1- Haksız fiil zamanaşımı hakkında
Önceki BK.60.maddesindeki (1) yıllık haksız fiil zamanaşımı, uzun yıllar pek çok kişinin hak kaybına neden olmuş; hiç bir davanın bir yılda sonuçlanmadığı bilinmesine karşın, hiç kimse (ne bir akademisyen, ne bir milletvekili, ne bir yargıç ya da avukat) sürenin artırılması yönünde girişimde bulunmamış, böylesine bir duyarsızlık yıllarca sürüp gitmiştir.
Yeni 6098 sayılı TBK'nda süre (2) yıla çıkarılmış ise de, bu da yeterli değildir; önceki yasa döneminde olduğu gibi hak kayıpları, haksızlıklar, yasa değişikliği yapılmazsa, sürüp gidecektir.
Yeni Borçlar Yasası'nın Tasarı aşamasında, Avrupa ülkelerinde art arda zamanaşımı reformları yapılırken, tasarı komisyonundaki akademisyenler bunun farkında olmamışlar ya da ilgisiz kalmışlardır.
Ülkemiz hukukçularının bu duyarsızlığını, bu ilgisizliğini anlamış değiliz. Biz en kısa sürede (hemen) haksız fiil zamanaşımı süresinin artırılmasını istiyoruz. Özellikle insan zararlarında daha duyarlı olunmalı; süre farklı bir biçimde artırılmalıdır. Önerimiz Fransız Medeni Yasası'nda olduğu gibi, kural zamanaşımının (5) yıl olması; ancak insan zararları için zamanaşımı süresinin (10) yıla çıkarılmasıdır.
Avrupa ülkeleriyle aynı hukuk sistemi içerisinde bulunduğumuza göre, tasarının hazırlandığı yıllarda o ülkelerde art arda yapılan zamanaşımı reformları gözden kaçırılmayıp uyum sağlanmalıydı. Özellikle, haksız fiiller ve ayrıcalıklı olarak “yaşama karşı işlenen haksız eylemler” için uzun zamanaşımı süreleri konulmalıydı.
Şu anda Avrupa ülkeleri arasında, en kısa haksız fiil zamanaşımı süresi içeren yasa, bizim yeni yasamızdır. Bakınız, belli başlı ülkelerde zamanaşımı süreleri şöyledir:
Fransa’da:
Kural zamanaşımı (5) yıl ise de, ölüm ve bedensel zararlarda zamanaşımı (10) yıldır. Ayrıca vahşet, işkence veya cinsel şiddet davalarında zamanaşımı, olay tarihinden itibaren 20 yıldır. (m.2224,2226)
Reform çalışmaları sırasında çevre duyarlığı da gözardı edilmemiştir. Çevre Kanunu çerçevesinde tesisat, inşaat çalışmaları, yapım işleri ve aktiviteleri sırasında çevreye verilen zararlarla ilgili sorumluluk davalarına (30) yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. (17.06.2008 tarihli Kanun m.14)
Almanya’da:
1.Ocak..2002 tarihinde yürürlüğe giren Alman Borçlar Hukuku Reform Kanunu, Avrupa Birliği Yönergelerinin iç hukuka uyumlaştırılmasının yanı sıra, birçok köklü değişikliği de beraberinde getirmiş; özellikle, BGB’nin Genel Kısmı’nda yer alan zamanaşımı sürelerinde önemli değişiklikler yapılmıştır. Buna göre. kural zamanaşımı (3) yıl olup, başlangıcı olayın gerçekleştiği yıldan sonraki yılın başıdır. Şu kadar ki, belirsiz alacak (rakamlandırılmamış alacak) davaları açıldıktan sonra, dava sonuçlanıncaya kadar zamanaşımına uğrama tehlikesi yoktur.
Hayat ve vücut bütünlüğüne verilen zararlardan doğan dava hakları, fiilin işlenmesinden itibaren otuz yıl geçmesi ile (§ 199 II BGB), diğer talep hakları ise bu talep haklarının oluşmasından itibaren on yıl geçmesiyle, ve her halükarda fiilin işlenmesinden itibaren otuz yıl geçmesiyle zamanaşımına uğramaktadır (§ 199 III BGB).
İtalya’da:
Yasadışı durumlardan kaynaklanan zararlara ilişkin tazminat hakkı, söz konusu durumun tespit edildiği günden başlayarak (5) yıl ile sınırlıdır.
Eğer söz konusu durum yasa uyarınca suç oluşturuyorsa ve bu suçla ilgili olarak daha uzun bir süre belirlenmişse, hukuk davalarında buna bakılacaktır. Ancak, sınırlamadan farklı bir nedenle suç ortadan kalkmışsa veya ceza yasası kapsamında değiştirilemez bir ceza söz konusu ise, zarar tazminatına ilişkin hak yukardaki iki hükümde belirtilen süreyle sınırlı olacak ve suçun ortadan kalktığı tarihten veya cezanın değiştirilemez hale geldiği tarihten geçerli olacaktır. (Art.2947)
İngiltere’de:
Temel ilke olarak haksız fiiller, eylemin olduğu gün başlangıç alınarak altı yıllık zamanaşımı süresine tabii tutulurlar. Ancak bazı önemli istisnalar mevcuttur:
İrlanda’da:
Genel olarak haksız fiil iddialarıyla ilgili süre 6 yıldır.
Rusya’da:
Eylemlerin genel zamanaşımı süreleri üç yıldır. Zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlaması, kişinin hakkının ihlal edildiğini anladığı veya anlaması gerektiği tarihten başlar. Bu kuralın istisnaları kanun ve diğer yasalarla belirlenir.
Avusturya’da:
Haksız eylem ve sözleşmeye bağlı tazminat eşit olarak işlem görmektedir. Bugün tazminat istemlerinde iki tür zamanaşımı süresi vardır:
ABGB deki 1489 ncu maddenin 1’nci hükmünü izleyerek bütün tazminat istemleri haksız eylemin zarar gören taraf tarafından fark edilmesinden başlayarak (3) yıldır, Yasa dışı eylemden gelen zararlarda her durumda uygulanan zamanaşımı süresi (30) yıldır (Uzun zamanaşımı).
Hollanda’da:
Haksız fiil ve zamanaşımı süresi 5 yıldır. Süre zarar gören kişi zararın ve sorumlunun farkına vardığı günden itibaren başlar. Bu bilginin dışında tazminat talepleri zarar oluşan olaydan sonra 20 yıldır.
İsveç’te:
Haksız fiillerde ve sözleşmelerde zamanaşımı 10 yıldır. Suç oluşturan fiillerden doğan tazminat talepleri, devletin adli takibatı sona ermeden zamanaşımına uğramaz. Eğer fail suçtan dolayı dava edilemeyecek durumda hüküm giydiyse tazminat talebi en erken hükümlülük artık temyiz edilemez olduktan bir yıl sonra zamanaşımına uğrar.
Görüldüğü gibi, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında, en kısa haksız eylem zamanaşımı süresi, bizim yeni yasamızdaki süredir. Yargı düzeni en yavaş işleyen bir ülke olduğumuza göre, yeni Yasa’nın 72. maddesindeki (2) yıllık sürenin bizce (10) yıla çıkarılması düşünülmelidir.
Değişiklik önerisi:
6098 sayılı TBK'nun 72.maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini öneriyoruz:
MADDE 72- (1) Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak beş yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. İnsan zararlarında bu süreler (10) ve (30) yıldır.
(2)Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
(3) Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.
2- Taşınmaz satış ve inşaat sözleşmelerinde, binaların ayıplı olmasından doğan davalarda zamanaşımı sürelerine ilişkin sakıncalı bulduğumuz düzenlemeler
a) 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun “sorumluluk” başlıklı 244.maddesi 3.fıkrasına göre:
“Bir yapının ayıplı olmasından doğan davalar, mülkiyetin geçmesinden başlayarak (5) yılın ve satıcının ağır kusuru varsa (20) yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.”
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 244.maddesi 3. fıkrasında, önceki yasadan farklı olarak, satıcının “ağır kusuru” varsa, zamanaşımı süresinin (mülkiyetin geçmesinden başlayarak) yirmi yıl olması uygun bulunmuş olup, biz yeni yasadaki bu düzenlemeyi doğru bulmuyoruz. Şunun için ki, yirmi yıl uzun bir süre gibi görünmekte ise de, zamanaşımının başlangıcı “mülkiyetin geçirilme” tarihi olduğundan bu (20) yıllık süre aşılamayacak; yirmi yıldan sonra ortaya çıkacak zararlar için satıcıya karşı dava açılamayacaktır.
Oysa, ülkemiz deprem kuşağındadır. Başta Gölcük-Yalova ve Erzincan depremleri olmak üzere, yıkılan binaların çoğunun ve ölümlerin nedenlerinin deprem değil, inşaat kusurları olduğu; ihale ile yaptırılan kamu binalarında ve yap-satçıların ürünü apartmanlarda eksik, bozuk malzeme kullanıldığı, plân ve projeye, imar mevzuatına aykırı işler yapıldığı anlaşılmış; bütün bunlar yirmi yılı, hatta otuz yılı aşan sürelerde ortaya çıkmıştır.
b) 6098 sayılı yeni Yasa’nın taşınmaz satımında “satıcının” ayıplardan sorumluluğuna ilişkin 244.maddesi 3.fıkrasındaki zamanaşımı süreleri, eser sözleşmesinde “yüklenicinin” ayıplardan sorumluluğuna ilişkin 478.maddesinde de yinelenmiş olup, madde hükmü şöyledir:
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 478.maddesine göre:
“Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, (…) taşınmaz yapılarda (5) yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın (20) yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.”
Burada da zamanaşımının başlangıcının “binanın teslim tarihi” olması nedeniyle yüklenicinin sorumluluğu (20) yıl ile sınırlandırılmıştır. Aynı sakınca burada da vardır.
3- Yukardaki maddelere ilişkin değişiklik önerilerimiz
Biz, 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun satıcının ve yüklenicinin ağır kusurlu olmaları durumunda açılacak davaların zamanaşımı sürelerinin (20) yıl ile sınırlı tutulmasına ilişkin 244/3. ve 478.maddelerini, Yasa’nın haksız eylemlerde zamanaşımına ilişkin 72.maddesindeki “Adalet Komisyonu gerekçesine” aykırı buluyoruz. Oradaki gerekçeye egemen olan haklı görüşler incelendiğinde anılan maddelerdeki yirmi yıllık sürenin iyi bir düzenleme olmadığı anlaşılacaktır. Anılan maddeler 72.maddenin gerekçesine ters düşmüştür. Yasada bütünlük ve tutarlılık sağlama yönünden kesin düzeltme yapılmalıdır.
Bizce yeni Yasa’nın 244/3. ve 478. maddeleri şu biçimde düzeltilebilir:
Önceki Yasa’da olduğu gibi, hiç süreden söz edilmeyip, “Satıcının (Yüklenicinin) ağır kusuru varsa, zamanaşımı sürelerinden yararlanamaz” denilerek sürenin belirlenmesi öğretiye bırakılmalıdır. Hem böylece, Yasa’nın 72.maddesine ilişkin Adalet Komisyonu gerekçesindeki açıklamalara uygun bir düzenleme yapılmış ve yasada bütünlük sağlanmış olur.
Unutmayalım ki, önceki 818 sayılı Yasa’da süre belirtilmemiş olmasının Gölcük-Yalova depreminde yararları görülmüş; satıcının ve yüklenicinin “ağır kusuru, hilesi, sakladığı gizli ayıplar” yüzünden “zamanaşımından yararlanamayacağı” biçimindeki düzenleme nedeniyle, ayıplı binanın tesliminden otuz yıl sonra sorumlular hakkında dava açılabilmiş; hak kayıpları önlenebilmiştir.
4- Zamanaşımının başlangıcı yönünden
Önceki ve sonraki her iki yasada da zamanaşımının başlangıcı, binanın “mülkiyetinin geçirilme” tarihidir. Binadaki, bağımsız bölümlerdeki “olağan” ayıplar için (5) yıllık sürenin başlangıcının “mülkiyetin geçirilme” tarihi olması doğru ise de, “gizli ayıplar” için, uzun yıllar sonra ortaya çıkan inşaat kusurları için “mülkiyetin geçirilme” tarihinin başlangıç alınmasını sakıncalı bulduğumuzu, yukarda depremle uzun yıllar sonra ortaya çıkan zararları anlatarak açıkladık.
Satıcının (veya yüklenicinin) ağır kusuru ve taşınmaz yapılardaki gizli ayıplar nedeniyle açılacak davaların, 6098 sayılı Yasa’da (20) yıl ile sınırlandırılmış olmasının sakıncalarını, bir de “zamanaşımının başlangıcı” yönünden ele alıp somut örnekler vermek istiyoruz. Şöyle ki:
Yirmi yıllık zamanaşımının başlangıcı, satılan ya da inşa edilen binanın veya bağımsız bölümün “teslim ve mülkiyeti geçirme tarihi” olunca, her alıcıya veya her bağımsız bölüm malikine göre zamanaşımı süreleri farklı olacaktır. Örneğin, arsa payı karşılığı inşaat işi yapan “yüklenici”nin, arsa sahiplerine vereceği bağımsız bölümleri teslim tarihi ile aynı yüklenicinin “satıcı” sıfatıyla üçüncü kişilere ayrı ayrı sattığı bağımsız bölümlerin teslim tarihleri farklı olacaktır. Hatta kimi zaman yüklenici, kendi payına düşen bağımsız bölümleri satmayıp uzun süre elinde tutmuş ve binanın yapımını bitirdikten yıllar sonra satmış olabilir. Bütün bu durumlarda (20) yıllık zamanaşımı süresi, her bağımsız bölüm malikine göre farklı olacak; her birinin “teslim ve devir alma” tarihi değişik olduğundan, yükleniciye veya satıcıya karşı açacakları davaların zamanaşımı süreleri, ayıplı binanın yapımından 20 yıl, 22 yıl, 25 yıl, 27 yıl…gibi farklı süreler olacaktır. Görüldüğü gibi, burada zamanaşımını (20) yıl ile sınırlamanın sakıncaları daha da belirgindir.
Bu sakıncalı durumu gidermenin tek yolu, yukarda önerdiğimiz gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun satıcının sorumluluğuna ilişkin 244/3.maddesi ile yüklenicinin sorumluluğuna ilişkin 478.maddesinde düzeltme yapılarak, (20) yıllık süre yerine, “Satıcının (yüklenicinin) ağır kusuru varsa, zamanaşımı sürelerinden yararlanamaz” denilmesidir.
Böyle denilince de, zamanaşımının başlangıcı, “zararın gerçekleştiği” ve “dava edilebilir” nitelik kazandığı tarih olacak; hak yerini bulacaktır.
Nitekim Yargıtay’ın, Gölcük-Yalova depreminde zarar görenlerin açtıkları davalarla ilgili verdiği kararlarda, zamanaşımının başlangıcını, binanın “teslim tarihi” değil, “zararın gerçekleştiği” ve “dava edilebilir” nitelik kazandığı tarih olarak kabul etmiş; böylece adaletli bir çözüm sağlanmıştır.
Yargıtay’ın, depremlerle ilgili çok sayıda kararlarına egemen olan bu görüş, 6098 sayılı yeni Yasa’nın yukarda anılan (244/3. ve 478.) maddelerine yansıtılmalı; yeni Yasa’nın 72.maddesinin gerekçesi doğrultusunda düzeltme yapılmalıdır.
5- Önceki yasada süre belirtilmemiş olmasının yararları ve Yargıtay’ın depremle ilgili kararlarındaki gerekçeler
Önceki 818 sayılı Yasa’da süre belirtilmemiş olmasının Gölcük-Yalova depreminde yararları görülmüş; satıcının ve yüklenicinin “ağır kusuru, hilesi, sakladığı gizli ayıplar” yüzünden “zamanaşımından yararlanamayacağı” biçimindeki düzenleme nedeniyle, ayıplı binanın tesliminden otuz yıl sonra sorumlular hakkında dava açılabilmiş; hak kayıpları önlenebilmiştir. Buna ilişkin Yargıtay kararlarındaki ortak görüşler şöyledir:
a) Hukuka aykırı eylem oluşmuş ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz. Yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle o hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekir.
b) Tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması, hakkın istenmesini olanaksız kılar.
c) En önemli koşul, “zararın tazminat olarak istenebilir bir konuma gelmesi”dir.
d) Tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresi, zararın “dava edilebilir” hale geldiği anda başlayacaktır. Zarar gerçekleşmeden bir “dava açma olanağı” bulunamayacağına göre, zamanaşımının işlemeye başlayabilmesi için öncelikle istem konusu hakkın dava edilebilir bir konuma gelmesi gerekir.
e) Hukuka aykırı eylem oluşmuş, ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz. Davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiş; ancak o tarihte davacının bir zararı doğmamıştır. Bir zarar olmayınca, davacının bir dava açma olasılığı da bulunamayacağı doğaldır.
f) Ceza Yasası yönünden de, deprem nedeniyle bina yıkılmasında suç tarihi binanın yıkıldığı tarihtir. Dava zamanaşımı, yaralanma ve ölüm anından itibaren işlemeye başlar.
Yapının genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılması halinde, suç tarihi yıkılma (göçme - çökme) anıdır. Yıkılan binanın, yasada öngörülen yaralanma ya da ölüm sonucuna yol açtığı anda suç işlenmiş sayılır. Dolayısıyla, suçun nitelikli biçiminin oluşumu için zorunlu öğe olan, yaralanma ya da ölüm anı, suçun işlenme tarihi olduğundan, bu suç yönünden TCY'nın 102. maddesinde öngörülen dava zamanaşımının da bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir.
6- Çok ve çeşitli zamanaşımı süreleri hakkında
Zamanaşımı konusunda, üzerinde önemle durduğumuz bir başka sorun da, yasalarımızda zamanaşımı hükümlerinin fazlalığı ve değişik sürelerin bulunuşudur.
Zamanaşımı, hak aramaya bir sınır konulmasıdır. Nasıl ki kanunu bilmemek özür değilse, hak arama sürelerini bilmemek de özür değildir. Ancak ne var ki, Borçlar Kanunumuzda ve çeşitli yasalarda o kadar çok ve değişik zamanaşımı süreleri vardır ki, bunların hepsini akılda tutmak, yalnız normal yurttaşlar için değil, hukukçular için bile zor olmaktadır.
Her sözleşme ve sorumluluk türü için ayrı zamanaşımı süreleri konulmasını yanlış buluyoruz. Bunlar azaltılmalı, gruplandırılmalı; tüm zamanaşımı süreleri Borçlar Yasası’nda ayrı bir bölümde toplanmalıdır.