I- YASA HÜKMÜ
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 111.maddesi 1.fıkrası hükmü, bir kaza olmadan ve zarar doğmadan önceye ilişkin iken, 2.fıkrası hükmü kaza olduktan ve zarar gerçekleştikten sonra, bir dava açılmadan önce veya dava sırasında taraflar arasında yapılan anlaşma ve uzlaşmalara ilişkindir. 2918 sayılı Yasa’nın 111.maddesi 2.fıkrası şöyledir:
“Tazminat miktarlarına ilişkin olup da, yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten başlayarak iki yıl içinde iptal edilebilir.”
Yasa’nın bu hükmüyle, her iki tarafa da, belli koşullarda ve iki yıl içinde anlaşma ve uzlaşmaların iptalini isteme hakkı tanınmıştır. Buna göre:
Zarar gören, kendisine ödenen tazminatın, sonradan gerçek zararını karşılamadığını ve yetersiz olduğunu öğrenmişse ya da böyle bir inanca kapılmışsa, iki yıl içinde anlaşmanın iptalini isteyebilecektir. Bu iki yıllık süre, zamanaşımı süresi olmayıp “hak düşürücü süre” olduğundan, kısmi ödemeyi kabul etmiş olan kişi, artık KTK’nun 109.maddesindeki zamanaşımı sürelerinden yararlanamayacak, iki yıllık hak düşürücü süreyi geçirmişse zararının kalan bölümünü dava edemeyecektir.
Zarar veren, ödediği tazminatın sonradan çok fazla (fahiş) olduğunu öğrenmişse, o da iki yıllık hak düşürücü süre içerisinde anlaşmanın iptalini ve fazla ödediği miktarın geri verilmesini isteyebilecektir.
Anımsatalım ki, 2918 sayılı Yasa’nın bu hükmü, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 36.maddesinin yollamasıyla, yolcu ile taşımacı arasındaki anlaşma ve uzlaşmalara da uygulanacaktır.
Burada şu hususlar açıklığa kavuşturulmalıdır:
1. Zarar gören yönünden, ödemenin yetersizliği nasıl saptanacak, nasıl kanıtlanacaktır?
2. Tazminat ödeyen yönünden, fazla ödeme nasıl saptanacak, nasıl geri istenecektir?
2. Anlaşmanın iptali için nasıl bir yol izlenecektir?
3. İki yıllık süre nasıl hesaplanacak ve sürenin başlangıcı ne olacaktır?
Aşağıda, bunlar açıklanmaya çalışılmıştır.
II- YETERSİZ ANLAŞMALARIN İPTALİ
1- Yetersiz ve ölçüsüz anlaşmalar
Bir trafik kazası sonrasında, hukuk mahkemesinde tazminat davası açılmadan önce, tarafların anlaşarak bir tazminat ödenmesi pek sık rastlanan olaylardan değildir. Çoğu kez, kazayı yapan sürücü tutuklanmışsa, bir an önce salıverilmesini, daha az ceza almasını, cezasının ertelenmesini ya da paraya çevrilmesini sağlamak amacıyla, tutuklu yakınları, zarar görenlere veya yakınlarına başvururlar; uygun bir tazminat karşılığında şikâyetten vazgeçirmeye çalışırlar. Gene çoğu kez anlaşmaya ve uzlaşmaya yanaşanlar kültürel düzeyi düşük ve ekonomik durumları zayıf kişilerdir. Bunlara öneriler peşin para çekici gelir. Üç aşağı beş yukarı pazarlıkla uzlaşırlar. Anlaşma yapılır ve ceza mahkemesine sunulur.
Başlangıçta, anlaşma yaptıkları sırada, uğradıkları zararın derecesini ve tutarını kestiremeyen zarar gören veya ölü yakınları, daha sonra yüksek bir tazminat alacaklarını öğrenmişlerse, anlaşmanın iptali yollarını ararlar. Onlar gibi, zarar sorumluları da, çeşitli kaygılarla bir an önce anlaşma ve uzlaşma gereği duyarak yüksek bir tazminat ödemiş olup da, sonradan bunun çok fazla olduğu ortaya çıkmışsa, onlar da anlaşmanın iptalini isterler ve ayrıca ödedikleri fazla miktarı geri almaya çalışırlar.
2- Sigorta şirketlerinin yetersiz ödemeleri
Uygulamada, yetersiz ödemeler, daha çok sigorta ödemelerinde görülmektedir. Çoğu sigorta şirketleri, Yargıtay’ca benimsenen tazminat hesaplama yöntemlerini gözardı ederek, kendi aktüerlerinden aldıkları hesap raporlarındaki rakamlar üzerinden tazminat ödemekte; genellikle düşük miktarlı bu ödemeler nedeniyle sigorta şirketlerine karşı davalar açılmaktadır.
Anlaşma yoluyla yapılan ödemelerin sonradan yetersizliğinin veya ölçüsüzlüğünün nasıl anlaşıldığını, hangi durumlarda yetersiz sayılıp ek tazminat ödenmesine karar verildiğini ya da fazla ödemeler için ne yapılabileceğini aşağıdaki bölümlerde açıklayacağız.
3- Anlaşmanın iptali isteminde yöntem
a) Zarar gören, KTK.111/2.maddesine dayanarak “yetersiz” bulduğu ödemeye ilişkin anlaşmanın (ibranamenin) iptalini istiyorsa, bunun için başlı başına bir “iptal davası” açması gereksiz ve yararsızdır. Çünkü mahkeme iptale karar verdikten sonra, ikinci bir dava açmak ve tazminatın kalan kısmını hüküm altına aldırmak gerekecektir. Uygulamada, ayrı bir iptal davası yerine doğrudan tazminat davası açılmakta ve dava dilekçesinde (aynı zamanda) yetersiz anlaşmanın iptali de istenmektedir.
Eğer, tazminat davası açılırken (ayrıca) iptal istenmemiş olup da, davalı taraf ibranameyi ve davadan önce ödediği miktarı ileri sürerek davanın reddini istemişse, o zaman zarar gören, anlaşmanın yetersizliğini (defi olarak) ileri sürebilecek ve iptalini isteyecektir. Yargıtay’ın bu konudaki kararlarına göre, anlaşmanın yapıldığı günden başlayarak iki yıl içinde bir davanın açılmış olması, davacının anlaşma (ibraname) ile bağlı kalmak istemediğinin kabulünü gerektirir. (KTK m.111/2)[1]
b) Şunu ekleyelim ki, dava sırasında ortaya çıkan aşırı ölçüsüzlük karşısında, davacının yetersiz anlaşmanın iptalini istemesi, iddianın genişletilmesi olarak nitelenemez ve davalının onamına bağlanamaz. Çünkü, davacı, yetersiz anlaşmaya karşı (defi yoluyla) geçersizlik savında bulunmaktadır. Davalı yalnızca, anlaşma gününden başlayarak iki yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği uyarısında bulunabilir.
c) Öte yandan, 2918 sayılı KTK’nun 111/2.maddesine dayanarak anlaşmanın iptali isteminde bulunan kişinin, bir miktar ödeme karşılığı verdiği belgenin türü önemli değildir. İbraname veya makbuz değil de “feragat” denilmiş olması, 6100 sayılı HMK.307 ve sonraki maddeleri anlamında kesin sonuç doğurmaz. Çünkü burada uygulanacak olan özel yasa (KTK.111/2) hükmüdür. Üstelik Usul Yasasında öngörülen hukuksal sonuçları doğuracak olan feragatin öncelikle geçerlik koşullarını içermesi gerekir.[2] Ayrıca, feragatin geçersizliği aynı dava içinde ileri sürülebilir, ayrıca iptal davası açılmasına gerek yoktur. Feragati geçersiz kılabilmek için hata, hile ve ikrahın kanıtlanması gerekir iken, KTK. 111/2 hükmüne dayanılarak ileri sürülen geçersizlik savı için yalnızca ödenen ile gerçek zarar arasındaki ölçüsüzlüğün saptanması yeterlidir.
d) Zarar sorumlusu, çeşitli kaygılarla anlaşma ve uzlaşma gereği duyarak, bir dava açılmadan önce yüksek bir tazminat ödemiş olup da, sonradan kusur oranlarının değişmesi veya gerçek zarar tutarının belli olması sonucu, ödediği miktarın çok fazla (fahiş) olduğunu öğrenmişse, dava sırasında aşırı ödeme (fahişlik) savını ileri sürmesi ve anlaşmanın iptalini istemesi yeterli olmayacak; fazla ödemeyi geri alabilmek için ayrıca “nedensiz zenginleşme” davası açması gerekecektir.
4- Yetersizliğin ve ölçüsüzlüğün araştırılması ve kanıtlanması
a) 2918 sayılı KTK.111/2.maddesine dayanılarak anlaşma ve uzlaşmaların (sulhname, ibraname, feragatnamelerin) iptali için, ödenen tazminatın “yetersiz” veya “aşırı” olduğunun “açıkça belli olması” yeterli olup, ayrıca 6098 sayılı TBK'nun 28.maddesi ile 30,36,37 vd. maddelerindeki yanılma, yanıltma, aldatma, korkutma, bilgisizlik, deneyimsizlik, parasal yönden darda ve sıkıntıda olmak gibi istenci (iradeyi) sakatlayan durumlara sığınılmasına ve bunların kanıtlanmaya çalışılmasına gerek yoktur.
Yasa hükmünde, iptal nedeni olarak nesnel (objektif) bir ölçü kabul edilmiş; zarar gören yönünden yetersizliğin (eksik ödemenin) ve zarar sorumlusu yönünden aşırılığın (fazla ödemenin) “açıkça belli olması” yeterli görülmüştür.
b) Ödemenin yetersiz veya aşırı olduğunun “açıkça belli olması”nın ölçüsü nedir?
Genellikle iki katı veya iki katına yakın bir ölçüsüzlükten sözedilmekte ise de, bize göre ölçü, “gerçek zarar” ile “ödenen tazminat” arasında az veya çok bir farkın bulunmasıdır. Nitekim, çoğu kez sigorta şirketlerine karşı açılan davalarda, kusur incelemesi yapılarak ve ödeme tarihindeki verilere göre (hesap unsurlarına göre) tazminat hesaplanarak “ödenmesi gereken” miktar belirlenmektedir.[3]
Anımsatalım ki, tazminat hesabı, yargıda geçerli olan ve Yargıtay’ca benimsenen yöntemlere göre yapılacaktır. Bu konuda sigorta şirketlerinin dayattığı formüller geçerli değildir. Hesaplama yöntemlerinin değişmesi için, kurumlar arasında uyum ve uygulama birliği sağlanmalıdır. Ayrıca, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesaplarında formüller önemli olmayıp, önemli olan “hukuksal değerlendirmeler”dir.
5- İbranamelerin hukuksal niteliği
a) İbraname adı altında sigorta şirketlerine veya ödemede bulunan zarar sorumlularına verilen belge, kesin bir aklama (ibra) ve vazgeçme (feragat) belgesi olmayıp, ödenenle sınırlı bir “makbuz” hükmündedir. Bu görüş Yargıtay’ca da benimsenmekte ve “Yasa’daki düzenleme gereğince, davalı tarafından sunulan ibra belgesinin davalının hukuki sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırmayacağı, ancak bu belge ile bir ödeme yapılmışsa “makbuz” niteliğinde sayılacağı kabul edilmeli” denilmektedir.[4]
b) Sigorta şirketlerinin düzenleyip imzalattıkları “geniş kapsamlı” ibranameler, yalnızca sigorta güvencesi ve içerdiği miktar ile sınırlı olarak geçerli olup, zarar görenin, işleten ve sürücüden zararın kalan bölümünü isteme hakkını ortadan kaldırmaz. Bu konuda Hazine Müsteşarlığı genelgesiyle sigorta şirketleri uyarılmış ise de, az da olsa arada bir bu tür ibranameler düzenlendiği görülmektedir. Bunların geçerli olmadığı bilinmelidir.
c) Burada bir noktaya da değinmemiz gerekir: Bir ödeme yapılırken düzenlenen belgelerde, genellikle bunun neyin karşılığı olduğu açıklanmamakta, maddi ve manevi tazminat ayrımı yapılmamaktadır. Yargıtay’ın bir kararında eğer “maddi-manevi tazminat ayrımı yapılmamışsa, ibranameyle ödenen miktarın eşit biçimde karşılandığının, yani yarısının maddi tazminat ve kalan yarısının manevi tazminat olduğunun kabul edilmesi gerektiği” sonucuna varılmıştır.[5]
d) İbranamenin hangi zarar kalemi için verildiği de dikkate alınmalı; tüm zararları kapsamayan ibranameler, başka zararlar için açılan davalarda geçerli sayılmamalıdır. Bu konuda bir Yargıtay kararında:
“Davacının yaralanması nedeniyle hastane, ilâç, tedavi, bakım ve ikamet giderlerinin karşılandığından bahisle davacının davalıları ibra ettiği anlaşılmakta olup, ibranın bu kalem isteklerle sınırlı olduğu, olay nedeniyle sakat kalması sonucu uğranılan sürekli iş göremezlik tazminatını kapsamadığının kabulü gerekir. Davacının işbu davada, sürekli iş göremezlik tazminatı istediği gözetilerek, davanın esasına girilmek ve öte yandan ibranamede manevi tazminat alındığı anlaşılmakla birlikte, bu durumun 2918 sayılı Yasanın 111.maddesi hükmü dikkate alınıp, manevi tazminat istemi de değerlendirilerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekir” denilmiştir.[6]
6- İki yıllık hak düşürücü süre ve sürenin başlangıcı
Yasa’da tazminat miktarına ilişkin anlaşmaların iptaline yönelik dava için öngörülen iki yıllık süre bir “hak düşümü” süresidir. Bu süre, anlaşma ve uzlaşmanın yapıldığı günden işlemeye başlar.
Bu konuda bir Yargıtay kararında: “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 111/2. maddesinde tanınan hak, dava sırasında bir defi olarak öne sürülebileceği gibi, anlaşmanın yapıldığı günden başlayarak iki yıllık hak düşürücü süre içinde bir davanın açılmış olması, davacının anlaşma (ibraname) ile bağlı kalmak istemediğinin kabulünü gerektirir” denilmiştir.[7]
III- ÖDEMELERİN YETERSİZ OLUP OLMADIĞININ SAPTANMASI
1- Ödemelerin yetersizliğini saptama yöntemi
a) Sigorta şirketlerinin, işletenin, sürücünün ve tüm zarar sorumlularının davadan önce ödedikleri tazminat tutarlarının “yetersiz” olup olmadığı, yargıda geçerli ve Yargıtay’ca benimsenen yöntemlerle ödeme tarihindeki verilere göre (hesap unsurlarına göre) tazminat hesaplanarak saptanacaktır.
Bu konuda Yargıtay kararlarında görüş birliği vardır.[8]
b) Yetersizlik, çoğu kez sigorta ödemelerinde, hesaplama yöntemleri arasındaki farktan kaynaklanmakta; sigorta şirketleri, yargıda geçerli olmayan ve hukuksal değerlendirme içermeyen farklı yöntemlerle tazminat hesaplattıkları için, ödemeler hep eksik ve yetersiz kalmaktadır. Bilinmesi gereken şudur ki, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesaplarında, formüller önemli olmayıp, önemli olan “hukuksal değerlendirmeler”dir. Bunun doğru yapılması; Yargıtay’ca benimsenen ilkelerin ve Sorumluluk Hukukundaki gelişmelerin bilinmesi, hesap raporlarının hukuk bilgisi olan uzmanlarca düzenlenmesi gerekir.
c) Ödemenin yeterli olup olmadığı araştırılırken, kuşkusuz, hesaplama öncesinde bazı araştırmalar da yapmak gerekecektir. Bunların en başında kusur incelemesi yer alacaktır. Bilindiği gibi, Borçlar Kanunu’nun ilgili maddesine göre, hukuk hakimi, ceza dosyasındaki kusur raporlarıyla bağlı değilse de, maddi olgularla ve kesin mahkumiyet ya da kesin aklama kararlarıyla bağlıdır. (6098/TBK.m.74) Kesinliğin söz konusu olduğu veya tarafların ceza mahkemesindeki kusur raporuna itiraz etmemeleri durumunda, hukuk mahkemesinde ayrıca kusur raporu alınması gereksizdir. Ancak taraflar, ceza dosyasındaki kusur raporuna haklı gerekçelerle itiraz etmişlerse, yeni kanıtlar sunmuşlarsa, elbette hukuk hakimi yeniden uzman bilirkişilere kusur incelemesi yaptıracak; raporlar arasında çelişki varsa, yeni bir rapor için bilirkişi görevlendirecektir. Tazminatın miktarını birinci derecede etkileyen kusur incelemesinde dikkat edilecek en önemli husus, raporlarda zarar ile eylem arasındaki nedensellik bağının doğru biçimde saptanmış olmasıdır. Eğer bilirkişiler, bu bağı kuramamışlarsa ve kusur değerlendirmesini sırf trafik kurallarına aykırılığa dayandırmışlarsa, bu tür raporlara geçerlik tanınmamalıdır. Trafik kurallarına aykırılık ceza yaptırımını gerektirir ise de, zararın doğumu başka nedenlere dayanıyorsa, o nedenler araştırılmalı ve kusur oranları buna göre belirlenmelidir.
d) Zarar görenin kusursuzluğunun açıkça belli olduğu durumlarda, özellikle araç yolcuları veya yakınları tarafından açılan davalarda, kusur incelemesi isteği mahkemece reddedilmelidir. Çünkü sorumlular arasındaki kusur paylaşımı, iç ilişkide (birbirlerine rücu aşamasında) (6098/TBK.m.62) söz konusu olup, dış ilişkide (6098/TBK.m.61) sorumlular, zarar görene karşı ortaklaşa ve zincirleme sorumlu olduklarından ve zarar görenler bunların her birinden zararın tamamını isteme hakkına sahip olduklarından (6098/TBK.m.163 vd.) kusur incelemesi yapılarak davanın uzamasına neden olunmamalıdır.
2- Hesaplama yöntemi ve hesap unsurları
a) Kurumlar arasında uyum sağlanıncaya ve ülkemiz koşullarına uygun tablolar düzenleninceye kadar PMF-1931 yaşam tablosuna göre zarar süreleri belirlenecek; aktif dönem - pasif dönem değerlendirmelerinde Yargıtay kararlarına uyulacak; geçmişten bugüne görüş değişiklikleri izlenecektir.
b) Yargıtay’da görüş değişikliğine gidilinceye kadar, yanlış da olsa, progressif rant (ilerleyen rant) adı altında, aslında kazançların hiç artmadığı, her yıl için ayrı ayrı %10 artırım ve %10 iskonto yöntemiyle hesaplama yapılacaktır.
c) Ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken, destekliğe ve destekten yoksunluğa ilişkin, geçmişteki görüşler ve geçerliğini yitirmiş tanımlar bir yana bırakılarak, Yargıtay’ın en son süreklilik kazanmış kararlarına ve Sorumluluk Hukukundaki son gelişmelere göre değerlendirme yapılacaktır. Haksahipleri arasındaki paylaştırmada, eşit payda yöntemi uygulanacak, açıkta pay bırakılmayacaktır.
d) Bedensel zararlarda, kişiler hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bir iş ve kazançları olmasa dahi, yaşam sürelerinin sonuna kadar “güç kaybı tazminatı” hesaplanacaktır. Öte yandan, çalışan kişilerin kazançlarında bir azalma olmasa bile, aynı işi yaparken sakatlıkları oranında zorlanacak olmaları nedeniyle “gerçek kazançları” üzerinden tazminat hesaplanacaktır.
e) Tazminat hesabına esas kazançların belirlenmesinde, çalışan kişiler yönünden her zaman ve her durumda “gerçek kazanç” araştırması yapılacak; vergi kayıtları ve imzalı dahi olsa (gerçek kazançları yansıtmayan) ücret bordroları dikkate alınmayacaktır. Gerçek kazanç araştırması yapılırken kişilerin mesleğine, yaşına, meslekte ilerleme derecesine (uzmanlık ve ustalığına) göre elde edebileceği kazançların ne olacağı ilgili meslek kuruluşlarından sorulacak; gerektiğinde tanık da dinletilecektir.
f) Tazminat hesabında, olay tarihinden rapor tarihine kadar yıllara göre bilinen ve bilinmesi gereken tüm kazançlar dikkate alınacaktır. Yargıtay kararlarında belirtildiği gibi, olay tarihindeki koşullarla sınırlı kalınmayıp, hesaplama “en son verilere göre” yapılacaktır.
g) Bir işi ve kazancı olmayanlar (yaşlılar, çocuklar, ev kadınları, hangi yaşta olursa olsun çalışmayan kişiler) yönünden tazminat hesabı yasal asgari ücretler üzerinden yapılacak; asgari ücretlerin uygulanması kamu düzeniyle ilgili ve uygulanması zorunlu olduğundan, hesap raporu verildikten sonra, karar aşaması uzamış ve bu arada asgari ücretlerde artış olmuşsa, taraflar önceki rapora itiraz etmemiş olsalar dahi, mahkemece, bilirkişiden, son asgari ücretlere göre yeniden hesaplama yapması istenecektir.
IV- YETERSİZ ÖDEMELERİN TAZMİNATTAN
İNDİRİMİ
1) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 111.maddesi 2.fıkrasına göre, zarar görenler, sigorta şirketinden veya sorumlulardan aldıkları tazminatın “yetersiz” olduğunu ileri sürerek “iki yıllık hak düşürücü içinde” açacakları bir dava ile anlaşmanın iptalini ve kalan zararlarının ödenmesini isteyebilirler.
2) Dava öncesi yapılan ödemelerin “yetersiz” olup olmadığı, ödeme tarihindeki verilere göre (hesap unsurlarına göre) tazminat hesaplanarak belirlenmek gerekir.
3) Tazminat hesabı, yargıda geçerli olan ve Yargıtay’ca benimsenen yöntemlere göre yapılmalı; hesap raporu “hukuksal değerlendirmeleri” de içermeli; yani gerekçeli olmalıdır.
4) Dava öncesi ödenen tazminatın “yetersiz” olduğu saptanmışsa; ödeme tutarı ““yasal faizler ölçüsünde güncellenerek”, en son verilere göre hesaplanan tazminattan indirilmeli ve böylece hüküm altına alınacak bakiye tazminat tutarı belirlenmelidir.[9]
[1] Yargıtay 19.HD.26.09.1994, E.1994/6775-K.1994/8393 sayılı, 4.HD. 30.06.1988, E.1988/4035-K.1988/6634 sayılı, 17.HD.21.09.2004, E. 2004/6884-K.2004/9796 sayılı, 4.HD.14.4.2003 E.2002/14131-K. 2003/4629 sayılı kararları.
[2] Bu konuda örnek: 21.HD.25.02.1997, E.1996/7217 K.1997/1243 sayılı kararı
[3] Karar örnekleri: “Sigorta şirketinin ödediği miktar ile ödenmesi gereken gerçek miktar arasında aşırı bir fark bulunup bulunmadığının, ödeme tarihindeki verilere göre belirlenmesi gerekir.” (11.HD.05.11.2002, 10293-10022) - “Sigortadan alınan paranın yetersiz olup olmadığının, maddi zararın miktarı, niteliği, kusur oranlarına göre bilirkişi incelemesi yaptırılarak belirlenmesi gerekirken, ibranameye dayanılarak reddedilmesi doğru değildir. (11.HD. 02.10.2003, 2275-8707)
[4] Karar örnekleri: 4.HD.14.04.2003, E.2002/14131 K.2003/4629) - 4.HD.24.05.1999, 3059-4741 ve 4.HD.27.05.1999, 3367-4975
[5] 19.HD.26.09.1994, 6775-8393
[6] 19.HD.31.01.1996, 436-768
[7] 19.HD.26.09.1994, 6775-8393 – Ayrıca 4.HD.30.06.1988, 4035-6634 - 17.HD.21.09.2004, 6884-9796
[8] Örnek:17.HD.20.06.2011gün E.2010/2794-K.2011/6413 sayılı, 11.HD. 05.11.2002 gün E.2002/10293-K.2002 /10022 sayılı, 11.HD.07.04.1995 gün E.1995/207 K.1995/199 sayılı kararları
[9] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.03.2012 gün E.2011/4-824 K.2012/ 134 sayılı, 17.Hukuk Dairesi’nin 23.09.2010, E.2010/5023 K.2010/7268 sayılı, 4.Hukuk Dairesi’nin 17.11.2008, E.2008/12400-K.2008/14221 sayılı,13.10.2007,E.2007/9368-K.2007/12017 sayılı, 25.11.2008, E. 2008/2399-K.2008/14588 sayılı, 15.04.2008, E.2007/ 6368-K.2008/5284 sayılı, 12.02.2007, E.2006/1424 K.2007/1433 sayılı kararlarına göre:
“Ödemenin yapıldığı gün ile (en son verilere göre) bilirkişi raporunun düzenlendiği gün arasında geçen sürede, sigorta şirketinden alınan paranın getirisi yasal faiz ölçüsünde güncelleştirilip belirlenmeli ve ödeme tutarı ile birlikte, en son verilere göre hesaplanan tazminattan indirilerek bulunacak miktar üzerinden tazminata hükmedilmelidir.”