ÖZET:
1) Tüketiciyi Koruma Yasası’nın temel amacı, öncelikli olarak tüketicinin “sağlık ve güvenliği” yönünden beslenme, giyim, barınma gibi temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını güvence altına almak; bu ihtiyaçların karşılanması sırasında sömürülmesini önlemek; insanları besleyen bitki ve hayvan türlerinin azalması, genetik yapılarının değiştirilmesi, besinlerin zararlı ürünler haline getirilmesi sonucunu doğuran çevresel tehlikelerden tüketiciyi korumak olmalıdır.
6502 sayılı Yasa’nın “amaç” başlıklı 1.maddesi gereği, yukarda belirtilen hususlarda çözümler üretmek yerine, abartılmış ve yasanın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımında art arda sıralanan sözleşmelerden hangilerinin Tüketici Mahkemelerinin görev alanına girmesi gerektiğine ilişkin sonu gelmez yorumlar ve tartışmalar yapılmakta; tüketiciyi korumada asıl önemli olan temel ve yaşamsal konular üzerinde hiç durulmamaktadır. Oysa tüketici günlük yaşamında en çok beslenme ile ilgili alışverişler yapmakta; doğal yapısı değiştirilmiş, katkı maddeli, hormonlu, sağlıksız koşullarda üretilmiş gıdalardan, nişasta bazlı şekerden, zehirli kimyasallardan, aflatoksinli tarım ürünlerinden zarar görmektedir. Ancak ne var ki bu konular yeterince işlenmediği, yoğun bir belirsizliğe gömüldüğü ve tüketici bilgilendirilmediği için dava konusu edilememektedir.
2) Tüketici Mahkemelerinin görevleri, tüketicinin olağan ihtiyaçları için salt kullanma ve tüketme amacıyla satın alıp, kısa veya uzun süre kullandıktan sonra “tükettiği” mallardaki ve satın aldığı hizmetlerdeki “ayıplar” ile sınırlandırılmalıdır. Görev alanları, Yasa’nın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımına göre değil, “tüketici” ve “tüketme” kavramlarına ve Yasa’nın 1.maddesinde açıklanan amaçlara göre belirlenmelidir.
3) Yasadaki "tüketici işlemi" tanımı olabildiğince dar yorumlanmalı; her sözleşme türünün konularına ve hukuksal ilişkilerin özelliklerine göre, hangilerinin Tüketici Mahkemesinin, hangilerinin genel veya özel mahkemelerin görev alanına gireceği ayrı ayrı saptanmalıdır. Her hukuki işlem ve her sözleşme “tüketim” sonucu doğurmadığına göre, hangi hukuki işlemlerin tüketim (kullanma, tüketme, hizmet) niteliği taşıdığı kesin biçimde belirlenmelidir. Tüketici işlemi tanımının geniş yorumu, yasadan beklenen yararları işlevsiz kılar ve Tüketici Mahkemelerinin uzmanlık mahkemeleri niteliğini ortadan kaldırır.
I- KONUYA GENEL BAKIŞ
1- Tüketici Yasası’nın temel işlevi ne olmalıdır
Hukukça korunması gereken en yüce hak "yaşama hakkı" ve bunun özelinde "sağlıklı yaşama hakkı" olmasına göre, tüketiciyi korumak için yürürlüğe konulan yasaların temel amacı, öncelikli olarak insanların beslenme, giyim, barınma gibi temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını güvence altına almak olmalıdır.
Ama nedense, gerek önceki ve gerekse yeni yasa ile ilgili yazılarda, yayınlanan kitaplarda ve toplantılardaki konuşmalarda tüketicinin başta beslenme konuları olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçları üzerinde pek az durulmakta, hatta hiç durulmamaktadır. Genellikle yazılanlar ve konuşulanlar bir takım sözleşme türlerinin yasa kapsamında ve tüketici mahkemelerinin görev alanı içinde olup olmadığı üzerinedir.
Oysa tüketici günlük yaşamında en çok beslenme ile ilgili alışverişler yapmakta; doğal yapısı değiştirilmiş, katkı maddeli, hormonlu, sağlıksız koşullarda üretilmiş gıdalardan, nişasta bazlı şekerden, kanserojen içeren ürünlerden, zehirli kimyasallardan, aflatoksinli tarım ürünlerinden zarar görmektedir. Ancak ne var ki bu konular yeterince işlenmediği, yoğun bir belirsizliğe gömüldüğü ve tüketici bilgilendirilmediği için dava konusu edilememektedir.
Biz, tüketicinin korunması ve tüketici mahkemelerinin görevleri konusunda, sağlık ve beslenme konularına dikkati çekmek istiyoruz.
2- Tüketici yasaları, tüketiciyi koruyabilmekte midir ?
a) Önceki 4077 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 1995 yılından bu yana geçen onsekiz yıllık ve 6502 sayılı yeni Yasa’nın yürürlüğe girdiği 2013 yılından bu yana geçen dört yıllık, toplam yirmi yılı aşkın sürede tüketici ne kadar korunabilmiştir, ne kadar korunabilmektedir ?
b) Bugüne kadar sağlıksız beslenmenin önü alınabilmiş midir? Ürün Yasası’nın 5.maddesinde “Üretici, piyasaya güvenli ürünler sürmek zorundadır” denilmesine; Biyogüvenlik Yasası’nın 3 ve 5.maddelerinde (10) bent halinde GDO’lu ürünlerin zararları sayılmasına; nişasta bazlı şekerin ölümcül bir zehir olduğu, diyabet, kalp, siroz, kanser gibi hastalıklara yolaçtığı, Avrupa ülkelerinde yasaklandığı bilim çevrelerince sürekli dile getirilmesine; hormonlu ve antibiyotik içeren et ve süt ürünlerinin, katkı maddeli ve sağlıksız koşullarda üretilmiş besinlerin, zehirli kimyasallardan arındırılmamış aflatoksinli tarım ürünlerinin satışa sunulmasına; kanserojen içeren gıda, giyim eşyası, kozmetik gibi ürünlerin, hatta ilaçların, bebek mamalarının, okul araç ve gereçlerinin, oyuncakların ithal edilip satılmasına karşın,
Bütün bu zararlı ürünlerden kimse söz etmemekte, önlem alınmasını istememekte, bu konuda dava konuları yaratılmamaktadır. Tüketici Yasası’nın asıl konuları bunlar olmalı değil midir ?
c) Anayasa’nın 56.maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” ve 172.maddesinde “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır” denilmesine göre, tüketicinin korunmasında asıl sorumlu Devlettir. Sağlığa zararlı ürünlerin piyasaya sürülmesine göz yuman, ithal edilmelerine izin veren; sağlık hizmetlerini gereği gibi ve yeterince yerine getirmeyen Devlet hakkında dava açılabileceği; özellikle sağlığa zararlı ürünlerden zarar görenlerin Devletin ilgili kurumlarını da dava edilebileceği, nedense hiç akla gelmemektedir. Yukarda sayılan sağlığa zararlı ürünleri üreten, ithal eden ve satan kişileri önleyecek olan Devletin ilgili birimleridir. Satıcı, üretici, ithalatçı ile uğraşmak yerine, ürünlerden zarar görüldüğü, bu yüzden gene yukarda sayılan hastalıklardan birine yakalanıldığı kanıtlanmak koşuluyla, doğrudan Devlete karşı dava açılabileceği düşünülmeli, bu tür davalar denenmelidir.
3- Yasa’nın uygulama alanının genişletilmesi doğru olmamıştır.
Tüketici Yasası'nın amacının ve uygulama alanının, öncelikli olarak tüketicinin “sağlık ve güvenliği” yönünden beslenme, giyim, barınma gibi temel yaşamsal ihtiyaçları ve olağan yaşam koşullarında kullandığı ürünler ve yararlandığı hizmetler ile sınırlandırılması gerekirken, “tüketici işlemi” tanımı içinde art arda sıralanan ve "...benzeri sözleşmeler" denilerek sınır konulmayan her türlü sözleşmelerin yasa kapsamına alınması, Tüketici Mahkemelerinin uzmanlık niteliğini yitirip, asliye hukuk mahkemelerinin yerini almaları sonucunu doğuracaktır. Bunun önlenmesi için, “tüketici işlemi” tanımı abartılmamalı ve titiz bir konu ayıklaması yapılmadan, çeşitli sözleşme türlerinin tüketici mahkemelerinin görev alanına girdiğini ileri sürmekten vazgeçilmelidir.
II- GÖREVLİ MAHKEME NASIL BELİRLENMELİ
1- Yeni Yasa'nın geniş yorumu yanlış ve yanıltıcıdır 6502 sayılı Tüketici Yasası'nın yayınlanmasından bu yana geçen sürede, yasadaki "tüketici işlemi" tanımına bakılarak yapılan aşırı yorumlarla, tüketici hakları abartılmış; Yasa'nın uygulama alanını alabildiğine genişleten, (bizce yasa koyucunun amacını aşan) Tüketici Mahkemelerini uzmanlık mahkemeleri olmaktan çıkarıp, genel mahkemeler gibi, birbirinden farklı dava konuları içinde boğulmaları ve temel işlevlerini yitirmeleri sonucunu doğuracak bir uygulamanın kapısı açılmıştır.
Bu yanlış ve yanıltıcı yorumlar yüzünden, bazı mahkemeler ivedi davranarak, kendi görev alanlarına giren davaları, görevsizlik kararlarıyla Tüketici Mahkemelerine göndermeye başlamışlardır. Halen Yargıtay kararlarıyla bir sınır çizilmeye çalışılmakta ise de, henüz kesin ve tutarlı bir sonuca varılmış değildir.
2- Mahkemelerin görev alanı, Yasa’nın amacına göre belirlenmelidir.
Bizce mahkemelerin görev alanları, “tüketici işlemi” tanımına göre değil, “tüketici” “tüketme”kavramlarına ve yasanın “amacına” göre belirlenmeli; “tüketici” kavramı da abartılmamalı; ticari ve mesleki amaç dışında da olsa, her mal ve hizmet alan “tüketici” sayılmamalıdır.
Önceki 4077 sayılı yasada olduğu gibi, yeni 6502 sayılı Yasa'nın “amaç” başlıklı 1.maddesine göre:
"Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak..."tır.
Bu hükme göre, Yasa’nın amacını belirlerken şu tespitleri yapabiliriz:
a) Tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunmasının anlamı, temel yaşamsal ihtiyaçlar için satın alınan malların ve hizmetlerin, (özellikle beslenme ile ilgili ürünlerin) sağlığa zararlı olmaları durumunda, gereken önlemlerin alınması; “ayıplı maldan” ve “ayıplı hizmetten” koruma amaçlı yaptırımların uygulanması biçiminde anlaşılmalıdır.
b) Ekonomik çıkarların korunmasından amaç, mal ve hizmet alımlarında tüketicinin aldatılmasını, sömürülmesini, fazla bedel ödemesini; ayıplı mal ve ayıplı hizmet durumlarında zarara uğratılmasını önlemek olmalıdır.
c) Tüketicinin çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri alma konusu üzerinde, nedense, hiç durulmamaktadır. Oysa yasadaki bu amaç, çok önemli ve Çevre Kanunu, Biyogüvenlik Kanunu, Ürün Kanunu gibi sağlık ve yaşam kaynaklarına ilişkin yasal düzenlemelerle bağlantılıdır. Ayrıca bu konuda Anayasa’nın 56.maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” denildiği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Çevreyi oluşturan ve yaşam koşullarını sağlayan dünyamızın havası, suyu, toprağı, gökleri, denizleri, yer altı ve yerüstü yapısı, bitki örtüsü, insan, hayvan, canlı, cansız varlıkları gibi unsurlarının fiziksel, kimyasal, biyolojik yapılarının bozulması ve kirletilmesi, insanları besleyen bitki ve hayvan türlerinin azalması, genetik yapılarının değiştirilmesi, besinlerin zararlı ürünler haline getirilmeleri sonucunu doğurmakta; bu yüzden insan sağlığı bozulmaktadır.
Çevre Kanunu’nun 9.maddesinde: “Doğal çevreyi oluşturan biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliğinin sağlanması ile bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunması esas olup, mevzuata aykırı biçimde ticarete konu edilmeleri yasaktır” denilmiş; Biyogüvenlik Kanunu’nun 3.maddesi 5.bendinde “GDO ve ürünlerinin insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi, çevrenin ekolojik dengesinin ve ekosistemin bozulmasına neden olması, biyolojik çeşitliliğin devamlılığını tehlikeye düşürmesi gibi tehlikelerden sözedilmiş; Yasa’nın 14.maddesinde “GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerde bulunanların, (izin almış olsalar dahi) insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanmasına karşı oluşan zararlardan sorumlu oldukları” açıklanmış; Ürünlere İlişkin Kanun’un 5.maddesinde de “Üretici, piyasaya güvenli ürünler arz etmek zorundadır” denilmiş olmasına göre,
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “amaç”ları arasında yer alan, ama nedense üzerinde pek durulmayan “tüketicinin çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri alma” konusu işlenmeli, geliştirilmelidir.
3- Görev sınırı belirlenirken “tüketici” kavramı üzerinde durulmalıdır.
a) Tüketici mahkemelerinin görev alanları belirlenirken, Yasa’nın “amacının” yanı sıra “tüketici” ve “tüketme” kavramları üzerinde durulmalıdır.
Tüketici kimdir, neyi tüketir, nasıl, hangi amaçla tüketir? Bir kimsenin günlük yaşamında zorunlu olan veya olmayan her ilişki, her alıp verme olayı bir "tüketici işlemi" midir? Her ilişki, her hukuki işlem tüketim sonucu doğurmadığına göre, hangi ilişkilerin ve hukuki işlemlerin tüketim (kullanma, hizmet) niteliği taşıdığının kesin biçimde belirlenmesi gerekir. Bu konuda bizim önerdiğimiz ayırt edici ölçü, “olağan ve yaşamsal ihtiyaçlar” için mal veya hizmet satın alınmış olmasıdır.
b) Yasada tüketici “ticari veya mesleki amaçla hareket etmeyen” olarak tanımlanmış olup, burada takıldığımız ve eksik bulduğumuz nokta, ticari veya mesleki amaç dışında satın alınan her mal veya hizmetin “tüketme, kullanma” amacı taşımadığının dikkate alınmamış olmasıdır. Örneğin,“tüketici işlemi” tanımı içinde yer alan vekalet sözleşmesini yapan her kişi “tüketici-hizmet alıcısı” olarak mı nitelenecektir ? Avukatlara vekalet veren her kişi, Tüketici Yasası anlamında “hizmet alıcısı” mıdır ? Suç işleyen, öldüren, yaralayan, çalan, gaspeden vb. “tüketici-hizmet alıcısı” mıdır ? Satım sözleşmesinde satın alan, eser sözleşmesinde ısmarlayan ya da iş yaptıran, sigorta sözleşmesinde her sigorta yaptıran bankaya her para yatıran vb. kişiler, “ticari veya mesleki amaçla” hareket etmemiş olsalar dahi, tüketim amacı dışında başka amaçlarla hareket etmiş olamazlar mı?
4- Yasa’nın görevle ilgili maddesi hakkında
a) 6502 sayılı Yasa’nın görevle ilgili 73.maddesi 1.fıkrasında “Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir” denilmiş olup, görevli mahkeme belirlenirken “tüketici işlemi” tanımının dar yorumlanması gerektiğini; temel ölçünün olağan ve yaşamsal ihtiyaçlarla sınırlandırılmış “tüketici” kavramı olduğunu; mal veya hizmet alanın “tüketim amacı” taşıyıp taşımadığına bakılması; satıcı/sağlayıcı ile tüketici arasındaki ilişkinin nitelemesinin doğru yapılması gerektiğini yukardaki bölümlerde birkaç kez açıklamıştık.
Özetle, Tüketici Mahkemelerinin görevleri, tüketicinin olağan ve temel yaşamsal ihtiyaçları için satın alıp, kısa veya uzun süre kullandıktan sonra “tükettiği” mallardaki ve satın aldığı hizmetlerdeki “ayıplar” ile sınırlandırılmalıdır. Görev alanları, Yasa’nın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımına göre değil, “tüketici” kavramına göre belirlenmelidir.
b) Ayrıca, satın alınan mal ve hizmet “ayıplı” olmayıp, 6502 sayılı yasadaki sözleşme türleri dışında, tarafların başka yasalarda düzenlenmiş sözleşmelere aykırı hareket etmiş olmaları durumunda, Tüketici Mahkemeleri değil, uyuşmazlık konusu sözleşmenin yer aldığı yasaya göre belirlenecek olan mahkemeler görevli olmalıdır. Her ne kadar, 6502 sayılı Yasanın 83.maddesinde “Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez” denilmiş ise de, bizim anlatmak istediğimiz bu maddeyle ilgili değildir. Örneğin, eser sözleşmesi başka bir yasada (Borçlar Yasasında) düzenlenmiş ise de, satın alma yerine “ısmarlanan” maldaki ayıptan veya ücret uyuşmazlığından yada malın geç teslim edilmesinden dolayı tüketici mahkemesi görevli olacak; ancak, taraflardan biri sözleşmeye aykırı hareket etmişse, görevli mahkeme, uygulanacak yasa hükmüne göre belirlenecektir. Eser sözleşmesi örneğinde, ısmarlanan (sipariş edilen) ürünün yapımına henüz başlanmadan önce, kullanılacak malzeme, model ve ücret konularında anlaşmazlık çıkmış olup da, taraflardan biri sözleşmeden dönmüşse, artık tüketici mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesi görevli olmalıdır.[1]
c) Tüketici işlemi tanımından yola çıkılarak, satıcı ve sağlayıcının da, yükümlülüklerini yerine getirmeyen, örneğin mal veya hizmet bedelini ödemeyen “tüketiciye” karşı, tüketici mahkemesinde dava açabileceği baskın görüş ise de, böyle bir dava açıldığında, öncelikli inceleme konusu tüketicinin “hangi amaçla” mal veya hizmet aldığının araştırılması olmalı; eğer “tüketim, kullanım, yararlanım” amaçlı değilse, görevsizlik kararı verilmelidir.
5- Tüketici işlemi tanımı nasıl yorumlanmalı
a) İnsanlığın temel ihtiyaç maddesi olan besinler bir yana bırakılarak, 6502 sayılı Yasa’nın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımındaki sözleşme türlerinin, yanlış ve yanıltıcı yorumlarla Tüketici Mahkemelerinin görev alanı içine alınmak istenmesi, Yasa’nın anlam ve amacına aykırı düşmektedir.
b) Bir hukuki ilişkinin sadece 6502 Sayılı yasada düzenlenmiş olması, tek başına o işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın tüketici mahkemesinde görülmesini gerektirmez. Bir hukuki işlemin veya sözleşme türünün “tüketici işlemi” sayılabilmesi için taraflardan birinin mutlak surette “tüketici” niteliği taşıması; bu nitelik belirlenirken mal veya hizmet alanın “amacının” doğru ve kesin biçimde saptanması gerekir.[2]
Ayrıca “tüketici işlemi” tanımı, Yasa’nın 1.maddesinde belirtilen “amaç” doğrultusunda yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir. Bu amacın ne ve neler olduğuna, olması gerektiğine ilişkin ayrıntıları yukarda açıkladık.
c) Yasadaki (amacını aşan ve abartılan) "tüketici işlemi" tanımı olabildiğince dar yorumlanmalı; her sözleşme türünün konularına ve hukuksal ilişkilerin özelliklerine göre, hangilerinin Tüketici Mahkemesinin, hangilerinin genel veya özel mahkemelerin görev alanına gireceği ayrı ayrı saptanmalıdır.
d) Tüketici Mahkemelerinin görev alanı yönünden yanlış ve yanıltıcı yorumlara, kafa karışıklığına neden olan “tüketici işlemi” tanımı bizce değiştirilmeli; “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiler arasında kurulan ilişki” biçimini almalıdır.
e) Yasa’da “tüketici işlemi” tanımında art arda sayılan ve "...benzeri sözleşmeler" denilerek sınır konulmayan "her türlü sözleşmeleri" tek tek ele alıp kendi içlerinde bölümlendirmek suretiyle yapılacak ayrıştırma, hangi konuların Tüketici Mahkemelerinin görev alanına gireceği; hangi konuların genel veya özel mahkemelerin ya da idari yargının görev alanında kalacağı konusunda bizi doğru sonuçlara götürecektir.
Aşağıda bunu yapmaya çalışacağız. Ancak her tür sözleşmeleri değil, örnek olarak, ilgi alanımıza giren bazı sözleşmeleri ele alacağız.
III- SÖZLEŞME KONULARINA GÖRE
DEĞERLENDİRMELER
1- Genel olarak
a) Satın alınan mal veya hizmet ayıplı değilse, sözleşmeye aykırılıklarda, sözleşme şartlarının yerine getirilmemiş olması durumlarında, Tüketici Mahkemeleri değil, konusuna göre, asliye hukuk veya ticaret mahkemeleri görevli olmalıdır. Örneğin, satım sözleşmesinde satın alınan ve eser sözleşmesinde ısmarlanan mal “ayıplı” olmamakla birlikte, sözleşmelere aykırı davranılmışsa, dava genel mahkemelerde görülmelidir. Başka bir anlatımla, uyuşmazlıklar, ayıplı mal veya hizmetten değil de, karşılıklı borç ve yükümlülüklerin gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklanmışsa, genel mahkemeler görevli olmalıdır.
b) Tüketici işlemi tanımı içinde yer almakla birlikte, uyuşmazlıkların çözümü için özel hak arama yolları söz konusu ise,Tüketici Mahkemeleri değil, özel yargı yerleri görevli olacaktır. Örneğin, poliçe satan sigortacı ile satın alan kişi arasındaki uyuşmazlıklar, tüketici mahkemesinde değil, Sigorta Tahkim Komisyonunda çözümlenebilmektedir. Sağlık hizmeti sunan özel hastanelere karşı (ölüm ve bedensel zararlar dışındaki uyuşmazlıklarda) Tüketici Mahkemesinde dava açılabilirken, aynı sağlık hizmetini veren kamu hastanelerine karşı ancak “idari yargıda” dava açılabilmektedir.
c) Bir mal veya hizmetin, kişisel ihtiyaçlar dışında satın alınması halinde, satın alan kişiler “tüketici” kabul edilemez. Bir ticari veya mesleki faaliyette bulunmamakla birlikte, malvarlığını artırma, değer kazandırma, yatırım yapma, çeşitli kaynaklardan gelir elde etme gibi amaçlarla taşınır ve taşınmaz satın alanlar da “tüketici” olarak nitelenemez.
d) Sonuç olarak, Tüketici Mahkemelerinin görevleri, tüketicinin olağan ve temel yaşamsal ihtiyaçları için satın alıp, kısa veya uzun süre kullandıktan sonra “tükettiği” mallardaki ve satın aldığı hizmetlerdeki “ayıplar” ile sınırlandırılmalıdır. Görev alanları, Yasa’nın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımına göre değil, olağan ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama amacıyla mal ve hizmet alan “tüketici” kavramına göre belirlenmelidir.
2- Eser sözleşmelerinde
a) Kişiler satın almak yerine ısmarlama yoluyla eşya, aygıt, nesne edinmek istemişlerse, ısmarlanan nesnenin "ayıplı" üretilmesi durumunda, görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi olacaktır. Örneğin, hazır mobilya almak yerine istek ve ihtiyaca göre siparişte bulunulmuşsa, mutfakta değişiklik ve boya badana işi yaptırılmışsa, bir aracın kaportası yeniletilmişse, bütün bunlardaki ayıplardan dolayı Tüketici Mahkemesine başvurulacaktır.[3]
Bu konuda bir Yargıtay kararında “6502 Sayılı Kanun'un 3.maddesi 1.bendi ile tüketici işlemi kapsamına eser sözleşmeleri de alınmışsa da, yasa koyucunun salt kullanma ve tüketim amacıyla yapılan, basit nitelikteki, dar kapsamlı olağan tüketim işlemini konu alan eser sözleşmelerini 6502 sayılı yasa kapsamına aldığının ve tüketici mahkemesince bakılmasını öngördüğünün kabulü gerekir” denilmiştir.[4]
b) Buna karşılık kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde, iş sahibinin yatırımcı niteliği ağır bastığından ve tüketici sayılamayacağından, ayrıca bu tür sözleşmelerde iş sahibi ile yüklenici arasında karşılıklı haklar, borç ve yükümlülükler söz konusu olduğundan, genel mahkemeler görevli olacaktır. Çünkü, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde, arsa sahibi açısından güdülen amaç, kullanmak için konut edinmek değil, arsasını değerlendirmektir.
Yargıtay’ın, kat karşılığı inşaat sözleşmeleri hakkında verdiği kararlarda “6502 Sayılı Kanun'un 3/l bendi ile tüketici işlemi kapsamına eser sözleşmeleri de alınmışsa da, arsasına karşılık bağımsız bölüm alacak olan arsa sahibinin salt kişisel tüketim amacından söz edilemeyeceği, bu amacın tüketim ihtiyacını aştığı, Kanun'un 3/k maddesindeki "tüketici" tanımına uymadığı anlaşılmaktadır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, taşınmaz satış vaadi ve inşaat sözleşmesini birlikte kapsayan karma bir sözleşmedir. Bu sözleşmede arsa sahibinin tek amacı kullanmak için konut ihtiyacını gidermek değildir. Başlıca amaçlarından birisi de arsasına değer katacak yapının inşa edilmesidir. Bu durumda Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında bulunmayan uyuşmazlığın HMK’nun 2.maddesi uyarınca genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerekir” denilmiştir.[5]
Bir başka Yargıtay kararında da: “Taraflar arasındaki eser sözleşmesi, beş katlı binanın kalorifer tesisatının yapımı ve kazanın monte edilmesi için kurulmuş olup, davacının bu binadaki bazı daireleri kiraya vermek suretiyle gelir elde ediyor olmasına göre “tüketici” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, asliye hukuk mahkemesinin görevli olması gerekirken, davaya tüketici mahkemesinde bakılması doğru olmamıştır” denilmiştir.[6]
3- Satım sözleşmelerinde
a) 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 3.maddesindeki tanımlara göre, ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, salt kişisel ihtiyaçlar için kullanma ve tüketme amacıyla satın alınan mal ve hizmetlerdeki “ayıplardan” dolayı uyuşmazlıkların çözüm yeri Tüketici Mahkemeleri ise de, ticari ve mesleki amaçların yanı sıra, tacir veya meslek sahibi olmamakla birlikte, kullanma ve tüketim amacı dışında, taşınır veya taşınmaz malvarlığını artırmak veya onlara değer katmak, nakde dönüşebilen pahalı nesneler edinmek gibi amaçlarla satın alınan mallardan dolayı ve ayrıca genel olarak (mal ve hizmetteki ayıplar dışında) satım sözleşmelerine aykırı hareket etmekten doğan uyuşmazlıkların çözüm yeri genel mahkemeler olmalıdır.
Örneğin, oturma amacıyla satın alınan konut ve tatil amaçlı taşınmazlar Tüketici Yasası kapsamında ise de, belli bir meslek ve sanatın yapılması, üretimde kullanılması, kiraya verilmesi, ticari olarak kullanılması v.b gibi amaçlarla taşınmaz satın alınmışsa, satın alanlar tüketici sayılmayacaklarından, bu tür mal ve hizmet alımlarında Tüketici Mahkemeleri görevli olamaz. Bu gibi davalarda, öncelikle mal ve hizmet alanın “amacı” araştırılmalıdır.[7]
b) Her mal alan tüketici değildir; yatırım amaçlı taşınmaz alımlarından kaynaklanan uyuşmazlıkların genel mahkemelerde görülmesi gerekir. Taşınır alımları da, tüketim amaçlı değilse, Tüketici Yasasının konusu olmamalıdır. Örneğin koleksiyon amaçlı tablo, kitap, vazo, gümüş ve porselen eşya alımları, bir takım tarihsel ve geleneksel değeri olan ve müzayedede satılan eşyalar, eski model otomobiller vb. Bunları satın alan kişiler tüketici değillerdir. Ayrıca, tüketicinin satın aldığı mal ve hizmetler, temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama amacı taşımalı; malvarlığına değer katan satın almalar, örneğin, mücevherler, altın, gümüş ve değerli taşlardan oluşan takılar Tüketici Yasası kapsamında kabul edilmemeli, tüketici işlemi sayılmamalıdır.
c) Tüketici Yasası’nın “tüketici sözleşmeleri” bölümünde yer alan devre tatil ve tatil sözleşmeleri, mesafeli sözleşmeler, ön ödemeli konut satışları, paket tur ve abonelik sözleşmeleri, kuşkusuz, Tüketici Mahkemelerinin görev alanı içinde olup, zaten bunlar konumuz değildir.
4- Vekalet sözleşmelerinde
a) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 502.maddesi 1.fıkrasına göre “Vekâlet sözleşmesi, vekilin, vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” Yasa’nın 504.maddesi 1.fıkrasına göre de, vekâletin kapsamı “işin niteliğine göre” belirlenir. Burada Tüketici Yasası yönünden üzerinde duracağımız husus, vekâlet verenin yaptıracağı ve vekilin yapacağı “işin niteliği”dir.
b) Bir kimse, iki nedenle başkasına vekâletname verir:
Birincisi, iş yoğunluğu, zaman darlığı veya başka bir şehirde yada ülkede bulunması nedeniyle, “kişinin doğrudan kendisinin yapabileceği bazı işlerini vekile yaptırması”dır.
İkincisi, yasa gereği herkesin yapamayacağı işler için, “avukata vekâletname verilmesi”dir.
c) Birinci tür vekil atamalarında, genellikle bir taşınmaz veya taşınır satın alınması, tapuda işlem yapılması, noterde araba devri, bir işyerine ait işlerin yürütülmesi, gelirlerin toplanması, ücretlerin ödenmesi, vergilerin ve sigortaların yatırılması gibi işler söz konusu olup, vekil bu tür işler için üçüncü kişilerle ilişkiye girmektedir.
Bir işgörme sözleşmesi türü olan vekalet sözleşmelerinde, vekilin yapacağı “işlerin niteliğine” baktığımızda, vekillerin üstlendikleri işlerin tamamına yakınının vekalet verenin malvarlığına “değer katma” niteliğinde olduğunu görüyoruz. Yukardaki örneklerde, vekilin yapacağı işlerin bir bölümü, vekâlet verenin malvarlığına değer katma veya elden çıkarma amaçlı; bir bölümü de vekalet verenin doğrudan kendi yapacağı işleri vekile yaptırması niteliğinde olup, bunların hiç biri “tüketici işlemi” olarak nitelenemez.[8]
Birinci tür vekil atamalarına bir başka örnek de, işverenlerin yanlarında çalışan kişilere iş takibi için verdiği vekaletnamelerdir ki, bunlar İş Yasası veya Borçlar Yasası anlamında hizmet sözleşmeleri kapsamında olup, işveren-işçi arasındaki bu tür uyuşmazlıklar tüketici mahkemelerinin değil, iş mahkemelerinin konularıdır.
Eğer vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işler, Tüketici Yasası anlamında bir mal veya hizmet alımı niteliğinde ise, maldaki veya hizmetteki ayıptan dolayı, Tüketici Yasası’ndaki seçimlik hakları, vekâlet veren adına vekil kullanabilecektir.
Vekil, üstlendiği işleri gerçekleştirirken, vekâlet verenin talimatlarına aykırı hareket etmişse, yetkilerini aşmışsa ve görevini kötüye kullanmışsa, bu ayıplı hizmet değil, vekâlet sözleşmesine aykırı davranış olduğundan, Tüketici Mahkemeleri değil, asliye hukuk mahkemeleri görevli olmak gerekir.
d) İkinci tür vekil atamaları, yasa gereği kişinin kendi yapamayacağı işleri vekile yaptırmak zorunda olmasıdır ki, avukata verilen vekâletnameler bu türden olup, vekalet verenlerin hiç biri “tüketici” olarak nitelenemez. Avukat, Tüketici Yasası anlamında “hizmet sağlayıcı” değil, yasalara göre “savunma” yapacak olan “meslek sahibi”dir.
Avukata kimler vekâletname verir gözden geçirelim:
En başta suç işleyenler veya suçtan zarar görenler. Suç işleyenler katil, hırsız, dolandırıcı, kaçakçı, sahteci, uyuşturucu satıcısı, taksirle öldüren veya yaralayan, ırza geçen, işkence yapan, yasalara aykırı türlü işler yapanlar vb. bütün bunlar Tüketici Yasası anlamında “tüketici-hizmet alıcısı” olarak nitelenebilirler mi? Suçtan zarar görenler için de durum aynıdır.
Taşınmaz, miras, velayet, vesayet, boşanma, babalık, yaş düzeltme, ad ve unvan değiştirme gibi davalarda, alacak-borç ilişkilerinde, ticari davalarda vekâlet alan avukatlar, vekalet verenlere “hizmet sağlayıcı” değil, yasalar uyarınca işgören “meslek sahibi” konumundadırlar; yaptıkları işler de “hizmet” değil, yasalara göre “savunma”dır.[9]
Avukatlara verilen vekâletnamelerde, özellikle malvarlığına ilişkin davalarda “değer katma” veya malvarlığının eksilmesini önleme niteliği ağır basmaktadır. Suça ve haksız fiillere ilişkin davalarda ise savunma işi, asla Tüketici Yasası anlamında “hizmet verme” olarak nitelenemez. Avukat, müvekkilinin isteğini yerine getirmeye çalışsa da, ondan talimat almaz; yasalar neyi gerektiriyorsa, ona göre “savunma” yapar.
Bazı hukukçular, ısrarla avukatlık sözleşmelerini “tüketici işlemi” ve avukatları “sağlayıcı” olarak nitelemekte; avukat ile müvekkili arasındaki uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğunu; daha da ileri giderek “mesleki amaçla” hareket eden avukatın müvekkilinden ücret alacağı için açacağı davanın dahi Tüketici Mahkemesinde görülmesi gerektiğini ileri sürmekte iseler de, Yargıtay bu görüşü benimsememiş; avukat ile müvekkili arasındaki davalarda asliye hukuk mahkemeleri görevli olduğu kabul edilmiştir.[10]
Eğer avukat, yasalara aykırı hareket etmişse veya görevini kötüye kullanmışsa, bu gibi durumlarda ceza mahkemeleri ve maddi zarar halinde asliye hukuk mahkemeleri görevli olup, bütün bunlar Tüketici Yasası’nın konusu olamaz.
5- Hekim-hasta ilişkilerinde
a) Hekim ve hastaneler ile hastalar arasındaki ilişkinin (bizce yanlış olarak) vekillik sözleşmesi olarak nitelenmesi nedeniyle, bazı hukukçular, hekim ve hastane hatalarından kaynaklanan her tür uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Biz bu görüşleri, hem tıp kurallarına, hem doğa yasalarına aykırı buluyoruz.
b) Her sözleşmede olduğu gibi, hasta ile hekim arasında da bir tür alacak-borç ilişkisi doğar. İlişkinin özelliği dikkate alındığında hekimin borcu bir tür “işgörme” borcu olup, tıp biliminin elverdiği ölçüde hastasını iyileştirme ya da hastalığı denetim altına alma işini üstlenir. Hasta da anlaşmaya ya da tarifeye göre bir ücret ödeme borcu altına girer.
c) Hekim hasta ilişkisine, örnekseme yoluyla Borçlar Kanunu’nun vekâlet hükümleri uygulanabilir ise de, bu ilişkiyi vekalet sözleşmesi olarak nitelemek doğru değildir. Tedavi (hekimlik) sözleşmesi, özel bir sözleşme türü kabul olunmalıdır. Öğretideki kimi görüşlere göre, tedavi sözleşmesiyle hastanın en derin ve gizli alanına girme ve hastanın bedeni üzerinde her türlü değişimi yapabilme yetkisini elde eden hekimin üstlendiği işin ve sorumluluğunun, mesleksel özelliği de dikkate alındığında, bu ilişkiyi kendine özgü (sui generis) bir sözleşme türü olarak nitelemek daha doğru olacaktır.
ç) Öte yandan, hekim-hasta ilişkisini vekalet sözleşmesi olarak nitelemek, ilişkinin kuruluş biçimine uygun düşmemektedir. Hastanelere bilinci kapalı ve koma halinde getirilenler ile hekim arasında vekillik ilişkisi oluşmaz. Bu gibi durumları vekaletsiz işgörme olarak nitelemek de yanlıştır. Çünkü hekimler acil servise getirilen hastalara veya her hangi bir yerde kalp krizi geçiren, ağır yaralanan kişilere bakmak, tıbbi yardımda bulunmak zorundadırlar. Aksi takdirde 5237 sayılı Yasa'nın 83 ve 98.maddelerine göre hekimler suç işlemiş olurlar. Böyle bir durum, yani işgörme zorunluluğu hangi sözleşmede vardır ?
d) Şunu da anımsatalım ki, doğrudan kamu kurumlarının sağlık hizmetlerinden yararlananlar ile hekimler ve hastane yönetimi arasında bir sözleşme ilişkisi kurulmuş olmaz. Bu tür ilişkiler kamusal nitelikli olup, İdari Yargı görevlidir. Kamu görevlilerinin görevden ayrılabilir kişisel kusurları nedeniyle sorumluluklarının ise, haksız eylem kapsamında genel mahkemelerin görev alanı içinde olması gerektiği düşüncesindeyiz.
e) Sağlık hizmetleri, "tüketici işlemi" tanımı içinde yer alamaz. Çünkü, Devletin sağlık hizmetlerini sağlama görevi Anayasa hükmüdür. Anayasa'nın 56.maddesi 3.fıkrasına göre "Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenlemekle” yükümlüdür. Bu yükümlülük, gene Anayasa'nın 5.maddesine göre "sosyal hukuk devleti" olmanın bir gereğidir. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Anayasa'nın bu hükmüne göre, ister kamu kuruluşu olsun, ister özel kesime ait olsun, tüm hastanelerin temel işlevi, "kamusal" nitelikli sağlık hizmetleri vermektir. Tıp biliminin çalışma alanı "insan bedeni"dir. Bilim ve teknoloji bunca ilerlemesine karşın insan bedeninin bilinmeyen yönleri bilinenlerin çok üzerindedir. İnsan, yoktan yaratılan bir nesne olmadığı içindir ki, hastalıkların tedavisinde her zaman için yanılgılar olabilir. İnsan bedeninin bilinmezlikleri ve tıp biliminin çaresiz kaldığı durumlar gözönüne alındığında, iyileşmek için hekime ve sağlık kurumlarına giden hastayı "tüketici" ve hekimleri "hizmet sağlayıcı" olarak nitelemek, tıp bilimini ve insan yaşamını hafife almak olur.
f) Anayasa'nın 56.maddesine göre, “sağlık hakkı” tüketici haklarına göre daha üstün ve farklı bir yerde olup, sağlık hizmetlerini yerine getirmekle yükümlü Devlet kurumlarının veya Devletin denetiminde sağlık hizmeti sunan özel hastanelerin sağlık hizmetlerinden yararlanan yurttaşlar, Tüketici Yasası anlamında "tüketici" ve “hizmet alıcısı” olarak nitelenemezler. Tüketici haklarından daha önemli olan "hasta hakları" olup, bu hakları Tüketici Yasası kapsamına almak yerine, ayrı bir uzmanlık alanı olan "Sağlık Hukuku" alanına bırakmak gerekir. Sağlık hakkının korunmasında Tüketici Yasası’nın hükümleri yeterli olamaz; sağlık alanında yürürlüğe konulmuş olan yasalara ve Borçlar Yasası’nın haksız fiillere veya sözleşmeye aykırı hükümlerine göre uyuşmazlıkların çözümlenmesi gerekecektir.
g) Hekim-Hastane-Hasta ilişkisinde görevli mahkemenin hangisi olması gerektiği konusunu araştırırken şu hususlar üzerinde de durulmalıdır:
aa) Kamu hastanelerine karşı İdari Yargı'da dava açılacaktır. Her ne kadar 6502 sayılı yeni Tüketici Yasası'nın 3.maddesindeki her tanımın başına "Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere" açıklaması konulmuş ise de, kamu hastanelerinin hizmet kusurları için Tüketici Mahkemelerinin görevli kabul edilmesi, Anayasa’nın 40/2. ve 129/5.maddeleri ile 657 sayılı yasanın 36/3.maddesine aykırıdır. Yeni Tüketici Yasası'nı hazırlayanlar, kamu tüzel kişilerinin "hizmet" sunumlarını bu Yasa kapsamına alarak Anayasa hükümlerini gözden kaçırmışlardır. Benzer hata 6100 sayılı HMK'nun 3.maddesiyle yapıldığı için Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
bb) Sigortalıların tedavi gördükleri hastanelere karşı açacakları davalarda da asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilmiş iken, sigorta hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmelerinden sonra, İdari yargının görevli olduğu yönünde kararlar verilmeye başlanmıştır. Oysa, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 1.maddesi 2.fıkrasında, Kurum’un kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve malî açıdan özerk, bu Kanunda hüküm bulunmayan durumlarda özel hukuk hükümlerine tâbi bir kuruluş olduğu” açıklanmıştır. Buna göre, sigortalıların (ödedikleri prim karşılığı) tedavi gördükleri hastanelere karşı açacakları davalarda, asliye hukuk mahkemelerinin görevli olması gerekmektedir.
ğ) Yukarda açıklanan yasal düzenlemelere göre, kamu hastanelerine karşı idari yargıda ve sigortalıların tedavi gördükleri hastanelere karşı asliye hukuk mahkemelerinde dava açılması gerekmesine göre, aynı sağlık hizmetini gören ve Anayasa’nın 56/3.maddesine göre Devletin sorumluluğu altında faaliyet gösteren özel hastanelere karşı da asliye hukuk mahkemesinde dava açılması gerekmekte; özel hastanelerin ruhsatının iptal edilmesi veya ödeme güçlüğüne düşmeleri durumunda, tedavilerden zarar gören kişiler idari yargıda Sağlık Bakanlığına karşı dava açabilmektedirler.
h) Hekim ve hastane sorumlulukları konusunda şöyle bir uyarıda bulunalım: Bir sözleşme ilişkisi kurulmadan, her hangi bir hastaneye getirilen ağır yaralı ya da bilinci kapalı kişiye, tedavi amaçlı el atıldığında yaralı kişi "tüketici" olarak mı nitelenecek; zorunlu tıbbi elatmaya "tüketici işlemi" mi denilecektir? Elbette hayır. O halde, hekimlere ve hastanelere karşı açılacak davalarda Tüketici Mahkemelerinin görevli olacağı görüşü doğru değildir.
ı) Hekim-hastane-hasta ilişkilerine Tüketici Yasası’nın uygulanması, doğa yasalarına aykırıdır. Çünkü, hekim ve hastane hatalarından kaynaklanan ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında Tüketici Yasası’ndaki “seçimlik haklar” kullanılamaz. Tazminat davaları ise, uygulanacak yasaya göre haksız fiil ve hukuka aykırılıklarda asliye hukuk mahkemelerinin, sözleşmeye aykırılıklarda ticaret mahkemelerinin, iş kazaları ve meslek hastalıklarında iş mahkemelerinin konusudur.
i) Hekim ve hastaneler ile hasta arasındaki ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, ölüm ve bedensel zararlar dışında, aşırı ücret alınması, tesislerin bozuk ve sağlıksız olması, tıbbi elatmanın zamanında gerçekleştirilmemesi gibi konular Tüketici Mahkemesinin konusu olabilir. Ayrıca temel sağlık konularından olmayan estetik ameliyatlar ve diş protezleri sağlık amaçlı değilse, Tüketici Mahkemesi; sağlık amaçlı ise asliye hukuk mahkemesi görevli olmalıdır.
6- Banka ilişkilerinde
a) Ticari olan ve olmayan ayrımını yaptıktan sonra, ticari olmayanlar yönünden zenginleşme amaçlı para yatırımlarının ve banka hesaplarından yüksek kazanç elde eden gelir sahiplerinin bankalarla uyuşmazlıklarında, görevli mahkemenin, tüketici mahkemeleri değil, ticaret mahkemeleri olması gerektiği düşüncesindeyiz.
b) Kuşkusuz, Yasa’nın “tüketici sözleşmeleri” bölümünde yer alan tüketici kredileri, kredi kartı, konut kredileri gibi bankalar ile tüketiciler arasındaki bankacılık işlemlerine ilişkin uyuşmazlıklarda görevli mahkeme, tüketici mahkemeleri olacaktır. Ancak, yukarda belirttiğimiz gibi, ticari ve mesleki amaç dışında, bankalarda çok yüksek miktarda hesap açan ve bundan gelir elde eden mevduat sahiplerin “tüketici” olarak nitelenemeyecekleri; bu nedenle yüksek gelir sahiplerinin banka hesaplarıyla ilgili uyuşmazlıkların ticaret mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğine ilişkin görüşümüzü yineliyoruz.
7- Sigortalarda
a) Sorumluluk sigortaları, sigorta ettirenin ve eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin “üçüncü kişilere” verebilecekleri zararlara karşı yapılan sigorta türlerinden olup, bunlar genellikle yasa gereği yaptırılan “zorunlu” trafik sigortası, taşama sigortası, tüpgaz ve tehlikeli maddeler sigortası gibi sigortalardır. Haksız eylem veya hukuka aykırı bir olay sonucu bir zarar doğduğunda, bu sigortalardan tazminat isteyebilecek olanlar “üçüncü kişi” konumunda olup, bunlarla sigorta şirketleri arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından, ortada bir “tüketici işlemi” yoktur ve zarar gören üçüncü kişiler “tüketici” konumunda değillerdir. Bu nedenlerle görevli mahkemeler, tüketici mahkemeleri değil, ticaret mahkemeleridir.[11]
b) Sigorta şirketlerinin, zorunlu sorumluluk sigortalarından “üçüncü kişilere” tazminat ödemelerinden sonra, (sigorta ettirenler dışındaki) tacir olmayan üçüncü kişi konumundaki zarar sorumlularına karşı açtıkları “rücu davalarında da, tüketici mahkemeleri değil, asliye hukuk mahkemeleri görevlidir. Eğer rücu edilen zarar sorumlusu değil de, onun sigortacısı ise, her iki sigorta şirketi de tacir olduğundan, bu kez görevli mahkeme ticaret mahkemesi olacaktır.[12]
c) Sigorta şirketi, zarar gören üçüncü kişilere tazminat ödedikten sonra, sigortalısının sözleşme şartlarına aykırı hareket etmiş olması ve zararı doğuran olayın bu yüzden meydana gelmesi nedeniyle, örneğin trafik sigortası genel şartlarında sınırlı olarak sayılan (alkollü veya ehliyetsiz araç kullanma gibi) nedenlerle “sigortalısına” rücu etmesi durumunda görevli mahkeme tüketici mahkemesi olacaktır.[13]
Aynı biçimde sigorta ettiren de, sigorta sözleşmesine aykırı olarak yükümlülüklerini yerine getirmeyen sigortacısına karşı tüketici mahkemesinde dava açabilecektir. Örneğin, ticari ve mesleki amaçlar dışında kullandığı otomobiline Kasko Sigortası yaptıran kişi, yükümlülüklerini yerine getirmeyen sigortacısına karşı tüketici mahkemesinde dava açabilecektir. Şu kadar ki, sigorta ettiren mahkeme yerine Sigorta Tahkim Komisyonuna da başvurabilecektir.
d) Zorunlu olmayan isteğe bağlı hayat sigortası, ferdi kaza sigortası, sağlık sigortası, konut sigortası, ev eşyaları sigortası gibi sigorta türleri, Tüketici Yasası kapsamında kabul edilmeli ve uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri görevli olmalıdır,
Buna karşılık işyeri sigortaları, mesleki sorumluluk sigortaları, makine sigortaları, ürün sigortaları gibi ticari ve mesleki amaçla yaptırılan sigortalarda, sigorta şirketi ile sigorta ettiren arasında çıkacak uyuşmazlıklarda görevli mahkemeler elbette ticaret mahkemeleri olacaktır.
8- Taşıma sözleşmelerinde
a) Yolcu taşımalarında, taşımacı, Tüketici Yasası anlamında bir hizmet sağlayıcıdır. Bu nedenle, yolculuğun kötü geçmesi, otobüsün ısıtma düzeninin bozuk olması nedeniyle yolcunun üşütüp hastalanması, mola ve duraklama yerlerinde kazaya uğraması, gidilecek yere zamanında ulaşılamaması, bilet alınmasına karşın yolculuğun gerçekleşmemesi, eşyanın kaybedilmesi gibi “ayıplı hizmet” niteliğindeki durumlarda, yolcunun taşımacıya karşı açacağı davanın görev yeri tüketici mahkemeleri olacaktır.
Buna karşılık yolcu taşıyan otobüs, minibüs, otomobil gibi araçlarla karşı araçların çarpışması biçiminde gerçekleşen ölümlü ve yaralanmalı kazalarda, ortaklaşa sorumluluk söz konusu olduğundan, yaralanan yolcunun veya ölümü halinde yakınlarının açacakları maddi ve manevi tazminat davalarında yerine göre asliye hukuk veya ticaret mahkemelerinin görevli olması gerekir.
b) Yolcu taşıyan aracın kaza yapması sonucu, yolcunun ölümü halinde, desteğinden yoksun kalanlar, taşıma sözleşmesinin tarafı olmayıp, üçüncü kişi konumunda olduklarından, bunların açacakları tazminat davasında görevli mahkeme tüketici mahkemesi değil, taşıma işi ticari bir iş olmakla, ticaret mahkemelerinin görevli olması gerekir.
c) Öte yandan, tek yanlı kazalarda, bedensel zarara uğrayan yolcunun veya ölümü halinde yakınlarının tüketici mahkemesinde dava açabilecekleri kabul olunsa dahi, seçimlik hakların kullanılması doğa yasalarına aykırı olacaktır. Hizmetin yeniden görülmesi veya ücretsiz onarım, bedelden indirim ya da sözleşmeden dönme gibi seçimlik haklar ölüyü diriltmez, eksilen organı geri getirmez. Tazminat istemi ise, genel hükümlere göre ayrı bir değerlendirme konusudur ve bu konularda özel yasa olan Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacağından, kural olarak asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilmelidir.
d) Ticari eşya, ham maddi ve ürün taşımalarında görevli mahkeme, kuşkusuz ticaret mahkemesi ise de, ev eşyasının taşınması sırasında meydana gelen hasarlar nedeniyle, taşımacıya karşı tüketici mahkemesinde dava açılmak gerekecektir.
IV- SORUMLULUK TÜRLERİNE GÖRE GÖREVLİ
MAHKEMELER
1- Genel olarak
Haksız eylem ve hukuka aykırı bir olay sonucu ölüm, yaralanma, maddi hasar nedeniyle sorumluluklar:
- Sözleşme dışı haksız eylem sorumluluğu,
- Sözleşmeye dayanan sorumluluklar
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu bölümlendirme, görevli mahkemelerin belirlenmesinde temel ölçü olacaktır. Şimdi somut örnekler üzerinden görevli mahkemelerin hangileri olabileceklerini saptamaya çalışalım:
2- İş kazalarında
Olay bir iş kazası ise, işçi ile işveren ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasındaki ilişkiler sözleşmeye dayandığından, görevli mahkeme iş mahkemesi olacaktır. Yani taraflardan biri, Tüketici Yasası'ndaki "tüketici işlemi" tanımına dayanarak Tüketici Mahkemesinin görevli olduğunu ileri süremeyecektir.
3- Trafik kazalarında
Trafik kazası taşıma unsuru içermiyorsa (ticari amaçlı taşıma sözkonusu değilse) asliye hukuk mahkemeleri görevli olmak gerekir. Çünkü, iki ticari araç çarpışsa dahi, trafik kazaları ticari bir olay değildir. Ancak ne var ki, son yıllarda tazminat ödemelerinden yakınan ve bir merkezden yönlendirildikleri anlaşılan sigorta şirketlerinin vekilleri, sırf davaları ve ödemeleri geciktirmek için görev itirazında bulunup ticaret mahkemelerinin görevli olduklarını ileri sürmekte; asliye hukuk mahkemeleri de hemen görevsizlik kararı vermekte; böylece ticari ve mesleki amaçla hareket etmeyen motorlu araç sahipleri ve sürücüler, ticaret mahkemelerine gitmek zorunda bırakılmaktadırlar.
Bu uygulama böylece sürmekte iken, 6502 sayılı Tüketici Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra garip durumlar ortaya çıkmaya başlamış; adeta bir karmaşa (kaos) ortamına girilmiştir.
İncelediğimiz birkaç örnek şöyledir: Trafik kazasında ölen kişinin desteğinden yoksun kalanlar veya bedensel zarara uğrayanlar, ortaklaşa sorumluluk gereği işletene, sürücüye ve sigorta şirketine karşı asliye hukuk mahkemesinde dava açmışlarsa, davalı sigorta şirketi vekili sigorta hükümlerinin Ticaret Kanunu'nda yer aldığını ileri sürerek görev itirazında bulunmakta; mahkemece, trafik kazasının ticari bir olay olmadığı dikkate alınarak isteğin reddedilmesi gerekirken, görevsizlik kararı verilerek dosya Ticaret Mahkemesine gönderilmekte; eğer aynı davada tedavi giderleri de istenmişse, sigorta şirketi vekilinin bu kez, 2918 sayılı KTK’nun 6111 sayılı yasanın 59.maddesiyle değişen 98.maddesine dayanarak, davanın Sosyal Güvenlik Kurumu’na ihbar edilmesini istemesi üzerine, mahkemeye gelen SGK vekili de kendilerine karşı ancak İş Mahkemesinde dava açılabileceği itirazında bulunmakta; bütün bunları dinleyen ticaret mahkemesi hakimi, 6502 sayılı yeni Tüketici Yasası’ndaki “tüketici işlemi” tanımı içinde sigorta ve taşıma sözleşmelerinin de yer aldığı düşüncesiyle, görevsizlik kararı verip dosyayı tüketici mahkemesine göndermektedir. Oysa, gerek yaralanıp beden gücü kaybına uğrayan kişi, gerek ölenin desteğinden yoksun kalanlar ve gerekse aracı hasar görenler “tüketici” değil, “üçüncü kişi” konumundadırlar ve bu kişilerle motorlu araç işleteni ve sigorta şirketi arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. Bu örnek, 6502 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra birkaç kez yaşanmıştır.[14]
4- Karma sorumluluklarda
a) Çok yanlı ve karma sorumluluklarda da bir kargaşa ve belirsizlik yaşanmaktadır. Örneğin, ölüme veya bedensel zarara neden olan ortaklaşa sorumlulardan birinin sözleşme dışı haksız eylem sorumlusu, ötekinin sözleşme sorumlusu olması halinde, görevli mahkemenin hangisi olacağı tartışılmaktadır. Taşıma örneğinde, yolcu otobüsü ile kamyon çarpışmış, yolculardan biri veya bir kaçı ölmüş ya da yaralanmıştır. Otobüs şoförü de, kamyon şoförü de kusurludur. Yani yolcularla arasında sözleşme ilişkisi bulunan taşımacı ile sözleşme dışı kamyon işleteni ve her iki aracın sigortacıları ortaklaşa sorumludurlar. Böyle bir durumda görevli mahkeme hangisi olacaktır ?
- Yolcu taşıma ticari bir iş olduğu için Ticaret mahkemesi mi?
- Olay bir trafik kazası olduğu için asliye hukuk mahkemesi mi ?
- Taşımacı ile yolcular arasında sözleşme ilişkisi nedeniyle Tüketici mahkemesi mi ?
Bunun yanıtını, yukarda taşımaya ilişkin bölümde verdik ve ticaret mahkemelerinin görevli olduğunu söyledik.
b) Başka örnekler:
Trafik kazasında bacağı kırılan ve hastaneye getirilen kişinin tıbbi hatadan kaynaklanan kangren sonucu ayağı kesilmiştir. Hastane yönetimi ve tıbbi hatayı yapan hekim ile hasta arasındaki ilişki (Yargıtay kabulüne göre) vekalet sözleşmesi ve davacıya çarpan araç sürücüsü haksız eylem sorumlusu (sözleşme dışı sorumlu) olmasına göre, dava hangi mahkemede açılacaktır ? Yanıt, görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleri olmalıdır.
c) Gene bir tıbbi elatma örneği:
Koma halinde bilinci kapalı olarak hastaneye getirilen yaralıya tıbbi elatmada, hasta ile hekim ve hastane arasında henüz bir sözleşme ilişkisi kurulmamıştır. Belki daha sonra vekaletsiz işgörme denecektir. Ama hasta tıbbi elatmadan zarar görmüşse ve elatmayı onamamışsa, görevli mahkeme hangisi olacaktır ?
Bu tür karma sorumluluklarda duraksamaya gerek olmamalı; hukuk mahkemesinde dava açılmalıdır.
5- Ölüm sonucu destekten yoksun kalanlar, sözleşmelerin tarafı olmayıp, üçüncü kişi konusundadırlar.
Ölümün yolaçtığı zarar, ölenin değil, destekten yoksun kalanların zararıdır. Destekten yoksun kalma tazminatı, ölenden bağımsız, doğrudan doğruya hayatta kalanların kişiliklerinde doğan bir haktır.
Buna göre, sözleşme ilişkisi çerçevesinde meydana gelen ölüm olayında, ölenin desteğinden yoksun kalanlar ile ölümden sorumlu kişiler arasında bir sözleşme ilişkisi yoktur. O halde, üçüncü kişi konumundaki destekten yoksun kalanlar, Tüketici Yasası anlamında "tüketici" değillerdir. Bu nedenle, haksız ve hukuka aykırı bir olay sonucu ölenin desteğinden yoksun kalanların açacakları maddi ve manevi tazminat davasında görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi olmayıp, yerine göre asliye hukuk, ticaret ve iş mahkemeleri olacaktır.
Örneğin, taşıma sözleşmesi bir "tüketici işlemi", yolcu "tüketici" ve taşımacı "sağlayıcı" sayılsa bile, taşıma sırasında ölen yolcunun desteğinden yoksun kalanlar, taşıma sözleşmesinin tarafı olmayıp, üçüncü kişi konusundadırlar. Yolcu taşıma ticari bir iş olduğundan, onların taşımacıya ve sigortacıya karşı açacakları davada görevli mahkeme Ticaret Mahkemesi olacaktır.
Tıbbi elatmadan kaynaklanan ölümlerde de, ölenin yakınları ile hekim ve hastane arasında sözleşme ilişkisi bulunmayıp, davacılar üçüncü kişi konumunda olduklarından, hekimlere ve özel hastanelere karşı asliye hukuk mahkemesinde; kamu hastanelerinin bağlı olduğu Sağlık Bakanlığına veya üniversitelere karşı idari yargıda dava açılacaktır.
SONUÇ
1) Tüketiciyi Koruma Yasası’nın temel amacı, öncelikli olarak tüketicinin “sağlık ve güvenliği” yönünden beslenme, giyim, barınma gibi temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını güvence altına almak; bu ihtiyaçların karşılanması sırasında sömürülmesini önlemek; insanları besleyen bitki ve hayvan türlerinin azalması, genetik yapılarının değiştirilmesi, besinlerin zararlı ürünler haline getirilmesi sonucunu doğuran çevresel tehlikelerden tüketiciyi korumak olmalıdır.
2) 6502 sayılı Yasa’daki "tüketici işlemi" tanımı içinde art arda sayılan ve "...benzeri sözleşmeler" denilerek sınır konulmayan her türlü sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıkların bundan böyle asliye hukuk veya ticaret mahkemelerinde değil, Tüketici Mahkemelerinde görüleceği, düşünülmeden ortaya atılmış bir savdır.
3) Yeni Yasa'nın anlam ve amacının doğru saptanabilmesi için, sözleşme türleri içinde yer alan hukuksal ilişkilerin özelliklerine ve konularına göre bölümlendirilmesi; hangi uyuşmazlıkların Tüketici Yasası kapsamına alınması gerektiğinin, hangilerinin genel mahkemelerin görev alanında kalacağının ayrı ayrı saptanması; her hukuki işlem tüketim sonucu doğurmadığına göre, hangi hukuki işlemlerin tüketim (kullanma, hizmet) niteliği taşıdığının kesin biçimde belirlenmesi gerekir.
4) Tüketici işleminin geniş yorumu, yasadan beklenen yararları işlevsiz kılar ve Tüketici Mahkemelerinin uzmanlık mahkemeleri niteliğini ortadan kaldırır.
Tüketici Mahkemelerinin görevleri, tüketicinin olağan ihtiyaçları için salt kullanma ve tüketme amacıyla satın alıp, kısa veya uzun süre kullandıktan sonra “tükettiği” mallardaki ve satın aldığı hizmetlerdeki “ayıplar” ile sınırlandırılmalıdır. Görev alanları, Yasa’nın amacını aşan “tüketici işlemi” tanımına göre değil, “tüketici” kavramına ve Yasa’nın 1.maddesinde açıklanan amaçlara göre belirlenmelidir.
5) Tüketiciyi korumada asıl önemli olan temel ve yaşamsal konular üzerinde hiç durulmamaktadır. Oysa tüketici günlük yaşamında en çok beslenme ile ilgili alışverişler yapmakta; doğal yapısı değiştirilmiş, katkı maddeli, hormonlu, sağlıksız koşullarda üretilmiş gıdalardan, nişasta bazlı şekerden, kanserojen içeren ürünlerden, zehirli kimyasallardan, aflatoksinli tarım ürünlerinden zarar görmektedir. Ancak ne var ki bu konular yeterince işlenmediği, yoğun bir belirsizliğe gömüldüğü ve tüketici bilgilendirilmediği için dava konusu edilememektedir.
Hukukça korunması gereken en yüce hak "yaşama hakkı" ve bunun özelinde "sağlıklı yaşama hakkı" olmasına göre, hukukçular ve ilgili herkes, insanların beslenme, giyim, barınma gibi temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını güvence altına alacak çözümler üretmeli; bunlara “dava edilebilirlik” niteliği kazandırmalıdırlar.
[1] Ön sözleşmeden dönme (sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk-culpa in contrahendo) durumlarında, tüketici mahkemelerinin sorumlu olacakları görüşüne katılamıyoruz.
[2] Yargıtay 13.HD.17.01.2017, E.2017/666 K.2017/142 sayılı kararı
[3] Bu konuda, Yargıtay 20.HD.20.09.2016 gün E.2016/8260 K.2016/8063 sayılı kararında “6502 Sayılı Kanunda kanun koyucunun salt kullanma ve tüketme amacına yönelik mutfak, dolap yaptırmak araç tamiri yapmak gibi dar kapsamlı eser sözleşmelerini kastettiği, arsa karşılığı inşaat sözleşmelerinin ise bu kapsamda olmadığının kabulü gerekir” denilmiştir.
[4] Yargıtay 23.HD.21.04.2016 gün E.2015/1823 K.2016/2550 sayılı kararı
[5] Yargıtay 20.HD.16.06.2016, E.2016/5630- K.2016/7071 sayılı, 20.09.2016, E.2016/8260- K.2016/8063 sayılı ve 23.HD.21.04.2016, E.2015/1823-K.2016/2550 sayılı, 10.09.2015,E.2015/5024- K.2015/5777 sayılı kararları.
[6] Yargıtay 15.HD. 25.10.2017 gün E.2016/4795 K.2017/3611 sayılı kararı
[7] Yargıtay 13.HD.27.01.2016 gün E.2015/36754 K.2016/2002 sayılı kararı. Bu kararın konusunu oluşturan somut olayda, davacı davalıdan iki adet daire satın aldığını ve bedelinin ödediğini, ancak dairlerin başka birine satıldığını ileri sürerek dairelerin bedelini istemiş; mahkemece dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeksizin ve duruşma açılmaksızın görevsizlik kararı verilmesi, Özel Dairece, dairelerin sayısı dikkate alınarak davacının “tüketici” kabul edilmemesi doğru bulunmamış; davacının malı satın alma amacının belirlenmesi gerektiği yönünde bozma kararı verilmiştir. - Yargıtay 14.HD.04.10.2017 gün E.2015/5308 K.2017/7167 sayılı kararında ise, kişisel ihtiyaçları dışında, üç adet bağımsız bölüm satın alan davacı “tüketici” sayılmayacağından, tüketici mahkemesinin değil, asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu yönünde bozma kararı verilmiştir.
[8] Yargıtay 20.HD. 12.12.2016 gün E.2016/12902 K.2016/12093 sayılı kararında: “İş sahibinin iş takibi, tapu ile ilgili işlemlerin yapılması gibi işler için mimar olan davacıya verdiği vekâletname ve bundan doğan uyuşmazlıklar ile vekilin ücret alacakları için açtığı davanın yargı yerinin, Tüketici Mahkemesi değil, Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu sonucuna varılmıştır.
[9] Yargıtay 14.HD. 05.04.2016, gün E.2015/2918 K.2016/4100 sayılı kararında, mirasçılıkla ilgili davada, 6502 sayılı Yasada, tüketici mahkemesinin görevli olduğu konusunda bir düzenleme bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
[10] Yargıtay 20.HD.11.10.2016 gün E.2016/7840 K.2016/8801 sayılı kararında “Avukat olan davacının, takip ettiği dava ve icra takiplerinden doğan vekâlet ücretinin müvekkilinden tahsili için Tüketici Mahkemesinde açtığı davanın, genel hükümlere göre asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği” sonucuna varılmıştır.
[11] Yargıtay 17.HD. 09.02.2015 gün E. 2014/22133 K. 2015/2234 sayılı kararında denildiği gibi “Dava, trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin olup, kazaya neden olan aracın zorunlu mali sorumluluk sigorta şirketine husumet yöneltilmiştir. Bir hukuki işlemin 6502 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yasada tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Somut olayda, davanın, kazaya neden olan aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısına karşı açılmasına göre, Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir. Asliye Ticaret Mahkemesince, uyuşmazlığın 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun kapsamında kaldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi isabetsizdir.”
[12] Yargıtay 20.HD. 22.06.2016 gün E. 2016/5361 K. 2016/7401 sayılı kararı:” Dava, davacı şirketin sigorta sözleşmesi kapsamında sigortalısına ödediği bedeli, davalı şirketten rücuan tahsili için yaptığı icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Somut olayda, her iki taraf da tacir olduğu gibi, uyuşmazlık ZMMS poliçesinden kaynaklandığı ve tüketici mahkemesinin görevli olması için taraflardan birinin tüketici sıfatına sahip olması gerekmektedir. Somut olayda, davalı "Tüketici" sıfatına haiz olmadığı için 6102 Sayılı TTK'nın 4 ve 5.maddeleri uyarınca uyuşmazlığın asliye ticaret mahkemesince çözümlenmesi gerekmektedir.”
[13] Bu konuda Yargıtay 20.HD. 04.05.2016 gün E. 2016/2888 K. 2016/5125 sayılı kararında: “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında trafik kazasında zarar gören araç için ödenen bedelin, aracın sürücü ehliyeti olmayan kişiye kullandırıldığı iddiası ile sigortalıdan tahsili istemine ilişkin davada, uyuşmazlığın tüketici mahkemesince görülüp sonuçlandırılması gerekir” denilmiştir.
[14] İncelediğimiz dosyada, trafik kazasında yaralanıp beden gücü kaybına uğrayan kişi, işletene, sürücüye ve sigorta şirketine karşı asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açmış; sigorta vekilinin ticaret mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin itirazı üzerine dosya ticaret mahkemesine gitmiş; Ticaret Mahkemesi de 6502 sayılı yeni Tüketici Yasası’ndaki “tüketici işlemi” tanımına dayanarak Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu yönünde karar vermiş; davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 17.HD. 27.06.2014 gün E.2014/25251 Kb2014/12346 sayılı kararıyla Tüketici Mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin ticaret mahkemesi kararını onamıştır. Oysa kaza geçiren davacı “tüketici” değil “üçüncü kişi” konumundadır.