Menu

Arama Yapın

HMGS PANELİMİZİN DEMOSUNU İNCELEMEK İÇİN TIKLA

Menu


TAZMİNAT DAVALARINDA GÖREV VE YETKİ

01 Kasım 2024

Bu makale 142 kez okundu.

Yazar Çelik Ahmet ÇELIK
Makaleyi PDF olarak İndir

I- GÖREVLİ MAHKEME

1- Genel olarak

a) Görev kuralları, yargı erkinin işleyişiyle ilgili olması nedeniyle kamu düzeninden sayılmış; 6100 sayılı Yasa’nın 1.maddesinde “Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir” denilmiştir. Görevin kamu düzenine ilişkin bulunmasının doğal sonucu, bu alanın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir alan konumunda bulunmamasıdır. Yani taraflar anlaşmak suretiyle görev sözleşmesi yaparak, somut uyuşmazlık bağlamında görevli olmayan bir yargı yerini görevli hale getiremezler.[1]  

b) Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, mahkeme, tarafların itirazı olmasa bile, görevli olup olmadığını yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden inceleyip karar verebilir. Ayrıca taraflar da mahkemenin görevsiz olduğunu, yargılamanın sonuna kadar her aşamada ileri sürebilirler.   

c) Görev dava şartlarından olduğu için (m.114/c),  mahkeme, ön inceleme aşamasında ve tahkikat aşamasına geçmeden önce, diğer dava şartları ile birlikte görev konusunu da inceleyip dosya üzerinden bir karar verir. Gerektiği takdirde karar vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebilir. (m.138)     

ç) Bir davada hem görev hem de yetki itirazında bulunulduğu takdirde, öncelikle görev konusu incelenerek karara bağlanır. Yetki itirazı hakkında ise ancak görevli mahkemede karar verilebilir.        

d) Mahkeme, görevsizlik kararı verirse, dosya, kararda belirtilen görevli mahkemeye gönderilmek gerekecektir. Bunun için taraflardan biri, iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesini istemelidir. Bu süre içinde başvurulmazsa, Mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. (m.20) 

Dava açılmamış sayılınca da, BK.133/2. (6098/TBK.154/2) gereğince zamanaşımı kesilmemiş olacaktır. Eğer bu arada zamanaşımı süresi dolmuşsa, davacı bir hak kaybına uğrama tehlikesiyle karşılaşacaktır.  Bu sakınca bir ölçüde,  818 sayılı Borçlar Yasası’nın 137.maddesiyle giderilmiş; önceki mahkemece davanın açılmamış sayılmasından sonra, davacının görevli mahkemede dava açabilmesi için altmış günlük ek bir süreden yararlanma olanağı tanınmıştır. Aynı hüküm 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 158.maddesinde de vardır; orada da “mahkemece görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi sırasında zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, davacının altmış günlük ek bir süre içinde haklarını kullanabileceği” hükmü yer almıştır.

Bir başka anlatımla, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonraki iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurma ve dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesini isteme süresini geçiren ve bu yüzden davası açılmamış sayılan davacı, (6100/m.20), eğer 6098 sayılı TBK.158.maddesindeki (önceki 818 sayılı BK.137.maddesindeki) altmış günlük süre içerisinde (bu kez görevli mahkemede) yeniden harç ödeyerek yeni bir dava açarsa, zamanaşımı süresini ve hak düşürücü süreyi geçirmemiş olacak, hak kaybına uğramayacaktır. 

e) Süresi içinde görevli mahkemeye başvurulmuşsa, görevsiz mahkemede tarafların yapmış oldukları işlemler görevli mahkemede de geçerli olacaktır.

2- Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında görevli mahkeme

a) 6100 sayılı Hukuk Yargılama Yasası’nda görevli mahkeme konusunda asliye hukuk ve sulh hukuk ayrımı korunmakla birlikte, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılacak davalar için ayrı bir hükme yer verilmiş; yalnızca, asliye hukuk mahkemeleri görevli kılınmıştır.    

Yasa’nın “Asliye hukuk mahkemelerinin görevi” başlıklı 2.maddesi şöyledir:

(1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.

(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.

b) Yasa'nın ilk şeklinde “Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında” tek görevli mahkemenin "asliye hukuk mahkemeleri" olacağı, öyle ki, Devlete ve kamu yönetimlerine karşı açılacak tazminat davalarının bundan böyle İdari Yargı'da ve Askeri Yargı'da değil, yalnızca Adli Yargı'da ve asliye hukuk mahkemesinde görüleceği hükmü yer almış iken, Yasa'nın bu maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 2011/35 esas no.lu dosyası üzerinden verdiği 16.02.2012 günlü kararla iptal edilmiştir.

c) Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra yeni bir yasal düzenleme yapılmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Yasası'nın 16.maddesi 4.fıkrasına, 11.04.2013 gün 6459 sayılı Yasa'nın 4.maddesiyle bir cümle eklenerek, "ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle" İdari Yargı'da açılacak tazminat davalarının, 6100 sayılı HMK. 107.maddesindeki “Belirsiz alacak davası” gibi incelenmesi; yıllardan beri sürdürülen hak kaybettirici uygulamaya son verilerek, dava dilekçesindeki istek tutarları ile sınırlı kalınmayıp, yargılama sırasında hesaplanacak tazminatın tamamının hüküm altına alınabilmesi olanağı sağlanmıştır. 2577 sayılı Yasa'nın 16.maddesi 4.fıkrasına eklenen cümle şöyledir:

“Tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

Ayrıca yukardaki hüküm, yalnız yeni açılacak davalara değil, halen devam etmekte olan ve kanun yolu aşamasında bulunan davalara da uygulanacaktır. Bunun için Yasa’nın 5.maddesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Yasası’na geçici 7. madde eklenmiş ve“Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır” denilmiştir.

Aynı değişiklik, gene 6459 sayılı Yasa ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 46.maddesinin 4.fıkrasına yukardaki aynı cümle eklenerek yapılmış; böylece Askeri İdare Mahkemesinde açılacak tazminat davalarında da, dilekçedeki miktarlar bağlı kalınmayıp, yargılama sırasında hesaplanacak tazminatın tamamının hüküm altına alınması olanağı sağlanmıştır.  

3- Trafik kazalarında görevli mahkeme

a) Trafik kazalarında sorumlular, (ayrık durumlar dışında) genel olarak işleten, sürücü ve sigortacıdır. (2918 sayılı KTK m.3, 85, 91 vd.) Zarar görenler, ortaklaşa ve zincirleme sorumluluk kurallarına dayanarak, aynı davada bunların hepsini dava edebilecekleri gibi, yalnız birini de dava edebilirler. (818/BK.50-51 ve 142 vd., 6098/TBK.61 ve 163 vd.) 

b) Trafik kazası ölümle veya bedensel zararla sonuçlanmış ise, davalı ister işleten veya sürücü olsun, ister tek başına sigorta şirketi dava edilsin, her zaman ve her durumda görevli mahkeme “asliye hukuk mahkemesi”dir. Çünkü, ölüm sonucu destekten yoksun kalma veya bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarının yasal dayanağı, Ticaret Kanunu değil,  Borçlar Kanunu hükümleridir. (818/BK.45,46 ve 6098/TBK.53,54,55)

c) Ancak ne var ki, sigorta şirketleri vekillerinin, davaları uzatmaktan başka hiç bir sonuç vermeyen gereksiz görev itirazları yüzünden, (iki ticari araç çarpışmış olsa dahi) ticari bir olay olmayan trafik kazaları ile ilgili tazminat davaları, Yargıtay'ın yanlış ve yanılgıyla verdiği kararlar yüzünden, asliye hukuk mahkemelerince görevsizlik kararı verilip, dosyalar ticaret mahkemelerine gönderilmektedir.

d) Sigorta şirketlerinin bu gereksiz itirazları ve Yargıtay Özel Dairesinin yanılgısı yüzünden, aynı olay için iki ayrı mahkemenin görevli sayılması gibi garip bir durum ortaya çıkmakta; işleten, araç sahibi, sürücü gibi sorumlular için "asliye hukuk mahkemeleri" görevli olurken, sigorta şirketleri için "ticaret mahkemeleri" görevli sayılmaktadır. Eğer davalılar arasında sigorta şirketi yoksa, yalnızca işleten ve sürücü dava edilmişse görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olması ne anlama geliyor, durup düşünülmelidir.

 

e) Trafik kazaları ticari bir olay değildir.

Kazaya karışan araçlar “ticari araç” olsa dahi, eğer ölüm veya bedensel zararlar nedeniyle tazminat istenmişse, bu bir “ticari dava” değil, bir “hukuk davası”dır. Davalılar arasında işleten ve sürücü yer almayıp, yalnızca sigorta şirketinin dava edilmesi durumunda dahi, tazminat isteğinin yasal dayanağı Borçlar Kanunu hükümleri olduğundan ve zarar görenler ile sigorta şirketi arasında “ticari ilişki” bulunmadığından görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi”dir.

f) Yasal düzenlemeler ve hukuksal nitelemeler yukardaki gibi olmasına karşın, trafik kazalarında ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle sigorta şirketlerine karşı "asliye hukuk mahkemesi"nde açılan tazminat davalarında, sigorta şirketlerinin Ticaret Kanunu hükümlerine tabi oldukları savıyla görevsizlik kararı verilmekte ve dosyalar Ticaret Mahkemelerine gönderilmektedir. Bu, son derece yanlıştır. Çünkü:

aa) Motorlu araç işletenlerin 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 91.maddesine göre yaptırmak zorunda oldukları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası (kısa adıyla Trafik Sigortası) özel yasadan doğan bir "zorunluluk" olup, ticari bir işlem değildir. Motorlu araç sahiplerinin büyük bir çoğunluğu "ticari" amaçla değil "özel" işlerinde kullanmak, ulaşım ihtiyaçlarını karşılamak için otomobil satın alırlar. Aldıkları bu otomobiller için, yasa hükmü gereği "zorunlu" olarak Trafik Sigortası yaptırırlar. Bunu yaptırırlarken "ticari" bir iş yapılmış olmaz ve oto sahipleri ile sigorta şirketleri arasında "ticari ilişki" oluşmaz.

bb)  Eğer motorlu araç sahipleri, 2918 sayılı KTK'nun zorunlu kıldığı Trafik Sigortası dışında, "ferdi kaza sigortası"  yaptırmışlarsa, işte bu Ticaret Kanunu hükümlerine tabi ticari bir ilişkidir ve "ferdi kaza sigortasından" kaynaklanan uyuşmazlıklar Ticaret Mahkemesinde görülür.        

cc) Yukarda belirtildiği gibi, trafik kazalarından "zarar gören" kişiler ile sigorta şirketleri arasında "ticari ilişki" yoktur ve zarar görenlerin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası'ndan tazminat almak için sigorta şirketine başvurmalarıyla aralarında bir "ticari ilişki" oluşmaz. Çünkü "Zorunlu Sigorta poliçesinden" tazminat ödeme, sigorta şirketinin özel yasadan (Trafik Yasası'ndan) doğan bir sorumluluğudur.

dd) Özel Yasa (Trafik Yasası) gereği yaptırılması "zorunlu" ve ticari niteliği olmayan bir sigorta türünün, (hiç gereği yokken ve 2918 sayılı KTK'da yeterli hüküm varken) ayrıca 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu'nda da yer alması, yasa koyucunun veya tasarıyı hazırlayanların bir yanlışıdır.          

ee) 6102 sayılı TTK'ndaki bu düzenleme yanlışı yüzünden, trafik kazaları nedeniyle "asliye hukuk mahkemelerinde" açılan tazminat davalarında, sigorta şirketleri görev itirazında bulunmakta, Yargıtay'ın son bir kaç kararı bu yönde oluştuğundan dosyalar Ticaret Mahkemelerine gönderilmekte; bu uygulamaya bakarak doğrudan Ticaret Mahkemelerinde dava açanlar, "madem ki bu ticari davadır" diyerek "avans faizi" istediklerinde, sigorta şirketlerinin vekilleri bu kez "hayır bu trafik kazasıdır, arada ticari ilişki yoktur, avans faizi değil yasal faiz istenebilir" savunması yaparak çelişkiye düşmektedirler.      

g) Trafik kazalarının ticari bir olay olmadığını, bu nedenle ticaret mahkemelerinin değil, asliye hukuk mahkemelerinin görevli olması gerektiğini, somut örneklerle ve mantık yürüterek bir de şöyle açıklayalım:

Düşünelim ki: Bir tüccar, şirkete kayıtlı ve ticari sayılan özel arabasıyla kaza yapıp ölüme veya yaralanmaya sebep olsa, bu kişiye karşı açılacak dava, ticari dava mıdır ? Elbette değildir. O halde görevli mahkeme, ticaret mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesidir. Bu örnekte, Ticaret Kanunu hükümlerine  tabi tüccarın zarar görene karşı sorumluluğu ile gene Ticaret Kanunu hükümlerine tabi sigorta şirketinin sorumluluğu arasında ne fark vardır ?       

h) Trafik kazalarında "görevli mahkeme" konusunda Yargıtay kararlarında da çelişkiye düşülmüş;  aynı dönemde birbirine aykırı kararlar verilmiştir. Şöyle ki:

aa) Yargıtay 17.Hukuk Dairesi, destekten yoksun kalma ve bedensel zarar nedeniyle "sigorta şirketlerine" karşı açılan tazminat davalarında, sigorta poliçesinden tazminat istendiği ve Trafik Sigortasının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 1483. maddesinde yer aldığı gerekçesiyle, Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiş; asıl yasal dayanak olan 2918 sayılı KTK'nun 91.maddesi gözardı edilmiştir.[2]

bb) Aynı 17.Hukuk Dairesi aynı dönemde verdiği başka kararlarda, bu kez (doğru olarak) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerini dikkate almış ve "asliye hukuk mahkemesinin" görevli olduğuna karar vermiştir.  Kararda şöyle denilmiştir, özetle:

"Davacılar, davalıya Zorunlu Mali Sorumluluk Poliçesiyle sigortalı aracın sürücüsü desteğin karıştığı trafik kazasında ölümü nedeniyle BK.'nun 53.maddesi gereğince destekten yoksun kalma tazminatı istemişlerdir. Davacılarla davalı Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısı arasında ticari ilişki bulunmadığı gibi, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun araç işleticisinin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğunu düzenleyen 85.maddesi gereği, motorlu araçların işletilme tehlikesine karşı zarar gören 3.şahısları korumak amacıyla getirilmiş olan bu yasal düzenleme davaya dayanak gösterilerek işbu dava açılmış olduğuna, davanın desteğin ölümüyle sonuçlanan kazadan kaynaklanan tazminat davası oluşuna göre Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir."

(17.HD. 27.06.2013, E.2013/10280 K.2013/10151)

Gene Trafik Sigortasından tazminat isteklerinde, "asliye hukuk mahkemesinin" görevli olduğuna ilişkin kararın gerekçesinde şöyle denilmiştir.

"Dava, davalı şirkete Trafik (ZMSS) Sigortalı araç ile davacı şirkete ait aracın karıştığı kaza nedeniyle uğranılan maddi zararın poliçe ile sınırlı olarak tahsili istemine ilişkindir. Somut olayda uyuşmazlık davacı ve davalı şirket Ticaret Kanunu poliçesi yahut ticari ilişkiden değil, davacının işleteni olduğu araç ile davalıya sigortalı aracın karıştığı maddi hasarlı trafik kazasından kaynaklanmaktadır. Bu haliyle uyuşmazlığın haksız fiile dayalı alacak davası olduğu anlaşıldığından, davanın genel hükümler çerçevesinde Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerekmektedir.

(17.HD. 31.12.2012 E.2012/9255 K.2012/15203)

4- İş kazalarında görevli mahkeme iş mahkemeleridir.

a) 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5.maddesine göre,  4857 sayılı İş Kanunu'na ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarında; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre Sosyal Güvenlik Kurumu’nun taraf olduğu, iş ve sosyal güvenlik mevzuatından (6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulanmasından) kaynaklanan uyuşmazlıklarda, görevli mahkeme “iş mahkemeleri”dir. 

Yasa’nın bu hükmüne göre:

1) İş kazalarından zarar gören işçilerin veya haksahiplerinin işverene karşı açacakları maddi ve manevi tazminat davalarında; 

2) İş kazası nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yapacağı yardımlar ile bağlayacağı veya bağlaması gereken gelirlerle ilgili uyuşmazlıklardan kaynaklanan davalarda, iş kazasının tespiti davalarında; 

3) Beden gücü kayıplarında,  Kurum’un yetkili sağlık kurulları raporlarına itirazların kabul edilmemesi durumunda “maluliyet tespiti” davalarında;

4) Kurum’un iş kazası sigortası dalından bağladığı gelirlerden dolayı, kazanın oluşunda kusuru bulunan işverene karşı açacağı rücu davalarında

Görevli mahkeme, iş mahkemesidir.

b) Görev konusunda 5510 sayılı Yasa’nın 101.maddesinde de “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

c) İş mahkemesi kurulmamış olan yerlerdeki bu davalara o yerde görevlendirilecek asliye hukuk mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) bakar. (5521/m.1, f.3) Aynı yerde birden fazla asliye hukuk mahkemesi olup da, bunlardan biri Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından iş davalarına bakmakla görevlendirilmişse, öteki mahkemede iş davası açılması durumunda, mahkemece, doğrudan görevsizlik kararı verilip dosyanın iş davasına bakmakla görevli asliye hukuk mahkemesine gönderilmesi gerekir. Büyükşehir belediye sınırları içinde ilçelerin yargı çevresindeki iş davalarına o ilin iş mahkemelerinde bakılması gerekir.    

d) İşverenin üçüncü kişilerle ortaklaşa sorumlu olduğu durumlar genellikle "trafik iş" kazalarında söz konusu olmaktadır. Bu konuda tartışılan konuların başında "görevli mahkeme" sorunu gelmekte; Yargıtay, işveren ile üçüncü kişinin birlikte dava edilmeleri durumunda görevli mahkemenin "iş mahkemesi" olacağı yönünde kararlar vermektedir.

İşveren veya işçiyle birlikte üçüncü kişilerin de kusurlu ve sorumlu olduğu ya da işveren yönünden nedensellik bağ kesilip yalnızca üçüncü kişilerin sorumlu olduğu genellikle trafik iş kazalarında, görevli mahkemenin hangisi olacağı konusunda zaman zaman uygulama farklılıkları görülmüş olduğundan aşağıda çeşitli olasılıkları ele alacağız.           

aa) Yargıtay’ın iş kazalarını incelemekle görevli Özel Dairesinin kararlarına göre, eğer iş kazasının meydana gelmesinde işveren veya işçi ile birlikte üçüncü kişiler de kusurlu ve sorumlu ise, davalar ayrılmayıp, tüm sorumlular hakkında iş mahkemesinde dava açılması gerekmektedir. Başka bir anlatımla, işveren hakkında iş mahkemesinde ve üçüncü kişiler hakkında hukuk mahkemesinde aynı konuda iki ayrı dava açılması doğru bulunmamakta; dava arkadaşlığı nedeniyle özel mahkeme olarak iş mahkemesi görevli sayılmaktadır.  

Eğer aynı olayla ilgili olarak üçüncü kişilere karşı asliye hukuk mahkemesinde ve işverene karşı iş mahkemesinde dava açılmışsa, davaların iş mahkemesinde birleştirilmesinin doğru olacağı savunulmuştur. Bunun yararı, aynı konuda birbiriyle çelişkili kararlar çıkmasının önlenmesi, işlerin daha çabuk ve az masrafla sonuçlanmasının sağlanması olacaktır.[3]  

Bu konuda bir Yargıtay kararında şu sonuca varılmıştır:

“İşyerine getirilip götürülme işlerinde kullanılan araç ile üçüncü kişiye ait aracın çarpışması sonucu yaralanan işçinin, her iki sorumluya karşı açtığı davada görevli mahkeme iş mahkemesi olup, arada hizmet ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle üçüncü kişi hakkındaki davanın ayrılması kararı verilemez.

Davanın aynı sebepten doğması nedeniyle HUMK 43.maddesinde (6100/m.57) öngörüldüğü üzere davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusudur. Davanın aynı sebepten doğması ve biri hakkında verilecek hükmün diğerini de etkileyecek nitelikte bulunması nedeniyle aralarında bağlantının bulunduğu, davalılardan biri ile davacı arasında hizmet ilişkisi bulunduğundan zarara neden olan olayın trafik iş kazası olması sonucu açılan tazminat davasının Yasa gereğince İş Mahkemesinde görülmesi gerektiği, davalılardan bir kısmı hakkında arada hizmet ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle ayırma (tefrik) kararı verilemeyeceği, öte yandan HUMK.46. maddesinde (6100/m.167) mahkemenin yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için birlikte açılmış davaların ayrılmasına karar verilebileceğinin belirtilmesi karşısında bir arada görülmesinde yarar bulunduğu açık olan davada ayırma kararı verilmesinin doğru olmadığı, bu durumun HUMK. 77. maddesinde (6100/m.30) öngörülen ilkelere de aykırı olduğu ortadadır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın kurulan hüküm usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.”

(21.HD. 02.03.2009, E.2008/11455 K.2009/2912)[4]

bb) Eğer iş kazasından işverenin de sorumlu olmasına karşın, ona karşı dava açılmayıp yalnız üçüncü kişilere karşı dava açılması yeğlenmişse, böyle bir durumda kuşkusuz görevli mahkeme iş mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesi olacaktır.

Böyle bir dava sonucu davacı işçiye veya haksahiplerine tazminat ödeyen üçüncü kişi, işverene kusuru oranında rücu etmek isterse, gene asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır. Ya da tazminatı ödeyen işveren, kusuru oranında üçüncü kişiye rücu etmek isterse, asliye hukuk mahkemesinde dava açacaktır.[5]

cc) Olay, yasalar yönünden bir “iş kazası” olmasına karşın, işveren sorumlu olmayıp, kusur bütünüyle üçüncü kişide ise, ona karşı açılacak davada (olay işçi yönünden bir iş kazası olmasına karşın) iş mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır. Bu konuda iki karar örneği:

“Davacı, dava dışı işverene ait araçla giderken karşı yönden gelen davalıya ait araçla çarpışması sonucu sürekli işgöremezlik kaybına uğramıştır. Davacı ile davalı arasında hizmet sözleşmesi yoktur. Uyuşmazlık iş akdinden veya iş yasasından doğmadığından davaya genel hükümlere göre hukuk mahkemesinde bakılması gerekir.

(21.HD. 19.02.2007, E.2007/15788 K.2007/2330)

“Davacılar murisinin dava dışı nakliye şirketinde şoför olarak çalıştığı, olay günü demir yüklemek üzere gönderildiği İzmir limanında davalı TCDD işçisi olan vinç operatörünün hatalı manevrası ile iki konteynır arasında sıkışarak öldüğü davacılar murisi ile davalı TCDD arasında hizmet aktine dayanan bir ilişkinin mevcut olmadığı, uyuşmazlık konusu değildir.

Davacı ile davalı arasında hizmet ilişkisi bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın, iş akdinden veya İş Kanunu'ndan doğmadığı davada, zararlandırıcı olayın iş kazası sayılması, görevli mahkemenin belirlenmesi için yeterli olmayıp yasanın öngördüğü koşulların ayrıca gerçekleşmesi gerekir.”

(21.HD. 21.12.2004, E.2004/12185 K.2004/11529)

dd) İşverenin işini gördüğü sırada iş kazasında ölen işçinin haksahiplerinin hem işverene hem üçüncü kişiye açacakları tazminat davası iş mahkemesinde görülecektir.

İşverenin sorumluluğu yönünden nedensellik bağı, üçüncü kişinin tam kusuruyla veya ölen işçi ile üçüncü kişinin birlikte kusurlarıyla kesilmişse, haksahiplerinin açacakları maddi ve manevi tazminat davası asliye hukuk mahkemesinde görülecektir.

e) Kimi davalarda taraf vekillerinin birbirine zıt savunmaları karşısında bir belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Örneğin “trafik iş kazası” nedeniyle (işverene ait aracın sürücüsü de kusurlu olmasına karşın, işveren dava edilmeyip) karşı aracın işleteni olan üçüncü kişiye ve onun Trafik Sigortasını yapan sigorta şirketine karşı Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmışsa, sigorta şirketi vekili, Ticaret Mahkemesinin görevli olduğunu ileri sürmekte; karşı araç işleteni davanın işverene ihbar edilmesini istemekte; ihbar üzerine mahkemeye gelen işveren vekili İş Mahkemesinin görevli olduğu yönünde savunma yapmaktadır. Böyle bir durumda görevli mahkeme hangisidir ? Salt "trafik kazası" nedeniyle dava açıldığına ve ihbar edilen kişi davada taraf konumuna gelemeyeceğine göre, işverenin taraf olmadığı bir dava iş mahkemesinde mi görülecektir? Biz bu konuda kestirip atmıyor, öğretiden ve yargıdan çözüm bekliyoruz.

f) Şurası kesindir: Bir trafik iş kazasında işverene ait araç ile üçüncü kişiye ait araç çarpışmış ve her iki araç sürücüsünün de kusurlu bulunduğu bu kazada, işverene ait araçta "yolcu ve görevli" olarak bulunan işçisi ölmüş veya yaralanmışsa, ortaklaşa sorumluluk söz konusudur. İşçi veya haksahipleri, yalnızca üçüncü kişiyi dava etmişlerse, bu davayı, görevsizlik kararıyla iş mahkemesine göndermek doğru olmayacaktır. Çünkü, yaralanan işçi ya da ölmüşse haksahipleri ile üçüncü kişi arasında "sözleşme ilişkisi" yoktur. Öyle olunca da iş mahkemesi değil asliye hukuk mahkemesi görevli olur.

Yukarda verdiğimiz örnekte, trafik kazasının oluşunda, sürücüsü belli bir oranda kusurlu bulunan işleten konumundaki "üçüncü kişi" ile kazaya uğrayan işçi veya haksahipleri arasında "hizmet ilişkisi" bulunmamaktadır. O halde, davanın iş mahkemesinde görülmesi, 5521 sayılı Yasa'nın 1.maddesine aykırı olacaktır.

g) İşçi veya haksahipleri, olay hem trafik hem iş kazası olmasına karşın, yalnızca üçüncü kişiyi dava etmişlerse, (işvereni de dava etmeleri zorunlu olmadığına ve bunun için zorlanamayacaklarına göre) ortaklaşa sorumluluk gereği üçüncü kişi ve onun sigortacısı zararın tamamını ödeyecekler; sonra, sürücüsünün kusuru oranında işverene rücu edeceklerdir.

h) İşveren tarafından kiralanan araçla işçilerin işyerine getirilip götürülmeleri sırasında meydana gelen kazada, servis şirketi ile birlikte işveren ortaklaşa sorumlu olur ve doğrudan işverenden tazminat istenebilir. Çünkü personelin taşınması için araç kiralama sözleşmesi yapan işveren, aynı zamanda "işleten" olarak da sorumludur. 

5- Yolcu taşımada görevli mahkeme ticaret mahkemeleridir

Yolcu taşıma "ticari bir iş" olup, hem önceki ve yeni Türk Ticaret Kanunu'nda ve hem de özel bir Yasa olan 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu'nda yer almıştır. Bu nedenle yolcunun ölümü veya bedensel zarara uğraması nedeniyle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme "Ticaret Mahkemeleri"dir.

6- Hekim ve hastane sorumluluklarında asliye hukuk mahkemeleri görevlidir.

Her sözleşme ilişkisi ticari olmayacağına göre, hekim-hasta ilişkisi, hastane kabul sözleşmesi çerçevesinde, tıbbi hata sonucu hastanın ölümü veya bedensel zarara uğraması nedeniyle açılacak tazminat davalarında "asliye hukuk mahkemeleri" görevlidir. 

Kamu hastanelerinin hizmet kusurları ile görevli hekim ve sağlık personelinin hataları sonucu ölüm ve bedensel zararlardan kaynaklanan tazminat davaları İdare Mahkemesinde açılacak; ancak bu davalarda, 2577 sayılı İdari Yargılama Yasası'nın 16.maddesi 4.fıkrasına, 11.04.2013 gün 6459 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, 6100 sayılı HMK. 107.maddesindeki “Belirsiz Alacak Davası” benzeri bir yargılama yöntemi uygulanacaktır.

7- Bina, yapı ve işletmelerden kaynaklanan ölümlerde görevli mahkeme  

a) Satın alınan veya arsa payı karşılığı yaptırılan binaların çökmesi, yıkılması sonucu ölümlerde;

b) Tehlikeli işletmelerin atıklarından, asitli sularından, zehirli gazlarından, radyasyon sızıntılarından kaynaklanan ölümlerde;

c) Her türlü yapılardan, elektrik tesislerinden, yüksek gerilim hatlarından, su, doğalgaz, kanalizasyon, telefon işletmelerinin yapılarından, kazılarından, bakım, yapım ve onarım çalışmalarından kaynaklanan ölümlerde

Görevli mahkemeler asliye hukuk mahkemeleridir.

8- Ürünlerden kaynaklanan ölümlerde görevli mahkeme

Bu konuda sürekli bir karmaşa yaşanmakta, Borçlar Kanunu hükümlerine dayanılarak ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılan tazminat davalarında, yalnızca asliye hukuk mahkemelerinin görevli olması gerekirken, araya Tüketici Mahkemeleri veya Ticaret Mahkemeleri sokularak yanlışa düşülmektedir. Şöyle ki:

a) Ürünlerdeki ayıplardan dolayı, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerine dayanılarak Tüketici Mahkemesinde dava açılabilir ve seçimlik haklardan biri kullanılabilir. Ama konu ölüm veya bedensel zarar olunca "seçimlik haklar" ne işe yarayacak? Ölen dirilecek mi, onun yerine davacılara bir başkası mı verilecek, ölen bedenin onarılması mı istenecek? Bütün bunlar olmayacağına göre, ölüm ve bedensel zararlarda Tüketici Mahkemeleri görevli olamaz.

b) Ancak ne var ki, 4077 sayılı Yasa'nın yerini alan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Yasası'nın 3.maddesindeki "tüketici işlemi" tanımına takılıp kalan bazı hukukçular, Borçlar Kanunu'nda ne varsa  (neredeyse) tümünü Tüketici Mahkemelerine taşımaya kalkışmışlar; bu mahkemeleri "ürünlerdeki ve hizmetlerdeki ayıplardan" sorumlu uzmanlık mahkemeleri olmaktan çıkarıp asliye hukuk mahkemelerine dönüştürmek gibi bir yanlışın savunucuları olmuşlardır. Bu yanılgıyı yaratanların en başında yeni yasayı hazırlayanlar gelmekte; "tüketici işlemini" tanımlarken bunun "eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemleri kapsadığı" açıklamasını yaparak yanlış bir algılamaya neden olmuşlardır.

c) Söz konusu Yasa'dan çok önce de Yargıtay Özel Daireleri zaman zaman yanlış kararlar verip kısa sürede yanlışlarını düzeltmişlerdir.

Örneğin, tüpgazla ısıtılan şofbenden veya katalitik sobadan sızan karbonmonoksit gazından zehirlenerek ölen kişiler için açılan davalarda, bunların satın alınıp kullanılması ticari bir nitelik taşımamasına karşın,  asliye hukuk mahkemesi yerine ticaret mahkemesinin görevli sayılması yanlış olduğu gibi, bir ara bu tür davalara bakan Yargıtay Özel Dairesi, "tüketici mahkemesinin" görevli olduğu yönünde karar vererek daha da yanlışa düşmüş, ama kısa bir süre sonra bu yanlışından dönmüştür.[6] 

Ancak ne varki, Özel Daire, önceki ve sonraki kararlarında, (davalılar şofben ve tüpgaz satıcı ve imalâtçısının yanı sıra) poliçe tutarı ile sınırlı sorumlu sigorta şirketinin de dava edilmiş olması nedeniyle, şofben ve tüpgaz "alıcıları" ile "satıcı-imalatçı-sigortacı" arasındaki ilişkiyi "ticari ilişki" ve bunlara karşı açılan davaları Ticaret Kanunu 4.maddesine göre "mutlak ticari dava" sayarak, bizce, yanlışını sürdürmektedir.

d) Bize göre,  kişilerin gereksinimleri olan ürünleri satın almaları "ticari bir iş" ve satıcı ile alıcı ve imalatçı arasındaki ilişki "ticari ilişki" değildir. Araya, yasadan doğan zorunlu sigorta nedeniyle sigortacının girmesi dahi, ilişkiye "ticari nitelik kazandırmaz. Öte yandan üründeki ayıplar (bozukluk, imalat hatası, kalitesizlik) ile ürünlerin ölüme veya bedensel zarara neden olması birbirine karıştırılmamalı; alıcı ihtiyacı olan ürünü alırken ticari bir amaç gütmediğine göre, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında tek görevli asliye hukuk mahkemeleri olmalıdır.  

9- Ayıplı hizmet ile insana verilen zararlar birbirine karıştırılmamalıdır.

Tüketicinin Korunması Yasası'nda hizmet satımı da yer aldığından, bu konuda da yapılması gereken ayrımı belirtmeliyiz.

Örneğin, yolcu taşımada, gereği gibi hizmet verilmemesi, yolculuğun kötü geçmesi, biletle satılan yerin başkasına verilmesi, yolculuğun gecikmesi ya da gerçekleşmemesi, eşyanın zarar görmesi gibi "ayıplı hizmetler" için Tüketici Mahkemesi görevli ise de,

Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat isteme hakları Borçlar Kanunu'nda; taşıma ile ilgili hükümler Ticaret Kanunu'nda yer aldığından, görevli mahkeme Ticaret Mahkemeleri olacaktır.

Bir başka örnek:  Gezi için paket tur sözleşmelerinde kötü hizmet, gezinin beklendiği ve söz verildiği gibi geçmemesi; konaklama tesislerinin elverişsizliği nedeniyle "ayıplı hizmetten" dolayı Tüketici Mahkemeleri; tura katılan kişinin ölümü veya yaralanmasından dolayı Ticaret Mahkemeleri görevli olacaktır.

10- Devlete ve kamu kurumlarına karşı açılacak tazminat davalarında görevli mahkemeler

Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına karşı, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında "görevli mahkemeler", kamu kurumlarının kuruluş yasalarına, olayların gerçekleşme biçimlerine ve uygulanacak yasa hükümlerine göre belirlenmektedir. Şöyle ki:

a) İdari yargı'nın görevli olduğu davalar

Devletin ve kamu kurumlarının "hizmet kusurları" sonucu ölüm ve bedensel zararlar  nedeniyle açılacak tazminat davalarında, görevli mahkeme, İdare Mahkemeleri ve Danıştay olacaktır.

Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verilmiş; 129. maddesinin 5. fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idareye karşı açılabileceği hükme bağlanmış, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesinde de benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Bu hükümlere göre, (kural olarak) eylemi işleyen kamu görevlilerine karşı doğrudan dava açılamamakta; eylemi işleyenin bağlı bulunduğu devlet ve kamu kurumu dava edilmektedir. Bu nedenle, devletin sorumluluğu, kamu görevlisinin “hizmet kusuruna” veya “suç sayılır” eylemine bağlı “kusursuz sorumluluk”tur.

Devletin ve kamu kurumlarının "hizmet kusurları"ndan kaynaklanan ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle "İdari Yargı"da açılan tazminat davalarında, bugüne kadarki uygulamada,  dava değeri artırılamayıp, dava dilekçesinde istenen miktarla sınırlı olarak karar verilmekte iken, 2577 sayılı İdari Yargılama Yasası'nın 16.maddesi 4.fıkrasına, 11.04.2013 gün 6459 sayılı Yasa'nın 4.maddesiyle bir cümle eklenerek, "ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle" İdari Yargı'da açılacak tazminat davalarının, 6100 sayılı HMK. 107.maddesindeki “belirsiz alacak davası” gibi incelenmesi; yargılama sırasında toplanacak delillere ve bilirkişi hesap raporuna göre belirlenecek tazminatın tamamının hüküm altına alınabilmesi olanağı sağlanmış olup, madde hükmü şöyledir:

“Tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

Ayrıca yukardaki hüküm, yalnız yeni açılacak davalara değil, halen devam etmekte olan ve kanun yolu aşamasında bulunan davalara da uygulanacaktır. Bunun için Yasa’nın 5.maddesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Yasası’na geçici 7. madde eklenmiş ve“Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır” denilmiştir.

Aynı değişiklik, gene 6459 sayılı Yasa ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 46.maddesinin 4.fıkrasına yukardaki aynı cümle eklenerek yapılmış; böylece Askeri İdare Mahkemesinde açılacak tazminat davalarında da, dilekçedeki miktarlar bağlı kalınmayıp, yargılama sırasında hesaplanacak tazminatın tamamının hüküm altına alınması olanağı sağlanmıştır.

b) Devlet ve kamu kurumlarının taşıtlarının karıştığı kazalarda görevli mahkeme

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun106.maddesine göre: “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.”

Özel Yasa'nın bu hükmüne göre, devlete ve kamu yönetimlerine ait araçlar bir trafik kazasına karışmışlarsa, bunlar hakkında, başka kişiler ve sigorta şirketleriyle birlikte tümü hakkında açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme "asliye hukuk mahkemeleri"dir.

c) Özel hukuk hükümlerine göre kurulan Devlet ve kamu tüzel kişilerine karşı açılacak davalarda görevli mahkemeler

aa) Kamu tüzel kişileri, Medeni Yasa'nın 55.maddesine göre, özel hukuk alanındaki örgütlenmeleri dışında, kamu hukukuna ilişkin yasalara bağlı olduklarından, kamu alanına giren eylem ve tasarruflarından dolayı, idareye karşı “çalıştıran” sıfatıyla Türk Borçlar Kanunu 66.maddesine (önceki BK.55.maddesine) dayanılarak dava açılamayıp, devlet memurunun ve kamu görevlisinin hizmet kusuru sayılabilecek bir tasarruf veya eylemi nedeniyle üçüncü kişiler zarar görürlerse, görevlilere karşı adli yargıda değil, yalnızca devlete karşı Anayasa’nın 125/5. ve 40/2. maddeleri gereği İdari Yargı'da dava açılabilir ise de, eğer Devlet ve kamu tüzel kişileri "özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere kurulmuşlarsa", eylem ve işlemlerine karşı açılacak davalarda İdari Yargı "değil, Adli Yargı görevli olacaktır.

bb) Bunun yasal dayanağı, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 16/1.maddesi (önceki 6762 sayılı TTK. 18/1. maddesi) olup, madde hükmüne göre:

"Kendi kuruluş kanunları gereğince, özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, İl Özel İdaresi, Belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar “tacir” sayılırlar."

Bu şekilde kurulmuş olan Devlet ve kamu kuruluşları, üçüncü kişilere karşı, özel hukuk tüzel kişisi gibi, organ durumunda olan görevlilerin haksız eylemlerinden dolayı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 49. ve 50. maddelerine ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 49. maddesine (önceki BK.41) göre, suç sayılır eylemleri söz konusu ise TCK. hükümlerine göre sorumlu olurlar.

Ayrıca, kamu tüzel kişileri, çalıştırdıkları personelin üçüncü kişilere verdikleri zararlardan dolayı TBK.66.maddesi (BK.55) gereği; iş ilişkisine girdikleri gerçek ve tüzel kişilere karşı TBK.m.116 (BK.m.100) gereği yardımcı kişilerden dolayı, tıpkı özel hukuk tüzel kişileri gibi sorumlu olurlar.

cc) Yukardaki açıklamalara göre:        

Devlet, İl Özel İdaresi, Belediye, köy ve ticari amaç taşımayan kamu kurumları personelinin ölüme veya bedensel zarara neden olmaları durumunda, haklarında "çalıştıran" sıfatıyla "Asliye Hukuk Mahkemesinde" dava açılacaktır. 

Eğer kamu kurum ve kuruluşu "ticari amaçla" kurulmuşsa ve Türk Ticaret Kanunu'na göre "tacir" sayılıyorsa, o zaman "Ticaret Mahkemeleri" görevli olacaktır.

d) Karayolları İdaresi'nin sorumluluğunda farklı düzenleme

6100 Hukuk Yargılama Yasası’nın ilk şeklinde, Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen 3.maddesine "ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle" tazminat davalarının, İdari Yargı’da değil, yalnızca Adli Yargı'da (asliye hukuk mahkemelerinde) açılacağı hükmü konulurken, buna koşut olarak, 6099 sayılı Yasa’nın 14.maddesiyle değiştirilen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110.maddesi iptal edilmemiş olup, halen yürürlüktedir. 

Buna göre, ölümlü ve yaralanmalı trafik kazasının meydana gelmesinde hizmet kusuru da olsa (örneğin Karayolları İdaresi’nin yol ve alt yapı kusurları gibi) kişilere karşı adli yargıda, idareye karşı idari yargıda ayrı ayrı dava açılmasına gerek olmayıp, ortaklaşa ve zincirleme kusur ve sorumluluk esasına göre, (Karayolları ile birlikte) hepsi hakkında asliye hukuk mahkemesinde dava açabilme olanağı bulunmaktadır.

II- YETKİLİ MAHKEME

1- Genel yetkili mahkeme

Önceki 1086 sayılı Yasa’da olduğu gibi, 6100 sayılı Hukuk Yargılama Yasası’nın 6.maddesine göre de  “Genel yetkili mahkeme, davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.”

Yerleşim yeri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre belirlenir. Yasanın ilgili maddelerine göre:

a) Yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olmaz. (m.19)

b) Bir yerleşim yerinin değiştirilmesi yenisinin edinilmesine bağlıdır. Önceki yerleşim yeri belli olmayan veya yabancı ülkedeki yerleşim yerini bıraktığı halde Türkiye’de henüz bir yerleşim yeri edinmemiş kimsenin halen oturduğu yer, yerleşim yeri sayılır. (m.20)

c) Bir öğrenim kurumuna devam etmek için bir yerde bulunma ya da eğitim, sağlık, bakım veya ceza kurumuna konulma, yeni yerleşim yeri edinme sonucunu doğurmaz.(m.22)  

d) Tüzel kişinin yerleşim yeri, kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunmadıkça işlerinin yürütüldüğü yerdir. (m.51)

2- Yerleşim yerleri ile ilgili diğer maddeler

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, yukarda açıklanan 20 ve 22’inci maddelerine koşut olarak, 6100 sayılı Hukuk Yargılama Yasası’nın 8.maddesinde bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak davalarda ve 9.maddesinde Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlara karşı açılacak davalarda yetkili mahkemenin neresi olacağına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. 

3- Davalının birden fazla olması halinde yetki

6100 sayılı Hukuk Yargılama Yasası'nın 7.maddesine göre:

(1) Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. Ancak, dava sebebine göre kanunda, davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesinde bakılır.

(2) Birden fazla davalının bulunduğu hâllerde, davanın, davalılardan birini sırf kendi yerleşim yeri mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı, deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ilgili davalının itirazı üzerine, onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik kararı verir.

 

Bu madde üzerinde bir parça durmak istiyoruz. Şöyle ki:

Önceki 1086 sayılı HMUK. 9.maddesi 2.fıkrası da yukardaki 2’nci fıkra gibi idi ve trafik kazaları nedeniyle 2918 sayılı KTK’nun 110.maddesine dayanılarak sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinde dava açıldığı zaman, diğer sorumlular (işleten ve sürücü) yetki itirazında bulunmakta ve mahkemeler bu konuda karar vermekte zorlanmakta idiler. Ancak genellikle  sigortacı dışındaki davalıların (işleten ve sürücünün) yetki itirazları reddediliyordu. Biz bu ret kararlarına katılıyoruz. Çünkü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110.maddesi salt trafik kazalarına özgü özel bir hükümdür. Bilindiği gibi özel hükmün önceliği vardır. Bu konuya, aşağıda “haksız fiillerden doğan davalarda yetkili mahkeme” başlıklı 16. maddeyi incelerken yeniden döneceğiz.

4- Sözleşmeden doğan davalarda yetki

Madde: 10-Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.

a) 6100 sayılı Yasa’nın bu maddesi, önceki 1086 sayılı Yasa’nın 10.maddesinden farklı olup, önceki maddede davalının veya vekilinin dava tarihinde orada bulunması halinde “sözleşmenin kurulduğu” yerde de dava açılabilmekte idi. Ancak, bu yetki kuralının işlerlik kazanabilmesi için dava açılmadan önce, davalı ya da vekilinin sözleşmenin kurulduğu yerde bulunduğunu araştırıp tespit etmek zorunluluğu vardı. Bu durumu tespit etmek de, davacı açısından oldukça zordur. O nedenle, sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesinin yetkisine, uygulama alanı bulamadığından, bu maddede yer verilmemiştir.

1086 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine koşut olarak, sözleşmenin ifa yeri mahkemesi özel yetkili mahkeme olarak korunmuştur.

b) Sözleşmelere ilişkin 10.madde kesin bir yetki kuralı içermeyip “sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de” dava açılabileceği açıklandığına göre, davacı, Yasa’nın 6.maddesindeki genel yetki kuralına dayanarak (sözleşme ilişkisi içinde bulunduğu) davalının yerleşim yeri mahkemesine de başvurabilecektir.

c) Sözleşmeden doğan davalarda yetkili mahkeme konusu, yolcu taşımada önemli olduğundan aşağıda ayrı bir bölümde ele alacağız.

5- Yolcu taşımada yetkili mahkeme

Yolcu taşımada yetkili mahkeme konusunda, yolcunun seçimlik hakkı vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

- Sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi (Biletin kesilip, yolculuğun başladığı yer)

- Sözleşmenin yerine getirileceği yer mahkemesi (Yolcunun gideceği yer)

- Taşımacının şubesinin bulunduğu yer mahkemesi,

- Taşımacının yerleşim yeri mahkemesi,

- Taşımacı dışında başka sorumlular da varsa, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesi. 

- Taşıma sigortasını yapan sigortacının merkez veya şubesinin, sigorta sözleşmesini yapan acente­nin bulunduğu yer mahkemesi (4915 sayılı Karayolu Taşıma K.m.25)

6- Şubeler ve tüzel kişilerle ilgili davalarda yetki

a) 6100 sayılı HMK. 14.maddesi 1.fıkrasına göre "Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir."                

Maddenin gerekçesinde açıklandığı üzere, bir merkeze bağlı olan şube ile işlem yapan kişi, şube ile yapılan işlemden dolayı merkeze karşı dava açması gerekirse, bu davayı merkezin bulunduğu yerde açabileceği gibi, ayrıca şube ile işlem yapan kişiye kolaylık olmak üzere, şubenin bulunduğu yerde de, merkeze karşı dava açılabilecektir. 

b) Bu konuda, 2918 sayılı KTK’nun 11.01.2011 gün 6099 sayılı Yasa ile değişik 110.maddesi 2.fıkrasında da benzer bir düzenleme yer almış olup “Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir” denilmiştir.

7- Sigorta sözleşmelerinden doğan davalarda yetki

Madde: 15- (1)Zarar sigortalarından doğan davalar, sigorta, bir taşınmaza veya niteliği gereği bir yerde sabit bulunması gereken yahut şart kılınan taşınıra ilişkinse, malın bulunduğu yerde; bir yerde sabit bulunması gerekmeyen veya şart kılınmayan bir taşınıra ilişkinse, rizikonun gerçekleştiği yerde de açılabilir.

(2) Can sigortalarında, sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhine açılacak davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.

(3) Bu hüküm deniz sigortalarından doğan davalarda uygulanmaz.

Yukardaki yasa hükmüyle ilgili şu değerlendirme ve açıklamaları yapacağız: 

a) Maddenin tümündeki sigortalar ile zorunlu sigortalar birbiriyle karıştırılmamalıdır. Çünkü “zorunlu sigortalara” ilişkin yetki kuralları özel yasalarında ayrıca düzenlenmiş olup, onlara bu yasanın 14.maddesi uygulanamaz. 6100 sayılı Hukuk Yargılama Yasası’nın 5.maddesi hükmü de bunu gerektirmektedir. Önceki 1086 sayılı Yasa’nın 24.maddesinde olduğu gibi, yeni Yasa’nın 5.maddesinde de bu yasanın yetkiye ilişkin hükümlerinin “diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere” uygulanacağı açıklanmıştır. 

b) Bu konuda 2918 sayılı KTK’nun 110.maddesi 2.fıkrası özel bir hüküm olup, Yasa’nın 91 ve sonraki maddelerinde yer alan Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortasını yapan sigortacı hakkında açılacak davalar için yetki kuralı konulmuş ve şöyle denilmiştir:

“Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.”

c) Aynı biçimde 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 18.maddesindeki  “Zorunlu Karayolu Taşımacılık Mali Sorumluluk Sigortası ile Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nin 48.maddesinde yer alan “Karayolu Yolcu Taşımacılığı Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigortası” ile ilgili olarak doğrudan sigortacıya karşı açılacak davalarda da yetkili mahkeme, 4925 sayılı 

Karayolu Taşıma Kanunu’nun 25.maddesine göre "sigorta şirketinin veya şubesinin, sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemesi" olacaktır.

8- Haksız fiilden doğan davalarda yetki

Madde: 16- (1) Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

a) Maddenin gerekçesinde şu açıklamalar yapılmıştır:

“1086 sayılı Kanunun 21 inci maddesinde yer alan haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinin yetkisi, tekrar gözden geçirilip, kapsamı biraz daha genişletilerek, yeniden düzenlenmiştir. Öncelikle, haksız fiilden doğan dava, haksız fiilin işlendiği yerde açılabilecektir. Uygulama ve doktrinde oluşan görüşler dikkate alınarak, ayrıca, haksız fiilin işlendiği yer ile, zarar farklı bir yerde gerçekleşmişse, zararın gerçekleştiği yerde de dava açılabileceği, hükümde belirtilmiştir. Özellikle, yabancı hukuk sistemlerindeki gelişmelere paralel olarak, muhtemel zarar yeri mahkemesi de yetkili kılınmış, henüz bir zarar meydana gelmeden "zararı önleme amacı" ile açılacak davalar için yetkili mahkeme açıkça gösterilmiştir. Haksız fiilin işlendiği yerin Türkiye dışında olduğu hallerde, bu yetki kuralı özellikle önem arz edecektir.

b) Adalet Komisyonu değişiklik gerekçesi de şöyledir:

“Tasarının 21 inci maddesinin görüşmeleri sırasında, haksız fiilden doğan davalarda, maddede yazılanların yanı sıra, zarar görenin yerleşim yerinin de yetkili olmasının sağlanması amacıyla aşağıdaki gerekçelerle verilen önerge kabul edilmiş ve madde teselsül nedeniyle 22 nci madde olarak kabul edilmiştir.

Haksız fiilden doğan davalarda haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yerde davanın açılmasına ilişkin kural bazen zarar gören açısından külfet oluşturabilecek niteliktedir. Karşılaştırmalı hukuktaki örnekler de dikkate alınarak haksız fiilden doğan davalarda zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili hâle getirilmesinin işin niteliğine daha uygun olacağı düşünülerek maddeye "ya da zarar görenin yerleşim yeri" ibaresi eklenmiştir. Bu çerçevede, zarar gören, somut olarak doğmuş bir zarar üzerine kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği gibi, henüz somut şekilde gerçekleşmemesine rağmen, zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu durumlarda da bu yetkiden yararlanabilecektir. Örneğin, kişi hakkında yapılacak bir yayının kişilik haklarına zarar verebileceği durumlarda, kişinin yerleşim yerinde dava açabilmesi, henüz doğmamış zararın gerçekleşme ihtimalini önleyebilecek, bu yönde hak aramayı kolaylaştıracaktır. Haksız fiilin, hukukî işlemden farklı olarak fiil olması sebebiyle, özellikle mağdur olan açısından, bir irade veya önceden planlama söz konusu değildir. Kişi, öngöremediği bir zarar ve zarar tehlikesi altında olduğuna göre, zararı verenin veya zararın gerçekleştiği yer mahkemesinin dışında kendi yerleşim yerinde dava açabilmesi, onun hak aramasını kolaylaştıracaktır."

c) Zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili olacağına ilişkin düzenleme üzerinde durmak ve bazı kaygılarımızı dile getirmek istiyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki, “zarar görenin yerleşim yerinin” de yetkili kılınması,  özellikle yayın yoluyla kişilik haklarına verilen veya verilmesi olası zararlar nedeniyle açılacak davalar için düşünülmüştür. Gerekçenin son paragrafındaki açıklamalardan bunu anlıyoruz. Oysa, önceki Yasa’da bulunmayan bu eklemeye hiç gerek yoktu. Çünkü bugüne kadarki uygulamada, görsel yayının ulaştığı veya gazetenin, derginin satıldığı yer “haksız fiilin işlendiği yer” sayılıyor ve buralarda dava açılabiliyordu.

Zarar görenin “yerleşim yeri” mahkemesinin de yetkili kılınmasının, aşağıda vereceğimiz somut örneklerde görüleceği üzere, bazı sakıncalar doğuracağı; taraflar arasındaki dengeyi bozacağı ve davalıların savunma olanaklarının aşırı zorlaştırılacağı kaygısını taşıyoruz.  Eğer davacı her tür olayda kendi “yerleşim yeri” mahkemesinde dava açmaya kalkışırsa şu gibi durumlar ortaya çıkabilecektir: 

İstanbul’daki bir hastanede tedavi görürken, hekim ve hastane hatası sonucu ölen kişinin yakınları veya sakat kalan kişi, Anadolu’nun çok uzak bir ilçesindeki yerleşim yerine gidip orada dava açabilecektir.

Trabzon’da saldırıya uğrayan kişi, gidip memleketi Antalya’da dava açabilecektir.

Van’daki trafik kazasına ilişkin dava, zarar görenin yerleşim yeri olan Ayvalık’ta görülecektir.    

Daha başka örnekler de verebiliriz. Şimdi bu örneklere bakarak, her olayda “yerleşim yeri” mahkemesinde dava açılmasının doğru olup olmadığı ve ne gibi sakıncalar doğuracağı üzerinde durulup düşünülmelidir.

 


[1]      Yasa’nın 1.maddesine ilişkin Hükümet Gerekçesi

[2]      Yargıtay 17.Hukuk Dairesi'nin 15.02.2013, E.2013/702-K.2003/1676 sayılı, 18.03.2013, E.2013/3064-K.2013/3616 sayılı ve 28.03.2013, E.2013/3377-K.2013/4482 sayılı kararları.

[3]      Doç.Dr. Cevdet İlhan Günay, İş Mahkemeleri Kanunu Şerhi, 2000, Yetkin Yayını, sf.65

[4]      Bu karardan on yıl önceki bir başka kararda da aynı görüş yer almış ve şöyle denilmiştir: “İş yargılaması özel bir yargılama olduğu için işçi ile birlikte kusurlu olan ve arada hizmet akdi ilişkisi bulunmayan kişiler hakkındaki dava da iş mahkemesinde görülür.” (9.HD. 27.09.1999, E.1999/15426 K.1999/14542)  

[5]      Yargıtay 9.HD. 5.11.2001 E.2001/17847 K.2001/17276 sayılı, 9.HD. 26.02.2001,  E.2001/3142 K.2001/3394 sayılı kararları.

[6]      Yargıtay 13.HRD 28.4.2008 gün E.2008/344 K.2008/5712 sayılı kararında "Tüp patlaması sonucu ölüm nedeniyle tazminat davasında Tüketici Mahkemesi görevlidir, demiş iken, kısa sürede bu yanlışından dönmüştür.