ÖZET: 20.03.2020 gün 31074 sayılı RG’de yayınlanan “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarında Değişiklik Yapılmasına Dair Genel Şartlar” başlığı altında, Genel Şartlar eklerindeki “tazminat hesaplama ve ödeme koşulları” alabildiğine genişletilerek ve sigorta şirketlerine ayrıcalık tanınarak; Anayasa’nın eşitlik ilkesine, temel yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel kurallarına ve Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına aykırı, hukuka ve yargıya söz hakkı bırakmayan; yürütmeye dilediği zaman ve dilediği biçimde yeni koşullar koyma yetkisi tanıyan bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemenin, yönetimin yargıya müdahalesi anlamında kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine, hak ve adalet kavramlarına aykırı olduğunun ayırdına varılmalıdır.
Bu yazımızda, daha önce 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe konulan Genel Şartlar için yaptığımız eleştirileri de yinelemek suretiyle, yeni düzenlemede yer alan tazminat hesaplama ve ödeme koşullarını ayrı ayrı ele alıp, hukuka ve yargıya vereceği zararları ve sakıncalarını göstermeye çalışacağız.
Ayrıca yargının, Genel Şartlara uyma zorunluluğu bulunup bulunmadığı konusunda görüşlerimizi açıklayacağız.
I- GENEL OLARAK
1- Sigortalara ayrıcalık tanınması doğru olmayıp, tüm haksız fiiller için tazminat hesaplama yöntem ve formülleri bir ve aynı olmalıdır.
a) Bir ülkede haksız fiil türlerine birbirinden farklı hesaplama yöntemleri uygulanması ve birilerine (sigorta şirketlerine) ayrıcalık tanınması, Anayasa’nın 10.maddesindeki “kanun önünde eşitlik” ilkesine ve “hiçbir kişiye ve zümreye imtiyaz tanınamayacağı” hükmüne aykırıdır.
b) Başta trafik kazaları olmak üzere, birçok olayda “ortaklaşa sorumluluklar” söz konusu olabilmektedir. Ortaklaşa sorumlular için tazminat hesaplarının bir ve aynı olması gerekmektedir. Örneğin, trafik kazasında zarar görenlerin işletene, sürücüye ve sigortacıya karşı ortaklaşa sorumluluk hükümlerine göre açtıkları davada, sigorta şirketi için genel şartlara göre, işleten ve sürücü için TBK 55.maddesine göre hesaplama yapılırsa, ortaklaşa sorumlular arasında fark yaratılmış ve sigorta şirketine ayrıcalık tanınmış olur.
2918 sayılı KTK’nun, 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek sigorta şirketlerine ayrıcalık tanınmış olup, bu hükmün uygulanması “zorunlu sigortalarla” sınırlı tutulduğuna; işleten ile sürücüye uygulanamayacağına göre, işleten-sürücü-sigortacı’dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında, TBK’nun 61.maddesine aykırı olarak fark yaratılmış olmayacak mıdır ?
2- Tüm haksız fiillerde özel yasa Türk Borçlar Kanunu’dur.
a) Tüm haksız fiillerden kaynaklanan tazminat davalarında, (özellikle ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında) özel yasa Türk Borçlar Kanunu olup, tazminat hesaplarının 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesine göre yapılması gerekmektedir. Bu madde Anayasa’nın 19/Son maddesi ile de uyumlu olup, bu iki yasa hükmüne göre tazminat hesaplarının “Sorumluluk Hukukunun evrensel ve temel ilkelerine göre” yapılması; hesaplamalarda Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına uyulması gerekmektedir
6098 sayılı TBK’nun 55.maddesinde “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır” denilmiştir.
Anayasa’nın 19/Son maddesine göre de “Kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre ödenir.”
b) Bu iki yasa maddesinde geçen “sorumluluk hukuku ilkeleri” ve/veya “tazminat hukukunun genel ilkeleri” nelerdir ? Yasalarda geçen kavramlar, öğretideki görüşlerle ve yüksek yargı kararlarıyla açıklığa kavuşturulmaya çalışılır. Bu bir bilgi birikimi ve yorum işidir. Yasaların açık, kolay anlaşılır ve emredici hükümleri dahi yorumlamayı gerektirir. İşte bu yorumlarda yolgösterici olan, tartışılamaz biçimde kabul edilmiş olan hukukun evrensel ve temel ilkeleridir.
Hukuk, yalnız yasalarla, tüzük, yönetmelik gibi yasal düzenlemelerle sınırlı değildir. Hukukun evrensel ilkeleri, öğretide oluşan ve genel kabul gören kuramlar ve kurallar, yargısal inançlar, hepsi bir bütün oluşturur; adalete yaklaşım bunların tümüyle sağlanır. Adalet bir anlamda toplumun vicdanıdır.
Sorumluluk Hukukunun temel ve evrensel ilkelerine göre, haksız ve hukuka aykırı eylemlerde zarar, olay tarihinde doğar, gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz, kişiler ve kurumlar yasalar karşısında eşittirler, kişilere ve kurumlara ayrıcalık tanınamaz, yaşama hakkı ve sağlık hakkı hukukça korunması gereken en yüce haklardır, bu hakları kısıtlayıcı ve zarar sorumlularını ödüllendirici düzenlemeler İnsan Hakları Evrensel Sözleşmelerine ve Anayasalara aykırıdır. Tazminatı artırıcı veya azaltıcı yönde yapılan girişimler, bu hakkın insancıl amacı ile bağdaşmaz. Zarar vereni ödüllendirme sonucunu doğuracak yöntemler, Sorumluluk Hukuku ilkelerine aykırıdır.
II- GENEL ŞARTLARDAKİ YENİ KOŞULLARIN İNCELENMESİ
20.03.2020 gün 31074 sayılı RG’de yayınlanan Genel Şartlar Ek:2’de “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Hesaplaması” başlıklı ve Ek:3’de “Sürekli Sakatlık Tazminatı Hesaplaması” başlıklı bölümlerde yer alan “tazminat ödeme koşulları”nın tamamına yakını, 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesi ile Anayasa’nın 19/Son maddesinin anlam ve amacına, Sorumluluk Hukuku’nun temel ve evrensel kurallarına, Yargıtay’ın uzun yıllardan beri özenle oluşturduğu yerleşmiş, kökleşmiş ve ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır.
1- Genel Şartlar’da açıklanan tazminat hesaplama yöntemleri hakkında
a) Yaşam sürelerinin belirlenmesinde kullanılması istenilen TRH-2010 tablosunun nasıl oluşturulduğuna ilişkin 90 sayfalık açıklama incelendiğinde anlaşılacağı üzere, bu tablo ülke gerçeklerine ve günümüzün toplum yapısına uygun değildir; Amerikan tablosunun bir kopyası niteliğindedir. Bu nedenle, tüm haksız fiillerde uygulanmak üzere TÜİK tarafından ülkemizin halen içinde bulunduğu koşullara uygun bir yaşam tablosu düzenlenmelidir.
b) Hayat sigortaları için oluşturulmuş “devrebaşı ödemeli rant formülü”nün, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesapları için uygun bir formül olup olmadığı; tüm haksız fiillere uygulanıp uygulanamayacağı ve geçmişte yargıda uzun yıllar kullanılan “devre sonu rant formülü”nün daha uygun olup olmadığı tartışılmalıdır.
c) Genel Şartlar Ek:2’nin ve Ek:3’ün 3’üncü ve 4’üncü maddelerinde, hesaplamada “devrebaşı ödemeli belirli süreli rant formülü” uygulanırken, TRH-2010 tablosuna göre belirlenen ve “teknik faiz” olarak adlandırılan iskonto oranının %1,8 olarak dikkate alınacağı açıklamasının sonunda “Teknik faiz, gerekli görülen hallerde Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından güncellenir” denilmiş olması, son derece sakıncalı ve asla kabul edilemez bir koşuldur.
Şurası bilinmelidir ki, faiz uygulamasının aksine, iskonto oranı (teknik faiz) arttıkça tazminat miktarı azalmaktadır. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda teknik faiz sıfır (0) olmalıdır. Eğer Hazine Bakanlığı, sigorta şirketlerinin istekleri ve çıkarları doğrultusunda, teknik faiz oranını yükseltirse (örneğin %3 veya %5 yaparsa) tazminat miktarları çok düşecektir. Bu ise, yönetimin yargıya müdahalesi anlamında kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine, hak ve adalet kavramlarına aykırı olacaktır.
2- Tazminat hesabına esas kazançlar ve parasal değerlendirmeler hakkında
Genel Şartlar Ek:2’nin 5.maddesinde desteğin ve Ek:3’ün 5.maddesinde bedensel zarara uğrayan kişinin aktif dönem kazançlarının, kaza tarihi itibariyle “vergilendirilmiş resmî belgeli gelir beyanı (SGK Hizmet Dökümü, Bordro, Gelir Vergi Beyannamesi) var ise, beyan edilen net gelir üzerinden; yok ise ya da gelir beyanı net asgari ücretten düşük ise, net asgari ücret üzerinden” hesaplanacağı açıklanmış olup, bu koşullar haksız ve adaletsiz durumlar yaratacağı gibi, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumlara, iş ve çalışma koşullarına, yaşam gerçeklerine bakılarak, uzun yıllardan beri Yargıtay’ın, (Sorumluluk Hukukunun temel ve evrensel kuralları uyarınca) oluşturduğu kökleşmiş ve ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır. Şöyle ki:
a) Ülkemizin iş ve çalışma koşullarına baktığımızda, ekonomideki dengesizlik, üretim güçlükleri ve vergi adaletsizlikleri nedeniyle gerçek kazançların belgelere yansımadığı görülecektir. İşyerlerinde usta ve uzman düzeyindeki kişilerin ve kıdemli işçilerin, hatta mühendis, muhasebeci gibi kişilerin dahi kazançları düşük gösterilmekte; çoğu kez bordrolar asgari ücretten düzenlenmekte ve sigorta primleri asgari ücretten hesaplanıp ödenmekte; vergi bildirimleri de düşük gösterilmektedir.
b) Bütün bu gerçekler gözetilerek, Yargıtay’ın uzun yıllardan beri verdiği kararlarında, belgelerle bağlı kalınmayıp, ölen desteğin ve bedensel zarara uğrayan kişinin “gerçek kazançları”nın araştırılması gerektiği üzerinde durulmakta; tazminatların “gerçek kazançlar” üzerinden hesaplanması istenmektedir. Örneğin:
- Tazminat hesaplarında vergi bildirimleri geçerli sayılmamakta; “Vergi kamu düzeniyle ilgili olup, davacının gelirini düşük göstermesi veya gerçeğe aykırı beyanname vermesi vergi mevzuatını ilgilendirir, kazanç kaybının hesabında dikkate alınmaz” denilmektedir.[1]
- Bir işyerine bağlı olarak çalışanlar yönünden “İşçi, ücret bordrolarını koşulsuz imzalamış olsa dahi, yaptığı işe, uzmanlığına, ustalığına ve kıdemine göre "gerçek kazançların" araştırılması gerekir” denilmekte; tazminat hesaplarının “gerçek kazançlar” üzerinden yapılması gerektiği yerleşik bir ilke haline gelmiş bulunmaktadır.[2]
- Gerçek kazançların nasıl araştırılacağı konusunda da “İlgili meslek odasından ve TÜİK'den davacının veya desteğin yaptığı iş, ustalık ve uzmanlık derecesi, yaşı, kıdemi ve işyeri koşulları belirtilmek suretiyle alabileceği ücretler sorularak gerçek ücret belirlenmelidir” denilmektedir.[3]
c) Genel Şartlarda, tazminat hesaplarına esas kazançların, vergi kayıtları, SSK hizmet döküm cetvelleri ve ücret bordrosu gibi belgelerle kanıtlanması gerektiği, bunlar yoksa asgari ücretler üzerinden tazminat hesaplanacağı koşulu, ülkemizde milyonları aşan işsizler, özellikle üniversite ve meslek okulu mezunları için büyük haksızlık yaratacaktır. Bugün işsiz olan bir süre sonra işe girmiş ve kazanç elde etmeye başlamış olabilir. Tazminat hesapları geleceğe yönelik varsayımsal hesaplamalar olduğuna göre, eğitimli ve meslek sahibi kişilerin tazminatının asgari ücretler üzerinden hesaplanması hak ve adalet kavramlarına aykırıdır.
Yargıtay’ın yerleşik kararlarında, henüz üniversite veya yüksek okulda yada meslek okulunda öğrenci iken kaza geçiren veya ölen kişilerin, ilerde okullarını bitirdiklerinde alabilecekleri ücretlere, elde edebilecekleri kazançlara göre tazminat hesaplanacağı kabul edildiğine göre,[4] okulunu bitirmiş ve meslek sahibi olmuş kişilerin tazminatının asgari ücretten hesaplanması büyük haksızlık olacaktır.
3- Sermaye sahipleri ile çalışanlar arasında fark yaratılmış olması
Trafik Kanunu’nda değişiklik yapılarak ve Genel Şartlara ağır koşullar konularak, Anayasa’nın10.maddesindeki “kanun önünde eşitlik” ilkesine ve “hiçbir kişiye ve zümreye imtiyaz tanınamayacağı” hükmüne aykırı olarak “işleten-sürücü-sigortacı”dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında fark yaratıldığı; tüm haksız fiil sorumlularına eşit davranılması gerekirken, sigorta şirketlerine ayrıcalık (imtiyaz) ve üstünlük sağlandığı yetmezmiş gibi, bir de, sermaye sahipleri ile çalışanlar arasında fark yaratılmış; sermaye sahipleri korunmuştur. Bu durum Genel Şartları hazırlayanların, yürürlüğe koyduran ve koyanların (kapitalist zihniyetin) gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki:
Genel Şartlar Ek-2-3’ün 5.maddesi (i) ve (ii) bentlerinde çalışanların “resmi belgeli gelir beyanı yoksa, SKG hizmet dökümüne ve ücret bordrosuna göre, bunlar da yoksa asgari ücretlere göre tazminat hesaplanacağı” koşulu konulmuş iken,
(iv) bendinde “İşyeri veya iş sahiplerinin ya da ortaklarının ölmesi veya sakat kalması durumunda, kendi işyerlerinde gerçekleştiremedikleri çalışmanın yerine getirilmesi için katlanacakları emsal maliyet, destekten yoksun kalma tazminatında veya sakatlık tazminatında kullanılacak gelir adına emsal ücret olarak kullanılır. Bu hal dışındaki durumlarda emsal ücret kullanılmaz. Emsal ücret, işyerinin veya iş sahibinin kaza anında bağlı olduğu meslek odasından alınır” denilerek sermaye sahiplerine, çalışanlar karşısında ayrıcalık ve üstünlük sağlanmış; böylece bir kez daha Anayasa’nın 10.maddesi çiğnenmiştir.
4- Aktif ve pasif dönem süreleri hakkında
Yargıtay’ın uzun yıllar boyunca, ülkemizdeki iş ve çalışma koşullarını dikkate alarak ve sorumluluk hukukundaki gelişmeleri de izleyerek oluşturduğu kararlarını hiçe sayarcasına, Genel Şartlar’ın Ek:2 ve Ek:3’ün 7’nci maddelerinde aktif ve pasif dönem sürelerine ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.
Yargıtay kararlarına göre, kural olarak, aktif dönem sonu (60) yaş ise de, bu kural kesin olmayıp, gerçek durumlarda aşılabilir. Eğer kişi ileri yaşta çalışmasını sürdürüyorsa, yaptığı işin özelliğine göre daha kaç yıl çalışabileceği (aktif döneminin süreceği) aynı meslek dalından bilirkişiler aracılığı ile belirlenmekte ya da ülkemizde TÜİK tarafından bir aktif dönem araştırması yapılmadığı için, İsviçre’den alınan aktivite tablosundan yararlanılmakta, bu yolla az çok gerçek yakalanabilmektedir.
Bu konudaki kararlarda “Çalışma yaşının 60 yaş ile sınırlandırılması da doğru değildir. Çalışma koşulları, yapılan işin niteliği dikkate alınarak kişinin daha ne kadar süre eylemli olarak çalışabileceği, konusunda uzman bilirkişiye tespit ettirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir” denilmiştir.[5]
Genel Şartlar’ın Ek:2 ve Ek:3’ün 7’nci maddeleri (a) bendinde ise, Yargıtay’ın uzun yıllardan beri oluşturulagelmiş ve ilkeleşmiş kararları gözardı edilerek ve daha çok sigorta şirketlerinin daha az tazminat ödemelerini sağlama amacı güdülerek birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Şöyle ki:
a) Genel Şartlar 7-a’da, Sosyal Güvenlik Kurumu emeklilik (yaş haddi) sürelerine koşut olarak ve 5510 sayılı Yasa’dan önceki ve sonraki dönemlere göre bir ayrım yapılarak, aktif dönem sonunun, “1/1/1990 öncesi doğumlular için 60 yaş, 1/1/1990 sonrası doğumlular için 65 yaş” olacağı biçiminde garip bir kural konulmuştur. Oysa, desteğin veya sakat kalan kişilerin olay ve rapor tarihindeki durumlarına göre değerlendirme yapılması gerekir. Aktif dönem (çalışma yaşı) süreleri Sosyal Güvenlik yasalarına göre belirlenemez.
Bu konuda Yargıtay kararlarında “Sosyal Güvenlik Yasalarında, sosyal amaç ya da istihdam politikaları gözetilerek değişik yaşlar ile tanınan emeklilik yaşının, aktif dönem sonu olarak ele alınması uygun değildir” denilmiştir.[6]
b) Şunu belirtelim ki, Sorumluluk Hukukunda emeklilik (yaş haddi) ile çalışma yaşı, diğer söylenişle “işgörebilirlik çağı” farklı durumlar ve farklı kavramlardır. Tazminat hesaplarında dikkate alınacak olan, kişilerin özlük hakları değil, yaşam gerçekleridir. Bu nedenlerle, Genel Şartlardaki düzenlemeler asla kabul olunmamalı; Sorumluluk Hukuku ilkelerini dikkate almayı zorunlu kılan 6098 sayılı TBK 55.maddesi uyarınca oluşturulan Yargıtay kararlarına uyulmalıdır.
c) Gene 7-a bendinde, “ölen veya sakat kalan kişi, kaza tarihi itibarıyla çalışmaya devam ediyorsa, iki yıl daha aktif dönem hesabı yapılır, iki yıl sonrasında pasif dönem hesabına geçilir” denilmiştir. Bu süreyi belirleyenlere sormak gerekir: Neden iki yıl ?
Örneğin, 65 yaşını geçmiş ve olay tarihinde 66 yaşında olan avukat, mali müşavir, mühendis gibi kişiler, mesleklerini yalnızca iki yıl daha mı, yani 68 yaşına kadar mı sürdürebileceklerdir ? Bu, yaşam gerçeklerine aykırıdır. Çünkü bu gibi kişilerin, sağlıkları elverişli ise, ileri yaşlara kadar çalışmalarını sürdürdükleri bilinmektedir. Öte yandan bazı meslekler vardır ki, yaşam boyu yapılır. Bunlar yazar, bilim insanı, ressam, heykeltraş, müzisyen, sinema ve tiyatro sanatçısı gibi kişilerdir.
Anılan kişiler adına açılan davalarda daha kaç yıl çalışabilecekleri, her somut olayın özelliğine ve kişilerin sağlık ve eylemsel durumlarına göre, aynı meslekten bilirkişiler aracılığı ile belirlenecektir. Yukarda açıkladığımız gibi, yargıdaki uygulamalar bu yönde olup, Yargıtay kararlarında “Çalışma koşulları, yapılan işin niteliği dikkate alınarak kişinin daha ne kadar süre eylemli olarak çalışabileceği, konusunda uzman bilirkişiye tespit ettirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir” denilmiştir.[7]
O halde, Genel Şartlar’da, ileri yaşlarda çalışmasını sürdürenlerin aktif döneminin yalnızca “iki yıl daha uzatılabileceğine” ilişkin düzenleme, yaşam gerçeklerine aykırı, ileri yaştaki meslek sahiplerine haksızlık ve saygısızlıktır.
5- Üniversite mezunu olup da, olay veya rapor tarihinde “işsiz” olanların tüm yaşam sürelerinin asgari ücretten hesaplanacağına ilişkin koşul hakkında
Genel Şartlar Ek:2 ve Ek:3’ün f-i bendinde “Ölen veya sakat kalan kişi, kaza tarihi itibariyle çalışıyorsa ve vergilendirilmiş gelir beyanı varsa, beyan edilen gelir üzerinden hesaplama yapılır” denildikten sonra f-ii bendinde “Kaza tarihi itibarıyla çalışmıyorsa pasif dönem hesabı yapılır” denilmiş; yani üniversite mezunu ve meslek sahibi olup da olay veya rapor tarihinde “işsiz” olanların tazminatının, aktif-pasif dönem ayrımı yapılmaksızın asgari ücretlerin geçim indirimsiz net tutarları üzerinden hesaplanması uygun görülmüştür.
Genel Şartlar’daki bu koşul asla kabul edilemez. Ülkemizde işsiz sayısının çokluğu ve üniversite mezunlarının iş bulamaması, bugünler için sosyal ve ekonomik bir sorun olup, bu durum sonsuza kadar sürecek değildir. Elbet bir gün ekonomi düzelecek, ülke kalkınacak ve herkes bir biçimde geçimini sürdürmek için iş bulup veya iş yaratıp kazanç elde edecektir. Bu nedenle geleceğe yönelik tazminat hesaplarında her olasılığın dikkate alınması; kişilerin meslek ve öğrenim düzeylerine göre, alabilecekleri (almaları gereken) ücretlere veya elde edebilecekleri kazançlara göre tazminat hesaplanması gerekmektedir. Yargıtay kararlarında, henüz öğrenci olan kişilerin ilerde alabilecekleri ücretlere göre tazminat hesaplanacağı öngörüldüğüne göre,[8] halen işsiz olan üniversite mezunlarının ve meslek sahiplerinin tazminatının da (Genel Şartlarda sermaye sahiplerine tanındığı gibi) emsal kazançlar üzerinden hesaplanması, eşitlik ve hakkaniyet gereğidir.
6- Sakatlık tespiti hakkında
Genel Şartlar “Ek:3-Sürekli Sakatlık Tazminatı Hesaplaması” başlıklı bölümün 9.maddesinde “Sürekli sakatlık oranı, 20/2/2019 tarihli ve 30692 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik ve Çocuklar İçin Özel Gereksinim Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik doğrultusunda hazırlanan sağlık kurulu raporu dikkate alınarak belirlenir” denilmiş olup, anılan Yönetmelikler, haksız fiillerden (trafik kazalarından) kaynaklanan beden gücü kayıpları için uygun değildir; haksız sonuçlar ve yargıda karmaşıklık yaratacak niteliktedir. Çünkü:
a) Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik adından ve “amaç” başlıklı 1.maddesinden de anlaşılacağı üzere, önceki Özürlülük Yönetmeliği gibi, engellileri korumak ve kollamak içindir. Her ne kadar 9 ve 10’uncu maddelerinde, trafik kazalarından zarar görenlerin bu yönetmeliğe göre rapor alabilecekleri açıklanmış ise de, “kapsam” başlıklı 2.maddesi 3.fıkrasında 5510 sayılı Yasa’ya tabi sigortalıların işgöremezlik ve maluliyet oranlarının belirlenmesinin ve dolayısıyla iş kazası ve meslek hastalıklarının bu yönetmelik kapsamında olmadığı açıklanmıştır. Buna göre:
- Bu yönetmeliğin “trafik-iş” kazalarında uygulanması mümkün değildir. Çünkü, iş kazalarında Sosyal Güvenlik Kurumu, beden gücü kayıplarını “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliğine” göre belirlemektedir. İş kazalarında ve meslek hastalıklarında da durum aynıdır.
- Trafik kazalarından veya iş kazalarından yada başka haksız fillerden kaynaklanan bedensel zararlar ve bunların değerlendirilmesi birbirinden farklı olamaz.
- Trafik-iş kazalarında uygulama nasıl olacaktır? Beden gücü kaybına uğrayan sigortalı işçi, kazaya karışan aracın Trafik Sigortasından tazminat istediğinde, sigorta şirketi, işçiye SGK tarafından verilen sakatlık raporunun geçersiz olduğunu mu ileri sürecektir? [9]
b) Uygulanması istenilen Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Yönetmeliğinde ve ondan önceki Özürlülük Yönetmeliğinde, tazminat davalarında dikkate alınması zorunlu olan yaş ve meslek grubu cetvelleri yoktur. Oysa, yargıda geçerli yöntemlere, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına, sorumluluk hukuku ilkelerine ve iş kazalarından kaynaklanan tazminat davalarındaki uygulamalara göre, sürekli işgöremezlik oranlarının tespitinde yaş ve meslekler dikkate alınmaktadır. Bu yönden de gerek trafik kazalarında ve gerek trafik-iş kazalarında Engelliler Hakkında Yönetmeliğe göre alınacak raporların, tazminat davalarında geçerli sayılması mümkün değildir.
c) Görüldüğü gibi bu yönetmelik düşünülmeden kaleme alınmış ve yayınlanmıştır. Hem, beden gücü kayıplarının tespitinde, Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, sağlık kurullarının, Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’ne veya Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’ne göre rapor düzenlemeleri gerekmektedir.[10]
7- Yaşam boyu bakım giderleri hakkında
a) Genel Şartlar Ek:3’ün 6.maddesinde, bakıcı giderleri, “Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelikte ve Çocuklar İçin Özel Gereksinim Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelikte kısmî bağımlı olarak tanımlanan ve %50 ve üzerinde engel oranına sahip kişiler için %50 oranında, tam bağımlı olarak tanımlanan kişiler için ise %100 oranında hesaplanır” denilmiş; maddenin altındaki tabloda maluliyet oranı aralığı ve asgari ücretin hangi oranda uygulanacağı gösterilmiştir.
Yaşam boyu bakım giderlerine ilişkin Genel Şartlardaki açıklamalar, yargıda açılan davalarda uygulanması zorunlu Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’nün "Sigortalının başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda sayılacağı haller" başlıklı 11.maddesine; Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği'nin "Başka birinin sürekli bakımına muhtaç olma hâlleri" başlıklı 15.maddesine ve Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği'nin "Başka birinin sürekli bakımına muhtaç olma halleri" başlıklı 12.maddesine aykırıdır.
Şunu önemle belirtelim ki, Sigorta Genel Şartları, 6098 sayılı TBK’nun 20 ve devamı maddelerine göre bir “Genel İşlem Şartı” olup, yasalara, tüzüklere ve yönetmeliklere aykırı hükümleri geçersizdir.
b) 20.03.2020 gün 31074 sayılı RG’de yayınlanan değişiklik metninin 2.maddesiyle Genel Şartların A.5 maddesi (c) bendi değiştirilerek, “yaşam boyu bakım giderleri, sürekli sakatlık teminatı kapsamındadır” denilmiş; böylece, SGK’nun sorumluluğunda olmayan bakıcı giderlerinin “tedavi giderleri” teminatından ödenmesi önlenmek istenmiştir.
Oysa, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre “yaşam boyu bakım giderleri, tedavi giderleri kapsamındadır.”[11]
c) Genel Şartlar Ek:3’ün 6.maddesinde “bakıcı giderlerinin, bakıcı tutulduğunun belgelenmesi halinde brüt asgari ücretten, belgelenmemesi halinde net ücretten hesaplanacağı” biçiminde bir ayrım yapılmış ise de, buna hiç gerek yoktur. Çünkü, yaşam boyu bakıma muhtaç kişiye hiçbir zaman bakıcı tutulmaz, ona aile bireyleri bakar. Belki çok zengin kişiler böyle bir yola başvurabilirler ise de, zaten onları evlerinde her zaman aşçı, hizmetçi gibi yardımcı kişiler vardır. İstisna kaideyi bozmaz.
8- Sigortaların “yetersiz” ödemelerinin nasıl değerlendirileceği hakkında
a) Genel Şartlar Ek:2 ve Ek:3’ün 12.maddesinde “İbraname olsun ya da olmasın sigorta şirketi tarafından önceden ödeme yapılmış bir tazminatta uyuşmazlık olması durumunda tazminat ödeme tarihi hesap tarihi kabul edilerek (ödeme tarihindeki ücretler ve ödemeye esas kriterler dikkate alınarak) tazminat hesabı yapılır ve hesaplanan tazminat ile yapılan ödeme tutarı karşılaştırılır. Haksahibi lehine fark çıkması durumunda bu fark ödenir” denilmiş olup, bu düzenleme Yargıtay uygulamasına, Sorumluluk Hukukunda genel bir kural olan “tazminatların en son verilere göre hesaplanacağı” ilkesine ve Karayolları Trafik Kanunu’nun 111/2. maddesine aykırıdır.
b) Anılan maddeye göre, sigorta ödemelerinin “yetersiz” olması durumunda, nasıl bir yol izleneceği konusunda, Yargıtay’ca benimsenen uygulama üç aşamalıdır ve şöyledir: [12]
Birinci aşama: Dava öncesi yapılan ödemelerin “yetersiz” olup olmadığı, ödeme tarihindeki verilere göre (hesap unsurlarına göre) tazminat hesaplanarak belirlenecektir.
İkinci aşama: Eğer dava öncesi ödenen tazminatın “yetersiz” olduğu saptanmışsa; hüküm tarihine en yakın verilere göre tazminat hesaplanır.
Üçüncü aşama: En son verilere göre hesaplanan tazminat tutarından, sigorta şirketinin ödediği miktarın, yasal faizler ölçüsünde “güncellenerek” indirimi ve sigorta şirketinin ödeyeceği bakiye tazminat tutarının belirlenmesidir.
Güncellemenin anlamı, sigorta ödeme tarihi ile en son verilere göre düzenlenen rapor tarihi arasındaki sürede hesaplanacak yasal faiz tutarının, sigorta ödeme tutarına eklenmesidir.
Böylece, en son verilere göre hesaplanan tazminat tutarından, güncellenmiş (faiz eklenmiş) sigorta ödemesi düşülerek, sigorta şirketinin davacıya/davacılara ödeyeceği (hüküm altına alınacak) tazminat tutarı belirlenmiş olur.
c) Yukarda açıklanan “yetersiz” ödemelerin değerlendirilmesi ve en son verilere göre hesaplanan tazminat tutarlarından, yetersiz ödemelerin yasal faizler ölçüsünde güncellenerek indirimi yöntemi, son derece doğru ve hakkaniyet ilkelerine uygundur. Çünkü sigorta şirketi eksik ödeme yapmakla, asıl ödemesi gereken miktar onun kasasında ve tasarrufunda kalmış; haksahibi bu eksik miktardan yoksun bırakılmıştır. Öte yandan, eksik de olsa bir miktar ödemeyi kabul eden kişi, aradan geçen sürede bu paranın nemasından yararlanmıştır. İşte bu nedenlerle Yargıtay’ca benimsenen yöntem, hakkaniyet ilkelerine uygundur.
Genel Şartlarda sigorta şirketlerini koruyup kollayıcı bir kural konulmakla, hukuk mantığına ve adalet ilkelerine aykırı bir düzenleme yapılmıştır. Bu, asla kabul edilemez.
9- Sigortacıya başvuru ve belgeler hakkında
Genel Şartlar’ın değiştirilen B.2 maddesinin 2.1.fıkrasında: “Sigortacı; haksahibinin, kaza veya zararın tespit edilebilmesi için bu Genel Şartlar ekinde yer alan gerekli tüm belgeleri sigortacının merkez veya şubelerinden birine ilettiği tarihten itibaren sekiz işgünü içinde tazminatı haksahibine öder. Sigortacının kendisine iletilen belgelere haklı olarak itiraz etmesi veya kendisinin haksahibinden ya da başka bir kurumdan haklı olarak yeni bir belge talep etmesi halinde söz konusu süre yeni talep edilen belgenin sigortacının merkez veya şubelerinden birine iletilmesinden sonra başlar. Sigortacı haksahibinden münhasıran haksahibinin tazminat hakkını etkileyen bilgi ve belgeleri talep edebilir” denilmiş olup, trafik kazalarından zarar gören kişilere tazminat ödeme süresi ve şekli, sigortacının “keyfine” bırakılmıştır.
Bunu şu yönlerden doğru bulmuyoruz:
a) Trafik kazalarından zarar görenlerin, tazminat ödenmesi isteğiyle sigortacıya başvurularında, Genel Şartlar B.2 maddesi 2.1.fıkrasına konulan “Sigortacının kendisine iletilen belgelere haklı olarak itiraz etmesi veya kendisinin haksahibinden ya da başka bir kurumdan haklı olarak yeni bir belge talep etmesi” koşulu, tam anlamıyla sermayenin halkımıza tahakkümüdür. Sigorta şirketi, dilerse, türlü bahanelerle tazminat ödemesini aylarca geciktirebilecektir. Genel Şartlara konulan bu koşul bile, başlı başına sigorta şirketlerine, yasaların üstünde nasıl bir ayrıcalık (imtiyaz) tanındığının kanıtıdır.
b) Her ne kadar, KTK’nun 99.maddesinde, 6704 sayılı Torba Yasa ile değişiklik yapılarak, tazminat isteyen haksahiplerinin sigortacıya vereceği belgelerin "zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarıyla belirlenen belgeler" olacağı açıklanmış ve böylece Genel Şartlara yasal dayanak sağlanmak istenmiş ise de, bu, sigorta şirketlerine diledikleri belgeleri isteme veya belgeleri yetersiz bularak reddetme yetkisi vermez. Çünkü, bir hakkın kanıtlanmasında özel yasa, Hukuk Yargılama Yasası olup, ispat hakkının “genel şartlarda belirlenen belgelerle” sınırlandırılması, Anayasa’nın 36.maddesine aykırı ve 6100 sayılı HMK’nun 27.maddesinin 2.fıkrası (b) bendindeki “hukuki dinlenilme hakkı” ile “ispat hakkı”nın kısıtlanması niteliğindedir.
SONUÇ
1) 20.03.2020 gün 31074 sayılı RG’de yayınlanan Trafik Sigortası Genel Şartlarında yapılan değişikliklerle, sigorta şirketlerini koruyucu, kollayıcı ve onların daha az tazminat ödemeleri sağlayıcı düzenlemeler yapılmıştır.
2) Genel Şartlara ve eklerine konulan “tazminat hesaplama ve ödeme koşulları” ile Yargıtay’ın uzun yıllardan beri oluşturageldiği ilkeleşmiş kararları yok sayılmış; hukuka ve yargıya söz hakkı bırakılmamış; yürütmeye dilediği zaman ve dilediği biçimde yeni koşullar koyma yetkisi tanınmıştır. Bütün bunlar, yönetimin yargıya müdahalesi anlamında kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine, hak ve adalet kavramlarına aykırıdır.
3) Öte yandan, 2918 sayılı KTK’nun 90.maddesine göre, sigorta genel şartları, yalnızca Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortasına uygulanacağından, ortaklaşa sorumlular ve tüm haksız fiil sorumluları arasında, sigorta şirketlerine ayrıcalık (imtiyaz) tanınmış olup, bu durum Anayasa’nın 10.maddesindeki “kanun önünde eşitlik” ilkesine ve “hiçbir kişiye ve zümreye imtiyaz tanınamayacağı” hükmüne, temel yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel kurallarına ve Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır.
4) Genel Şartlar eklerine ayrıntılı biçimde konulan sıkı kurallarla ve tazminat ödeme koşullarıyla, yalnız sigorta şirketleri değil, sermaye sahipleri de korunmuş; onlara çalışanlar karşısında üstünlük ve ayrıcalık tanınarak, Genel Şartları hazırlayanların gerçek yüzleri ve amaçları açığa vurulmuştur.
Genel Şartlar Ek-2-3’ün 5.maddesi (i) ve (ii) bentlerinde çalışanların “resmi belgeli gelir beyanı yoksa, SKG hizmet dökümüne ve ücret bordrosuna göre, bunlar da yoksa asgari ücretlere göre tazminat hesaplanacağı” koşulu konulmuş iken,
(iv) bendinde “İşyeri veya iş sahiplerinin ya da ortaklarının ölmesi veya sakat kalması durumunda, belgelere yansıyan kazançlara ve vergi bildirimlerine bakılmaksızın, bağlı bulundukları meslek odasından “emsal ücret” araştırması yapılması ve tazminatın buna göre hesaplanması kabul olunarak, bir kez daha Anayasa’nın10.maddesindeki “kanun önünde eşitlik” ilkesi çiğnenmiştir.
5) Genel Şartlara ilişkin önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, 2918 sayılı KTK’nun 6704 sayılı Yasa ile değiştirilen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilmiş olması, Sigorta Genel Şartlarına ve eklerine konulan tazminat hesaplama ve ödeme koşullarına yasallık ve işlerlik kazandırmaz. Çünkü:
a) Genel Şartların hukuksal niteliği “genel işlem şartı” olup, 6098 sayılı TBK’nun 20.maddesi 4.fıkrasına göre, “Kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülüyor olsa dahi, genel işlem şartı niteliğindeki sigorta genel şartlarının yasalara aykırı hükümleri geçersizdir.”
b) Bir an için sigorta genel şartlarının genel işlem şartı olmadığı, TBK.20.maddesinin uygulanamayacağı ileri sürülse bile, sigorta genel şartlarına konulan tazminat ödeme koşulları yasalara aykırı ise geçersizdir. Nasıl ki, tüzükler, yönetmelikler, genelgeler, tebliğler yasalara aykırı olamazsa, aynı biçimde sigorta genel şartları da yasalara aykırı olamaz.
c) Genel Şartlarda yer alan düzenlemeler, Anayasa’ya, temel yasalara, tüzüklere, yönetmeliklere aykırı ise, sigorta şirketlerine karşı açılan davalarda Genel Şartlara “koşulsuz” uyma kararı veren mahkeme, yasalara ve hukuka aykırı hareket etmiş olur.
6) Gene önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, bir an için (Anayasayı, TBK 55 ve 20. maddelerini, TTK.1451.maddesini yok sayıp) KTK’nun 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesini uyulması zorunlu bir hüküm kabul etsek bile, bunun karşısına gene uyulması zorunlu KTK’nun 95.maddesini koymamız gerekmektedir. Çünkü KTK 95.maddesi 1.fıkrasına göre “Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez."
KTK’nun 95/1.maddesini farklı yorumlara çabaları boşunadır. Çünkü madde hükmünün açık olduğu hallerde yorum yapılamaz.
7) Genel Şartlar tüm haksız fiillere uygulanamaz. Bir ülkede haksız fiil türlerine birbirinden farklı hesaplama yöntemleri uygulanması ve birilerine (sigorta şirketlerine) ayrıcalık tanınması, Anayasa’nın10.maddesindeki “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırıdır.
Başta trafik kazaları olmak üzere, birçok olayda “ortaklaşa sorumluluklar” söz konusu olabilmekte; ortaklaşa sorumlular için tazminat hesaplarının bir ve aynı olması gerekmektedir. KTK’nun 90.maddesinde, genel şartların uygulanması “Zorunlu Trafik Sigortası” ile sınırlı tutulduğuna, işleten ve sürücüye uygulanamayacağına göre, “işleten-sürücü-sigortacı”dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında, TBK’nun 61.maddesine aykırı uygulama yapılması mümkün olmayacaktır.
[1] Vergi kamu düzeniyle ilgili olup, davacının gelirini düşük göstermesi veya gerçeğe aykırı beyanname vermesi vergi mevzuatını ilgilendirir, kazanç kaybının hesabında dikkate alınmaz. (11.HD. 27.06.1986, 3111-3213) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defterler ve vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (HGK. 21.03.1990, E.1990/4-67 K.1990/197) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defter ve verdikleri vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (4.HD. 29.05.1989, 662-4892) - Kazanç kaybının tespitinde, davacının vergi beyannamesinin esas alınması isabetsizdir. Mahkemece, gerçek zararın neden ibaret olduğunun tesbitinde zorunluluk vardır. Vergi beyannamesindeki miktar üzerinden karar verilmesi doğru değildir. (11.HD. 09.02.1984, 306-653) - Mahkemece zararın hesaplanmasında gözönünde tutulacak kazanç, vergi kayıtlarıyla bağlı kalmaksızın, tanık ifadeleri de gözönünde tutularak tayın ve tespit edilmelidir. (19.HD. 09.03.1995, 94/7459-95/2055)
[2] Ücret bordrolarının önkoşulsuz imzalanmış olması, bordrolardaki ücretin gerçek ödenen ücret olduğunu kabul etmek için yeterli değildir. İşçinin yaptığı işin niteliğini, hizmet süresini, iş deneyimini ve işyerinin özelliklerini gözönünde tutan bir incelemeyle gerçek ücretinin saptanması gerekir. (9.HD. 14.03.1988, 873-2968) - İşçi ücretlerinin bordrolarda gösterilen ücretler olmadığı ve daha yüksek miktarlar olarak ödendiği saptanmışsa, işçilik alacaklarının gerçek ücret üzerinden hesaplanıp ödettirilmesine karar verilmesi gerekir. (HGK. 25.12.1987, E.1987/9-523 K.1987/1106) - İmzalı bordrolar gerçeği yansıtmıyorsa, ilgili meslek kuruluşundan gerçek ücret araştırılmalıdır. (9.HD. 27.10.2004, 8503-24277) - Asgari ücret üzerinden düzenlenen bordrolarda davacının imzasının bulunmasının, nitelikli işçiler açısından bağlayıcılığı söz konusu olamaz. (9.HD. 03.10.2000, 8614-13106) - İşçinin gerçek ücretinin bordrolara yansımadığı anlaşıldığı takdirde, gerçek ücretinin tespiti yoluna gidilerek, işçinin hakları buna göre hesap edilmelidir. (9.HD. 17.09.1987, 7164-8103) - Vasıflı işçinin yaşı, yaptığı işin niteliği ve kıdemi nazara alındığında, asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun olmayacağından, bordrodaki ücretin gerçek ücreti yansıttığı söylenemez. Emsalinin aldığı ücretin ilgili meslek kuruluşlarından saptanarak buna göre tazminatın hesaplanması gerekir. (21.HD. 29.09.1998, 5889-6025) - Yaş, kıdem ve yapılan işe göre gerçek ücret saptanmalıdır. (21.HD. 19.11,1996, 5673-6384)
[3] İlgili meslek odasından ve TÜİK'den davacının alabileceği ücretler sorularak gerçek ücret belirlenmelidir. (21.HD.16.05.2019, E.2018/2459 K. 2019/3825) - Davacılar murisinin yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından olay tarihinde alabileceği emsal net ücretler sorulmalı; gerçek ücret bu şekilde tespit edildikten sonra, tazminat hesaplanmalıdır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4005 K. 2019/2707) - İzolasyon ustasının asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına aykırıdır. Yapılacak iş, sigortalının yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından ve TÜİK'den bilinen devrede alabileceği ücretleri sormak, gerçek ücreti tereddütsüz olarak belirlemek, hesap bilirkişisinden rapor almaktır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4218 K. 2019/2711) - Davacının yaşı ve kıdemi dikkate alındığında bordrolar ve sigortalı kayıtlarında belirtilen asgari ücret ile çalışmasının hayatın olagan akışına aykırı olacağı gözetilerek, yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından emsal net ücretleri sormak, gerek ücretin tespit edilerek davacının maddi zararını yeniden hesaplatmaktır. (21.HD. 05.05.2015, E.2014/23880 K.2015/9932) - Pres operatörü olan davacının asgari ücretle çalışmayacağı kabul edilerek, ilgili meslek kuruluşundan sigortalının alabileceği ücretler sorulmalı, gerçek ücret üzerinden işçinin tazminatı hesaplatılmalıdır. (21.HD. 08.07.2014, E. 2013/21080 K. 2014/16200) - Sigortalının olay tarihinde kepçe operatörü olarak çalıştığı dikkate alınarak yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından alabileceği emsal net ücretler sorularak, hakkaniyete ve hayatın olağan akışına uygun olacak şekilde ücreti tespit edilmelidir. (21.HD. 22.03.2016, E. 2015/8804 K. 2016/4969)
[4] Karar örnekleri: Üniversite öğrencisinin ölümü nedeniyle hesaplanacak destek tazminatı, asgari ücretten değil, okulu bitirdiğinde alabileceği ücret üzerinden hesaplanmalıdır. (4.HD. 18.03.2002, 1794-3109) - Davacının desteğinin üniversite öğrencisi olmasına göre, ilerde okulunu bitirdiği gündeki ücreti, emsallerine göre belirlenip tazminatın buna göre hesaplanması gerekir. (4.HD. 19.06.2000, 3810-5975) - Desteğin, üniversite öğrencisi olmasına göre, haksahiplerinin destekten yoksun kalma tazminatı, öğrenimini bitirdikten sonra mesleğine göre alabileceği ücret üzerinden hesaplanmalıdır. (4.HD. 12.06.2002, 1966-6276) - Davacının kızının üniversite öğrencisi olmasına göre, bu öğretim durumu gözönüne alınarak zarar hesabı gerekirken, asgari ücretten hesap yapılması doğru değildir. (11.HD. 27.09.1993, 6543-5906) - Davacıların desteğinin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencisi olmasına göre, okulunu bitirdiğinde elde edeceği gelirin asgari ücretten fazla olacağı hayatın olağan akışı gereği olup, mahkemece desteğin ilerde elde edebileceği gelir konusunda araştırma yapılmalı ve sonucuna göre destekten yoksun kalma tazminat miktarları belirlenmelidir. (4.HD. 27.03.2012, E. 2011/2680 K. 2012/4982) - Olay tarihinde üniversite öğrencisi olan desteğin mezun olduktan sonra, asgari ücretin üzerinde gelir elde edeceğinin kabulü gerekir. Mahkemece meslek kuruluşlarına yazı yazılarak muhtemel gelirin ne kadar olduğu tespit edilip yeniden bilirkişi raporu alınarak karar verilmesi gerekir. (17.HD. 23.09.2014, E. 2013/7863 K. 2014/12459) - Endüstri meslek lisesi elektrik bölümünü bitirmiş elektrik tesisat işçisinin asgari ücretle çalışmayacağı kabul olunarak, yöntemince gerçek ücreti belirlenmelidir. (21.HD. 26.09.2000, 5270-6115) - Meslek lisesi mezununun kalfalık ve ustalık dönemlerinde alabileceği ücret belirlenerek tazminatın hesaplanması gerekir. (11.HD. 15.11.2001, 6484-9025)
[5] Çalışma yaşının 60 yaş ile sınırlandırılması da doğru değildir. Çalışma koşulları, yapılan işin niteliği dikkate alınarak kişinin daha ne kadar süre eylemli olarak çalışabileceği, konusunda uzman bilirkişiye tespit ettirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. (17.HD. 26.06.2008, E.2008/1969 K.2008/3549) - İşgörebilirlik çağı kural olarak 60 yaşına kadar sürer. Bu kuralın ayrıkları da olur. Kabul için dayanaklar saptanmalı, nedenler gösterilmelidir. (HGK. 24.03.1976, E.1974/9-660 K.1976/1157) - İşgörebilirlik çağının 60 yaş esasını aşması, ya da onun altında kalması olanak dışı değildir. Ne var ki böyle durumlar, anılan kuralın ayrığıdır ve kabulü için de dayanakları saptamak ve nedenleri hüküm yerinde göstermek gereklidir. (10.HD. 04.03.1975, 806-1227) - Bir işçinin normal kazanç sağlayabilme yaşının, işçinin hastalığı, bedeni ve fiziki yapısı, yapabileceği işler, kendi işi ve işyerinin özellikleri hep birlikte mütalaa edilerek tespit edilmesi gerekir. Sosyal Sigortalar Kanunu’nda emeklilik yaşının sınırlandırılışı işçilerin bu yaşlardan sonra çalışamayacağı anlamına gelmez. (HGK. 21.02.1975, E.1973/9-198 K.1975/220) - Aktif dönemden amaçlanan "iş görebilirlik çağı"dır. Diğer bir anlatımla sigortalının, olağan biçimde işi görebilme (çalışabilme) gücünün devam etme süresidir ki, bu süre, Yargıtay'ca benimsenen görüşe göre, kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın kural olarak "60" yaşa kadar devam edeceği kabul edilmektedir. Her ne kadar, iş görebilirlik çağının "60" yaş esasını aşması ya da altında kalması olanak dışı değilse de, böyle durumlar anılan kuralın istisnası olup, kabulü için dayanakları saptanmak ve nedenleri hükümde göstermek gerekir. (10.HD. 05.07.2004, E. 2004/4728 K. 2004/6385)
[6] Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin 20.02.2017, E.2015/10626 K.2017/1237 sayılı, 31.01.2005, E.2004/11515 K.2005/355 sayılı, 05.07.2004, E.2004/4728 K.2004/6385 sayılı kararları ve Hukuk Genel Kurulu’nun 21.02.1975, E.1973/9-198 K.1975/220 sayılı kararı.
[7] Örnek: Yargıtay 17.HD.26.06.2008, E.2008/1969 K.2008/3549 sayılı kararı.
[8] Bakınız: Yukarda (4) no.lu dipnottaki Yargıtay kararları.
[9] Nitekim, açılan davalarda sigorta şirketlerinin avukatları Adli Tıp Kurumu raporlarının geçersiz olduğunu ileri sürmekte; Engelli Sağlık Kurulu’ndan yeni bir rapor alınmasını istemektedirler. Kendilerine verilen talimat budur ve talimatı verenlerin nereden güç aldıkları bellidir.
[10] Maluliyete dair alınacak raporların 11.10.2008 tarihinden önce Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11.10.2008 tarihi ile 01.09.2013 tarihleri arasında Çalışma Gücü Ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01.09.2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. (17.HD. 07.12.2017, E. 2015/5404 K. 2017/11379) - Mahkemece, Özürlü Sağlık Kurul Raporu'na göre davacının daimi maluliyetinin bulunduğu kabul edilerek aktüer hesabı yaptırılmıştır. Oysa, olay tarihinde yürürlükte bulunan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşleri Yönetmeliğine uygun şekilde davacının maluliyetinin olup olmadığı Üniversite hastanelerinin Adli Tıp kürsüsünden veya Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir. (17.HD. 21.03.2017, E. 2014/19206 K. 2017/2847) - Trafik kazasında yaralanma nedeniyle Özürlü Sağlık Kurulu raporu mahkemece benimsenmiş olup, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği ölçülerine göre, Adli Tıp Kurumu ya da Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıklarından, davacının kaza sebebiyle uğradığı sürekli çalışma gücü kaybı bulunup bulunmadığı konusunda ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir. (17.HD. 11.12.2017, E. 2015/4112 K. 2017/11480) - Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetince Özürlü Sağlık Kurulu Raporu hükme esas alınarak maddi tazminata hükmedilmiştir. Söz konusu belirlemenin, Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü veya Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği' hükümlerine göre, Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşların uzman hekimlerinden oluşturulacak kurul tarafından yapılması gerekmektedir. (17.HD. 17.4.2014, E.2014/6463 K.2014/5996)
[11] Bakıcı giderlerinin tedavi giderleri kapsamında olduğuna ilişkin Yargıtay kararlarından örnekler: “2918 sayılı Yasanın değişik 98. maddesine göre, tedavi giderlerinden sorumluluk Sosyal Güvenlik Kurumu'na geçmiş ise de, yasa kapsamı dışında kalan giderlerden sigorta şirketinin sorumlu tutulması gerekir. Bakıcı giderlerinin tedavi gideri kapsamında davalı sigorta şirketinden tahsilinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. (17.HD. 24.01.2013 E. 2012/362 K. 2013/578-2918 sayılı KTK’nun, 6111 sayılı Yasa’nın 59. maddesiyle değişik 98. maddesine göre, tedavi giderleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacak ise de, kazazedelerin, bunun dışında kalan bakıcı veya tedaviye bağlı sair harcamaları, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının tedavi teminatları kapsamında, yine sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından karşılanmaya devam edecektir. (17.HD. 11.05.2012 E.2011/7758 K. 2012/6081) - Bakıcı giderleri tedavi giderleri kapsamındadır. Limitler dahilinde davalı trafik sigortacısı tedavi giderlerinden de sorumludur. (11.HD. 12.02.2004 E.2003/6318 K.2004/1185 - Sürekli bakıma muhtaç kalacak derecede yaralanan davacı, tedavi masraflarından başka bakıcı masraflarını da istemiştir. Davalı sigorta şirketinin bakıcı masraflarından sorumlu tutulmaması doğru olmamış, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir. (17.HD. 25.6.2012 E.2012/7593 K. 2012/7977)
[12] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.03.2012 gün E.2011/4-824 K.2012/134 sayılı, 17.Hukuk Dairesi’nin 23.09.2010, E.2010/5023 K.2010/7268 sayılı, 4.Hukuk Dairesi’nin 17.11.2008, E. 2008/12400-K. 2008/14221 sayılı, 13.10.2007, E.2007/9368 - K.2007/12017 sayılı, 25.11.2008, E. 2008/2399 - K.2008/14588 sayılı, 15.04.2008, E.2007/6368-K.2008/5284 sayılı, 12.02.2007, E.2006/1424 K.2007/1433 sayılı kararlarına göre: “Ödemenin yapıldığı gün ile (en son verilere göre) bilirkişi raporunun düzenlendiği gün arasında geçen sürede, sigorta şirketinden alınan paranın getirisi yasal faiz ölçüsünde güncelleştirilip belirlenmeli ve ödeme tutarı ile birlikte, en son verilere göre hesaplanan tazminattan indirilerek bulunacak miktar üzerinden tazminata hükmedilmelidir.”