E-Kitaplar
Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG) Hükümlerinin Türk Borçlar Kanunu Hükümleriyle Karşılaştırılması
- Yayınevi: Aristo Yayınevi
- Yazar: Prof. Dr. Turgut ÖZ
- Sayfa Sayısı: 45
- Yayın Tarihi: 03.12.2021
- Baskı: 1
- Tür: E-kitap
- Basılı Olsaydı Fiyatı: 30,00
Bu kitap 2181 kez incelendi; 46 adet satıldı.
Kategoriler: Borçlar Hukuku, Bütün Hukuk Kitapları, Kongreler / Sempozyumlar, Sözleşmeler Hukuku
“Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması” (United Nations Convertion On Contracts for the International Sale of Goods), uygulamadaki adıyla “Uluslararası Satımlara İlişkin Viyana Konvansiyonu”, uluslararası kısaltmasıyla “CISG”, ülkemiz tarafından 7.7.2010 tarihinde imzalanarak gene aynı Anlaşmanın m. 99/2 hükmüne göre imzalanmasından 12 ay sonra, yani 1 Ağustos 2011 tarihinde, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması” resmî çeviri adıyla, yürürlüğe girdi. 1980 yılında 11 ülkenin imzalaması ile başlayan uygulama, 2021 yılı itibariyle 94 ülkeye ulaştı. Birleşik Krallık (UK) hariç, bugün Dünya ekonomisinde üst düzeyde rol oynayan ülkelerin hemen tümü tarafından imzalanan bu anlaşma ile, uluslararası taşınır satışlarına uygulanacak hukuk, katılan ülkeler bakımından yeknesak bir uygulamayı amaçlamıştır.
Antlaşmanın 1.8.2011 tarihinde yürürlüğe girmesi ile, CISG hükümleri aynı zamanda iç hukukumuzun bir parçası hâline geldi. Böylece, Antlaşma hükümleri, milletlerarası özel hukuk mevzuatımız uyarınca uygulanacak bir yabancı hukuk değil, kendi yasamız olarak uygulanmaktadır. Bu noktada ilk değinilmesi gereken sorun, taşınır satımı sözleşmeleri bakımından, artık hukukumuzda iki başlı bir düzenlemenin söz konusu olmasıdır. Zira Antlaşmaya katılan bazı ülkelerden farklı olarak, Türk Hukukunda satım sözleşmesini düzenleyen Borçlar Kanunu hükümlerinde Antlaşma düzenlemesi doğrultusunda bir değişiklik, bir reform yapılmamıştır. Aslında Yeni Borçlar Kanunumuz olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) kabul tarihine (11.1.2011) bakılırsa, Antlaşmanın getirdiği sistemin borçlar kanunu değişikliği sırasında göz önüne alınması ve bu iki düzenleme arasında paralellik sağlanması, en azından teorik olarak, mümkündü. Ne var ki, kanımca özellikle şu sebeplerle, bu uyumlaştırma gerçekleşmemiştir:
İlk olarak, Antlaşma onaylandığı tarihe kadar maalesef Türk Hukuk Öğretisinde gerekli ilgiyi görmemiş, Prof. Dr. Yeşim Atamer’in “CISG Uyarınca Satıcının Yükümlülükleri ve Sözleşmeye Aykırılığın Sonuçları” adlı 2005 tarihli eseri dışında, özet bilgi veren veya dolaylı değinmeler içeren bazı makaleler hariç, ayrıntılı ve bilimsel derinliğe sahip bir çalışma ortaya konulmamıştır. Antlaşma üzerinde çalışmanın popülerlik ve yaygınlık kazanmaya başladığı yıllarda (2011, 2012, vd.) ise, esasen hem Antlaşma imzalanmış hem de TBK tasarısı üzerinde yıllarca süren çalışmalar sona ermiş ve Meclise havale edilmiş durumdaydı. Maalesef kötü bir alışkanlığımız olan, önceden çalışıp hazırlanmaksızın bir işe girişip, çıkan sorunlarla sonradan uğraşma, burada da söz konusu olmuştur.
İkinci olarak, CISG sistemi bizim de ait olduğunuz Kıta Avrupası Hukuk sistemi ile Common Law hukuk sisteminin özelliklerini birleştirmeye çalışan farklı bir yapıya sahip olduğundan, Borçlar Kanunumuzun buna uydurulması bazı temel kavram ve kurumlarla bunlara dayanan sistematiğini esaslı şekilde değiştirmeyi gerektirmektedir. Üstelik bu değişiklik, aşağıdaki karşılaştırmalardan anlaşılacağı üzere, TBK’nın özel kısmındaki satım sözleşmesi hükümleri ile sınırlı kalmayıp, pek çok genel hükmün değiştirilmesini de gerektirecekti. Aşağıda değineceğim üzere, TBK’nın özellikle borca aykırılık sınıflandırmasını ve kusura dayanan sorumluluk ilkesini değiştirecek bu ölçüde bir reform, öğreti ve uygulamada yaratacağı uyum sağlama zorlukları da gözetilerek, uygun görülmemiştir.
Nihayet, TBK Hazırlama Komisyonu’nun çalışmalara başlarken yaptığı bir değerlendirme sonucunda, komisyonun görevinin, köklü bir borçlar hukuku reformu yapmak değil, Eski BK’nın eskiliği sebebiyle gerek dil gerekse düzenleme olarak yetersiz kaldığı zamanımız ihtiyaçlarına uydurulması, tabiri caizse eksiği ve gediğinin kapatılmaya çalışılması olduğu benimsenmiştir. Eski bir üyesi olarak, kanımca komisyonun hem oluşumu hem imkânları hem de çalışma tarzı bakımından, bu gerçekçi bir tespit olmuştur.
Ne var ki, yukarıdaki sebeplerle Türk Satım Hukuku bakımından doğan iki başlılık, uygulamacılara zorluk yaratacaktır. Örneğin aynı hâkim, önüne gelen davada TBK hükümlerine tabi satım sözleşmelerine başka, CISG hükümlerine tabi satım sözleşmelerine başka kurallar uygulamak zorunda olacaktır. Başta hâkimler olmak üzere uygulamacılar, hem yeni Borçlar Kanunumuz olan TBK hükümlerini hem de CISG hükümlerini, özellikle aralarındaki düzenleme farklılıklarını, iyi bilmek zorunda olacaklardır. Tabi bundan önce, hangi sözleşmelere hangi mevzuatın uygulanacağını da iyi ayırt etmeleri gerekecektir. Uygulamamızın içinde bulunduğu şartları düşününce, özellikle daha TBK ile getirilen yeniliklerin henüz ne ölçüde öğrenilip hazmedildiği kuşkulu iken, CISG düzenlemesini doğru uygulayacak bir düzeye ne zaman gelebileceğimiz hususunda iyimser olmak güç görünüyor.
CISG ile TBK sistemini karşılaştırırken ilk dikkat edilmesi gereken husus, bu Antlaşmanın TBK’nın taşınır satışı sözleşmesine ilişkin özel hükümlerine (m. 209-236), hatta satış sözleşmesine ilişkin hükümlerine (m. 207-281), karşılık gelmekten ibaret bir düzenleme olmayıp; sözleşmelerin kurulması ve geçerlilik şartlarından borçların ifası ve ifa edilmemesine kadar TBK’nın Genel Hükümlerindeki pek çok düzenlemeye de karşılık geldiğidir. Bu bakımdan, CISG, sadece özel borç ilişkileri anlamında taşınır satımı sözleşmesine özgü hükümler topluluğu değil, âdeta, “uluslararası taşınır satımı için hazırlanmış bir kısa borçlar kanunu”dur.
Antlaşmanın önemli bir özelliği de, 1. maddesinde ayrıntılı şekilde düzenlendiği üzere, bir sözleşmenin bu Anlaşmanın uygulama alanına girmesinin şartı, satım sözleşmesinin taraflarının vatandaşlığının değil sadece işyerlerinin CISG tarafı ülkeler olması veya milletlerarası özel hukuk kurallarına göre hukukuna atıf yapılan ülkenin bu Antlaşmaya taraf olmasıdır. Bu şartlardan birinin gerçekleşmesi hâlinde, iki tarafı da Türk olan gerçek veya tüzel kişilerin arasındaki taşınır mal satımı sözleşmelerine de TBK değil CISG hükümleri uygulanacaktır (elbette 2. maddede sayılan istisnalar hariç). Ayrıca bu sözleşmelerin ticari satış olması da şart değildir (gerçi m. 2/a hükmündeki sınırlamalar karşısında, uygulamanın büyük çoğunluğunu ticarî satışlar oluşturacaktır).
Prof. Dr. Turgut ÖZ
- Eğitim Sayısı 47
- E-Kitap Sayısı 14
- Eğitim Alan Kişi Sayısı 66340
- E-Kitap Alan Kişi Sayısı 7222
XII. TÜKETİCİ HUKUKU KONGRESİ
- 23 Kasım 2024 Eğitim Tarihi
- 11:00 - 17:00 Eğitim Saati
- 360 Dakika
Eğitmen Hakkında
Prof.Dr. Turgut Öz, 1959 yılında İstanbul - Üsküdar'da doğdu. 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitiren Prof. Dr. Öz, bir yıl sonra aynı fakültede Medeni Hukuk asistanı oldu. 1987’de hukuk doktoru, 1987’de Yardımcı Doçent, 1991 yılında da doçent ünvanlarını kazandı. 1997 yılında Medeni Hukuk profesörü oldu. 1998 yılından 2005 yılına kadar Borçlar Kanununda değişikliklikler yapmak üzere kurulan komisyonda görev yapmıştır. Türkçe ve İngilizce yazılmış çok sayıda kitap ve makalesi vardır. Ulusal ve uluslararası tahkim davalarında hakemlik yapmıştır ve yapmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır.
FORMÜL:
Kitabın Sayfa Sayısı / 2 x 1000 / 69000 = 1000 adet basılan bir kitap için kesilen ağaç sayısı
Kağıt yapımında, genellikle iğne yapraklı ağaçlardan Ladin ve Çam ağaçları kullanılmaktadır. Çoğunluk çam ağacına aittir.
Dünya çapında her gün 80.000 ila 160.000 ağaç kesilmekte ve kağıt endüstrisinde kullanılmaktadır. Ormanlar yok edilmekte, küresel ölçekte iklim değişikliğine sebep olmaktadır.
Bir çam ağacının boyunu ortalama 18 m, yarıçapı da 15 cm eder. Bu durumda bir çam ağacı 1,2717 metreküptür. 0.0083 metreküp odun yaklaşık 4,5 kg gelir. Bu durumda 1,2717 metreküp odun yani bir ağaç 690 kg gelecektir.
Bir ağaçtan elde edilen kağıt, ağacın ağırlığının yarısı kadar etmektedir.
O halde, ortalama bir çam ağacı 690 kg ettiğine göre, elde edilecek kağıt 345 kg olacaktır.
Bir A4 beyaz kağıdın ağırlığı 5 gr etmektedir. Demek ki, bir ağaçtan 345000/5 = 69000 adet A4 yaprağı elde edilmektedir.
Günümüzde özellikle dijital kitap baskılarında, kitabın boyutu ne olursa olsun A4 boyutunda kağıt harcanmakta olup, kesime giren kısımları atılmaktadır.
Buraya kadar elde edilen verilerle şöyle bir formül çıkartılabilmektedir:
Kitabın sayfa sayısı / 2 = kitapta kullanılan kağıt yaprağı.
Her kitabın asgari 1000 adet basıldığı (ki ortalama çok daha yüksek çıkacaktır)
FORMÜL:
Kitabın Sayfa Sayısı / 2 x 1000 / 69000 = 1000 adet basılan bir kitap için kesilen ağaç sayısı
E-kitaplar geleceğimizi kurtaracak. Gelin e-kitapları daha çok sevelim, doğaya bir nebze olsun nefes verelim.
Peki basılı kitapların çevreye verdiği tahribat sadece ağaç ile mi sınırlı? Tabii ki hayır! Bir araştırmaya göre, Amerika Birleşik Devletlerinde hava kirliliğinin yüzde yirmisini kağıt fabrikaları oluşturuyor. Bununla birlikte havayla sınırlı kalmayıp su kirliliğine de büyük ölçüde neden oluyor. Zira kağıt, yapısı gereğince bol suya ihtiyaç duyar.
Modern tesislerde bile 1 ton kağıt üretebilmek için yaklaşık 50 ton su kirletilmektedir.
Artık karar sizin? E-kitap teknolojisi yokken elbette kitaplar ağaçlardan daha önemli idi. Zira, entelektüel hale gelen her birey doğayı korumak için fazladan çaba harcayabilecek bilince kavuşmuş olacaktı.
Ya şimdi? Tamamen zararsız bir teknoloji varken, hala zararlı nostaljik alışkanlıklarınıza devam mı etmek istiyorsunuz? Siz bilirsiniz…