018.
Mustafa Dural / Turgut Öz, Türk Özel Hukuku – C. IV – Miras Hukuku, İstanbul 2018.
Mustafa Dural/Tufan Öğüz, Türk Özel Hukuku – C. II – Kişiler Hukuku, İstanbul 2017.
O. Gökhan Antalya / İpek Sağlam, Miras Hukuku, İstanbul 2015.
Rona Serozan, Medeni Hukuk (Genel Bölüm-Kişiler Hukuku), Vedat kitapçılık, 2018.
Rona Serozan/ Baki İlkay Engin, Miras Hukuku, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, 2018.
Selâhattin S. Tekinay, Medenî Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, İstanbul 1992.
Serap Helvacı, Gerçek Kişiler, İstanbul 2017.
Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş (Temel Kavramlar, Medeni Kanun’un Başlangıç Hükümleri ve Hakiki Şahıslar Hukuku), 3. Baskı, İstanbul 1980.
Zahit İmre/Hasan Erman, Miras Hukuku, 11. Tıpkı Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2015.
*Çalışma kapsamındaki tüm internet kaynaklarına erişim 26.04.2020 tarihinde kontrol edilmiştir.
* İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Adalet Meslek Yüksekokulu Dr. Öğr. Üyesi. E-posta: kamalaaslanova@aydin.edu.tr
[1]M. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi /Saibe Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), İstanbul 2018, s. 19; Mustafa Dural/Tufan Öğüz, Türk Özel Hukuku – C. II – Kişiler Hukuku, İstanbul 2017, s. 26; Serap Helvacı, Gerçek Kişiler, İstanbul 2017, s. 32; Hüseyin Hatemi/Burcu Kalkan Oğuztürk, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler -Tüzel Kişiler), İstanbul 2014, s. 71.
[2] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 30; Dural/Öğüz, s. 30; Helvacı, s. 36; Rona Serozan, Medeni Hukuk (Genel Bölüm-Kişiler Hukuku), Vedat kitapçılık, 2018, s. 426.
[3] Almanya’da 04.07.1939 tarihinde Gaiplik Kanunu (Verschollenheitsgesetz) yürürlüğe girmiş ve gaipliğe ilişkin hükümler düzenleme alanı bulmuştur. Kanuna baktığımızda Almanya’nın bu konuda “ölüm beyanı” sistemini benimsediğini görmekteyiz. Bu sistemde, kişinin öldüğü mahkeme kararı ile tespit edilmektedir. TMK’dan farklı olarak, Alman Gaiplik Kanunu m.10 uyarınca gaip, ölü olarak tespit edilmedikçe hayatta kabul edilmektedir: “Solange ein Verschollener nicht für tot erklärt ist, wird vermutet, daß er bis zu dem in § 9 Abs. 3, 4 genannten Zeitpunkt weiter lebt oder gelebt hat”. Bu hususta daha detaylı bilgi için bkz. Egon Arnold, Verschollenheitsgesetz , Kommentar Zum Verschollenheitsgesetz, Bonn 1951, s. 42 vd.; Heinrich Lehmann / Heinz Hübner, Allgemeiner Teil des BGB, 16. Aufl., Berlin 1966, s. 408; Alman Gaiplik Kanunu metni için bkz. https://www.gesetze-im-internet.de/verschg/BJNR011860939.html (E.T. 26.04.2020)
[4] Dural/Öğüz, s. 31; Helvacı, s. 37; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 31.
[5] Dural/Öğüz, s. 31.
[6] Dural/Öğüz, s. 31; Selâhattin S. Tekinay, Medenî Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, İstanbul 1992, s. 214; Ergun Özsunay, Gerçek Kişilerin Hukukî Durumu, İstanbul 1979, s. 225; Helvacı, s. 37; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 31; Jale G. Akipek / Turgut Akıntürk / Derya Ateş, Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, İstanbul 2016, s. 255.
[7] Özsunay, s. 226.
[8] Hasan Erman, Medenî Hukuk Dersleri, Başlangıç Hükümleri ve Kişiler Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 2016, s. 186; Tekinay, s. 215; Helvacı, s. 37; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 32; Dural/Öğüz, s. 31; Eda Şahin, Gaipliğin Miras Hukuku Bakımından Hüküm ve Sonuçları, TBB Dergisi 2019 (144), s.249-275, s. 253.
[9] Özsunay, s. 227; Dural/Öğüz, s. 31; Helvacı, s. 37; Şahin, s.254.
[10] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 32-33; Tekinay, s. 215.
[11] Hüseyin Tokat, “Gaipliğin Aile Hukuku Yönünden Sonuçları”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 25, S. 2, 2017, s. 533.
[12] Tokat, s. 533-534.
[13] Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 31; Dural / Öğüz, s. 32; Aydın Zevkliler / M. Beşir Acabey / K. Emre Gökyayla, Medenî Hukuk, 6. Baskı, Ankara 1999, s. 576; Şahin, s.254.
[14] Tekinay, s. 218; Dural / Öğüz, s. 32; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 577; Helvacı, s. 38.
[15] Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 31; Dural / Öğüz, s. 32; Tekinay, s. 218; Özsunay, s. 227; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 577; Helvacı, s. 38.
[16] Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 31; Erman, s. 187; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 576-577; Dural / Öğüz, s. 32; Tekinay, s. 218; Özsunay, s. 227; Cahit Oğuzoğlu, Medenî Hukuk, Şahsın Hukuku, 5. Baskı, Ankara 1963, s. 232; Helvacı, s. 38.
[17] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 577.
[18] Tekinay, s. 218 .
[19] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 577; Oğuzoğlu, s. 232-233; ; Tekinay, s. 218; Özsunay, s. 227-228; Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 31; Dural / Öğüz, s. 32, Hazinenin gaiplik kararı için mahkemeye başvurma yetkisi 2 koşula bağlanmıştır.
a. Ölü ya da sağ olduğu belli olmayan kişinin mallarının en az 10 yıldan beri mahkemece yönetilmesi,
b. Ya da malların mahkemece yönetilmesi 10 yıldan az bir süre devam etmekle beraber, kişinin 100 yaşını doldurmuş olması.
[20] Ali Naim İnan, Türk Medeni Hukuku, 3. Baskı, Ankara 2014, s. 118; Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş (Temel Kavramlar, Medeni Kanun’un Başlangıç Hükümleri ve Hakiki Şahıslar Hukuku), 3. Baskı, İstanbul 1980, s. 506.
[21] Bu konu doktrinde tartışmalıdır. Doktrindeki bir görüşe göre, “Bu hakkı kayıtsız şartsız bütün alacaklılara tanımak gerekir”. Bkz., İnan, s. 118. İkinci görüşe göre ise, “Bu hak sadece büyük miktarda alacağı olanlara tanınmalıdır”. Bkz., Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 578. Kanımızca alacağın miktarının küçük veya büyüklüğü kişinin ekonomik durumuna göre değişiklik arz edeceğinden ve bu konu kesin bir kriterle belirlenemeyeceğinden alacaklıyı, hakları ölüme bağlı olan kimselerden kabul etmek isabetli olacaktır. Ancak bu talep yapılırken dürüstlük kuralına uygun hareket edilmesi gerektiği de göz ardı edilmemelidir.
[22] Bu husus da doktrinde tartışmalıdır. Gaip olan kişinin vesayet altında olması durumunda, vasinin hakları ölüme bağlı olan kimselerden olup olmadığı hususundaki tartışmalar için bkz., Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 578; Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 31. Kanaatimiz, vasinin de vesayet altındaki kişinin gaipliğine karar verilmesini isteyebilecek kişilerden sayılması gerektiği yönündedir. Çünkü, kişilik, vesayet altındaki kişinin gaipliğine karar verilmesiyle birlikte sona erer ve miras gaibin mirasçılarına geçer. Dolayısıyla, vesayetin temel amacı olan “vesayet altındaki kişinin kişiliğini ve mallarını koruma amacı” ortadan kalkmış olur.
[23] Oğuzoğlu, s. 233.
[24] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 579; Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 32; İmre, s. 506; Erman, s. 187; İnan, s. 118; Y.20.HD, 13.02.2020, E. 2020/114, K. 2020/706, “4721 sayılı TMK'nın 32/2. maddesinde "Yetkili mahkeme, kişinin Türkiye'deki son yerleşim yeri, eğer Türkiye'de hiç yerleşmemiş ise nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer, böyle bir kayıt da yok ise anasının ya da babasının kayıtlı olduğu yer mahkemesidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Somut olayda, Besni İlçe Jandarma Komutanlığınca yapılan kolluk araştırması sonucunda ...'ın en son İstanbul ilinde ikamet ettiğinin bildirildiği ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce yapılan kolluk araştırması sonucunda ...'ın en son annesi ile birlikte İstanbul ili, Üsküdar ilçesinde ikamet ettiğinin, 2008 yılından bu yana kendisinden hiç bir haber alınamadığının, 2008 yılından günümüze kadar herhangi bir kuruma adres beyan etmediğinin tespit edildiği anlaşıldığından uyuşmazlığın İstanbul Anadolu 12. Sulh Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir”. (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası) ; Y.20.HD, 23.01.2020, E. 2019/6223, K. 2020/329; Y.17.HD, 11.4.2013, E. 2013/4162, K. 2013/5361 (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası).
[25] Dural / Öğüz, s. 33; Helvacı, s. 38.
[26] Y.1.HD, 17/06/2019, E.2016/11231, K.2019/3851, “Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 588. maddesinden kaynaklanan gaiplik ve malvarlığının intikali isteklerine ilişkindir.Davacı ..., 235 ve 236 parsel sayılı taşınmazlar hakkında ... Sulh Hkuk Mahkemesinin 1994/409 Esas sayılı dosyası ile ortaklığın giderilmesi davası açıldığını, taşınmazların paydaşlarından olan ..., ..., ..., ..., ...’in kim olduğunun bilinmemesi nedeniyle ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 1994/401 Esas 1994/767 Karar sayılı kararı ile ... Mal Müdürünün kayyım olarak tayin edildiğini, adı geçen gaiplerin hissesine isabet eden satış bedelinin kayyım hesabına aktarıldığını, kayyımla idare süresinin dolduğunu ileri sürerek adı geçenlerin gaipliklerine ve malvarlıklarının Hazineye intikaline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davanın çekişmesiz yargı işi olduğu, sulh hukuk mahkemesinin görevli bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, karar temyiz edilmeden kesinleşmiş ve dosya sulh hukuk mahkemesine gönderilmiş; sulh hukuk mahkemesi de, işin esası hakkında hüküm kurarak davanın reddine karar vermiştir. Ne var ki, TMK'nın 588. maddesinden kaynaklanan davaların taşınmazın aynına (mal varlığına) yönelik olduğu gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 2. maddesi kapsamında kaldığı ve görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu tartışmasızdır. Görev, kamu düzeniyle ilgili olup yargılamanın her aşamasında resen ve öncelikle dikkate alınmalıdır.Hâl böyl olunca, görevsizlik kararı verilmesi yerine, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davacı ...'nin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir.”.; YHGK. 06.05.2015, E.2013/2096 K.2015/1304 (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası); Yarg. 1. HD, 1.10.2012, E. 2012/12630, K.2012/10410 (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası).
[27] Dural / Öğüz, s. 33; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 579; Oğuzoğlu, s. 232; İmre, s. 506; Helvacı, s. 39.
[28] Tekinay, s. 218; Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 579; Dural / Öğüz, s. 33; Helvacı, s. 39; Tokat, s. 544; Şahin, 256.
[29] Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 32; Dural / Öğüz, s. 33; Helvacı, s. 39; Tokat, s. 544; Şahin, s. 256; TMK’dan farklı olarak İsviçre’de iki ilân arasında bir yıllık bir süre koşulu bulunmaktadır (ZGB m.36/II-III).
[30] Y.2.HD. 01.03.2012, E.2010/18622, K.2012/4357 (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası).
[31] Özsunay, s. 229.
[32] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 579; Oğuzman / Seliçi / Oktay – Özdemir, s. 32; İmre, s. 507; Özsunay, s. 229; Helvacı, s. 39; Tokat, s. 544.
[33] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 580; Hâkimin kitle iletişim araçları ile de duyuru yapabileceği hakkında bkz., Özsunay, s. 229.
[34] Zevkliler / Acabey / Gökyayla, s. 580; Oğuzman/Seliçi /Oktay-Özdemir, s. 34; Dural / Öğüz, s. 33-34; Helvacı, s. 40.
[35] Ferit H. Saymen, Türk Medenî Hukuku, C. 2, Şahsın Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 1960, s.56.
[36] Rona Serozan/ Baki İlkay Engin, Miras Hukuku, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, 2018, s.460.
[37] Fikret Eren/ İpek Yücer Aktürk, Türk Miras Hukuku, Yetkin yayınları, 2019, s. 413; Oğuzman/ Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 35; Dural / Öğüz, s. 34; Helvacı, s. 42; Serozan/ Engin, s. 460.
[38] Eren/ Yücer Aktürk, s. 413.
[39] Oğuzman/ Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 35; Dural / Öğüz, s. 34; Helvacı, s. 42.
[40] Eren/ Yücer Aktürk, s. 413.
[41] Eren/ Yücer Aktürk, s. 414.
[42] O. Gökhan Antalya / İpek Sağlam, Miras Hukuku, İstanbul 2015, s.324; Eren/ Yücer Aktürk, s. 414; Mustafa Dural / Turgut Öz, Türk Özel Hukuku – C. IV – Miras Hukuku, İstanbul 2018, s. 390.
[43] Eren/ Yücer Aktürk, s. 414.
[44] Eren/ Yücer Aktürk, s. 414-415; Dural Mustafa/Öz Turgut, Türk Özel Hukuku – C. IV – Miras Hukuku, İstanbul 2018, s.390.
[45] Dural/Öğüz, s. 34; Serozan/ Engin, s. 458.
[46] Oğuzman/ Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 35; Dural / Öğüz, s. 34; Rona Serozan/ Baki İlkay Engin, Miras Hukuku, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, 2018, s. 458.
[47] Serozan/ Engin, s. 459; Dural / Öğüz, s. 35; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 36.
[48] Serozan/ Engin, s. 459; Helvacı, s. 41; Dural / Öğüz, s. 35.; Antalya / Sağlam, s. 324.
[49] Bülent Köprülü, Miras Hukuku Dersleri, İstanbul 1985, s. 356.
[50] Dural/Öğüz, s. 35.
[51] Oğuzman/Seliçi /Oktay-Özdemir, s. 36; Dural/Öğüz, s. 35.
[52] Oğuzman/Seliçi /Oktay-Özdemir, s. 36.
[53] Bilge Öztan, Miras Hukuku (Tablolar ve Örneklerle), Ankara 2017, s. 375.
[54] Zahit İmre/Hasan Erman, Miras Hukuku, 11. Tıpkı Basım, Der Yayınları, İstanbul, 2015, s. 316.
[55] Oğuzman/ Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 36; Helvacı, s. 42; Dural/Öğüz, s. 35; Serozan/ Engin, s. 459.
[56] Dural/Öz, s. 391.
[57] Eren/ Yücer Aktürk, s. 415.
[58] Eren/ Yücer Aktürk, s. 415, naklen.
[59] Eren/ Yücer Aktürk, s. 416.
[60] Dural/Öz, s. 391; Eren/ Yücer Aktürk, s. 416.
[61] Eren/ Yücer Aktürk, s. 416; Serozan/ Engin, s. 461.
[62] Dural/Öz, s. 391; Eren/ Yücer Aktürk, s. 416.
[63] Y. 1. HD, 25/11/2019, E.2016/14004, K.2019/6062, “Bilindiği üzere, TMK’nın 588. maddesi; sağ olup olmadığı bilinmeyen bir kimsenin malvarlığı veya ona düşen miras payı on yıl resmen yönetilirse ya da malvarlığı böyle yönetilenin yüz yaşını dolduracağı süre geçerse, Hazinenin istemi üzerine o kimsenin gaipliğine karar verileceğini, gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli ilân süresinde hiçbir hak sahibi ortaya çıkmazsa, aksine hüküm bulunmadıkça, gaibin mirasının Devlete geçeceğini, Devletin, gaibe veya üstün hak sahiplerine karşı, aynen gaibin mirasını teslim alanlar gibi geri vermekle yükümlü olduğunu düzenlemektedir...” (Kazancı Bilişim-İçtihat Bilgi Bankası).
[64] Zilyetliğin geri verilmesinde uygulanacak hükümler (TMK m.993- 995) zilyedin iyiniyetli olup olmamasına göre değişmektedir.
[65] Fikret Eren, “Miras Sebebiyle İstihkak Davası”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cevdet Yavuz’a Armağan, C. 22, S. 3, 2016, s. 1059, naklen, “Kendisinin üstün hakka sahip mirasçı ve davalının da haksız zilyet olduğunu öğrendiği tarihten itibaren 1 yıllık süre içinde davacı, miras sebebiyle istihkak davasını açmadığı takdirde, söz konusu dava zamanaşımına uğrar. Dolayısıyla, davacının ileride bu davayı açması halinde, davalının zamanaşımı defiyle karşılaşabilir”.; Şahin, s. 271.
[66] Eren/ Yücer Aktürk, s. 411.
[67] Bkz. Şahin, s. 271 vd.
[68] Akipek / Akıntürk /Ateş, s. 266.
[69] Dural / Öz, s. 389.
[70] Bu yönde görüş için bkz. Şahin, s. 271; Dural / Öz, s. 389; Serozan/ Engin, s. 460; Doktrinde Eren/ Yücer Aktürk, bu hâlde bir kanun boşluğu değil; kanunun nitelikli susmasının söz konusu olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Eren/ Yücer Aktürk, s. 413.